Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@ugurluay

18.BÖLÜM(***Yitik Sevda***)

“Ağır aksak bir sevda bizimkisi,

Aciz bir yüreğin yitik sevdası…”

Cemre’nin sesi ile kendime geldiğimde önce onun dehşete kapılmış endişeli gözlerini gördüm. Ardından vücudumu sarıp sarmalayan üşüme ile karışık ürpertinin kaynağını aramaya çıkan gözlerim evinin camını kırılmış olduğunu ve kırık camdan içeriye uçuşmaya başlayan kar tanelerine gözüm ilişti. Benim elimde bacağı kırılmış sandalye havada asılı kalırken, Cemre korku ile koşarak yanıma geldi. Elimden sımsıkı tuttuğum sandalyeyi yavaşça beni tedirgin etmeden elimden alırken bir yandan da sakinleştirmek için bir şeyler söylüyordu ama ben duymuyordum. Derin derin nefes alırken kalp hızımı düşürmeye, sakinleşmeye çalışıyordum.

“Tatlım, ne oldu? İyi misin?” dediği an beni ellerimden tutarak kanepeye oturttu. Ben ise yaşadığım şeyin ne olduğunu, nasıl bu hale geldiğimi düşünüyordum. Kahretsin Arda, beni ne hale getirdin böyle.

“Cemre, ben, ben…” Sözümün devamı yoktu. Kısıldı kısıldı ve sonunda tamamen sesim yok olup gitti. O kelimeler boğazımda takılı kalırken biraz daha ilerleyip çıkmıyor, benim canımı yakarken takatimin de yitip gitmesine sebep oluyordu.

“Canım Allah aşkına söyle neler oluyor? Kötü bir şey mi var?” dedi ve ben artık gözyaşlarımı tutamayacağımı anladım ve hıçkırarak ağlamaya başlarken kendimi en dingin limanıma, sığınacak en güzel diyarıma bıraktım. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyor konuşmaya çalıştıkça daha fazla hıçkırıyordum. Cemre bana sarılmış omzumu şefkat ile sıvazlarken bir yandan da “Tamam geçti sakin ol birtanem, sakin ol…” diyerek beni teskin etmeye çalışıyordu. Ben Cemre’nin kollarından sıyrılıp elimin tersi ile gözyaşlarımı sildikten sonra titrek ışıl ışıl bakışlarla ona bakıyordum.

“Cemre, ben, ben Arda’yı aramıştım.” Ağzımdan çıkan Arda kelimesini duyunca ellerine beline koyup mahalle kadınları gibi çemkirmeye hazır bir halde sesini çirkefe bulayıp kaşlarını çatarak, “ Eeeee…” diye karşılık verdi. Yandın kızım Mira bu şimdiden adamın adını duyması ile bu tavırlara büründüyse tutuşturmak için herhangi bir harekete ihtiyacın yok, malum kızın gözlerinden çoktan ateş fışkırmaya başlamıştı. Cemre’nin hal ve hareketi ile ben yavaştan tırsmış az önce dilime vuran her şey şimdi geri kaçmaya hevesli boyuta gelmişti. Benim suskunluğum onun iyice tepesinin tasının atmasına sebep olmuştu.

“Kızım konuşsana dilini mi yuttun? Yoksa sana kötü bir şey mi yaptı o kazmadan bozma odun yarması?”

“Telefonu saatlerce açmadı. Mesajlarıma da cevap vermedi.” Dedim ya, ben, cidden ben o hırçın kızın karşısında cesareti göğsümde madalya yapıp taşırken sesimi kaçan yerden çıkarıp da konuşabildim ya, pes doğrusu bana… Ama helal olsun bana yürekli kızmışım vesselam…

Cemre duydukları ile şoka girmiş ağzı bir karış açık kalırken ne diyeceğini bilemedi. Kendini kısa sürede toparlayıp, “Sonra, “ dedi ya… Kızdı mı? Sinirlendi mi doğrusu pek de çözemedim. Gözleri cevap bekler gibi çakmak çakmak olmuştu. Allah’ım çakmak gözleri ile az sonra beni acımadan yakmazsa iyiydi.

“Sonra telefonu bir kız açtı,” dedim ve karşımdaki o usturuplu kızın ağzından da edepsizce bir küfür savruldu gitti. Artık Arda’nın yüzünden mi Cemre’nin korkusundan mı çözemedim orasını ben pek ama hıçkırıklarıma engel olamadım.

“Canım yanıyor Cemre, canım yanıyor. O şırfıntının elinde Arda’nın telefonun ne işi var? Benim dersim bir saat uzasa ve ben haber vermesem dünyaları başıma yıkıyor. Ama bu, bu bana yaptığı da ne şimdi?” Ben böğürerek ağlarken Cemre’niz az önceki çirkef modundan çıkıp bir anne bir abla rolüne girmesi çok zaman almadı. Pamuk kalpli arkadaşım benim o halime o kadar üzüldü ki sırf beni sakinleştirmek adına Arda’yı açıklayıp savunur duruma geçti.

“Canım belki sekreteridir, neden büyütüyorsun bu kadar? Hemen adamın günahını alıyorsun.”

“Hayır sekreteri değil. Ben onun etrafındaki tüm kızların, ismini, cismini, sesini, telefonunu ailesine kadar biliyorum. Hem Merve yedi yirmi dört hangi kızın ona kaç metre yaklaştığının raporunu veriyor,” dedim ve nasıl bir çam devirdiğimi anlamam saniyelerimi değil saliselerimi aldı ama iş işten çoktan geçmişti. Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye…

“Yuh Mira ya, gerçekten sana pes diyorum. Sen paranoyak mısın? Kafayı mı yedin? Dedektif gibi adamın peşine utanmadan Merve’yi taktın? Madem güvenmiyorsun ne diye adam ile birliktesin. Bir telefonu kız açtı diye mi tüm bu çıkardığın çıngar, bu yüzden mi bu kadar dellendin? Kızım bir silkelen bir kendine gelen, sevgi ile şüphe yan yana duramaz, aynı çatı altında barınamaz. Seviyorum diyorsun, güvenmesini de bileceksin. Yok güvenemiyorum diyorsan da ne kendine ne de karşındakine ki bu Arda bile olsa eziyet etmeyeceksin. Yazık sana da ona da...”

“O kız, o kız bana Arda’nın müsait olmadığını söyledi,” çemkirerek haklılığımı göstermeye çalışırken kendimi savunmaya geçmiştim. “ O da yetmedi utanmadan suratıma çat diye telefonu kapattı.”

“Olabilir, ne var bunda müsait değil demek ki adam.”

“Cemre beni delirtme ne demek müsait değil? Olmak zorunda, bitti, nokta, son.”

“Mira iyice çığırından çıkıyorsun ya, tekrar arasaydın, alt tarafı bir tuşa basacak Arda’nın sesini duyacak ardından yanlış anladığını anlayıp saniyeler içinden yelkenler suya, oh… Artık bende kış ortası kırık pencere, bacaksız sandalye, karışın kışın ortasında kıçım buz tutarak donarken gül gibi geçinir giderim aşk kokulu hayallerinizin altında…” Cemre’nin sözleri ile irkilirken az önce neler yaptığımı anlamak için etrafıma şöyle bir göz gezdirdim. Aman Yarabbi, ben bu evi nasıl bu hale getirmiştim böyle? Elli çocuk getirsen bıraksan bu ev bu hale gelmezdi, tebrikler üstün başarılarımdan ötürü bana gelsin o zaman… Cemre’nin dikkatini kırık pencere ve bacaksız sandalyeden ve poposunun bu soğukta buz kesmesini de göz ardı etmesini sağlamak amacıyla onun ilk cümlelerine oltayı attım.

“Aradım, aradım, aramaz olur muyum hiç? Ama bil bakalım ne oldu?” Yarı ağlamaklı, yarı şirinlik yapma yoluna girerken hiç de çekilir bir tarafımın kalmadığını düşünüyordum. Sazan arkadaşım benim bu sinir bozucu halimin onda yansıttığı yüz ifadesi ve biraz da merak dolu bakışlarla bana dönerek, “Ne oldu?” diye sordu.

“Beyimizin telefonuna ulaşılamadı.” İstediğimi almış olmanın hazzı ile hemen cevabı yapıştırdım. Ben gaza gelmiş devam ederken işin içine le kol hareketlerim de devreye girmiş sesimin tonu ise zirvelere oynar hale gelmişti. “Ulan hırt herif acaba ne yapıyorsun da rahatsız edilmek istemiyorsun heh?”

“Mira bir sakin ol lütfen ya,” diyen arkadaşım beni sakinleştirmek adına omzuma eli ile dokunuyordu. Ben cesareti aldım ya kim tutar beni? Omzuma koyduğu eli geriye doğru ittirerek “Ne sakin olacağım ya? Arıyorum ulaşamıyorum, ulaşıyorum telefonu tanımadığım bir kadın çıkıyor. Bir daha arıyorum adama ulaşamıyorum. Bu nedir böyle ya? Yapılır mı bu bana?” diye ayağa kalkmış sanki karşımda Arda varda onunla kavga ediyordum.

“Eeee yeter ya, beynimi yedin.” Diye karşıma zıpkın gibi hesap sormak için dikilen Cemre’ye şimdi saf saf bakan bendim. Heyt be Mira ne oldu az önce asıyordun, kesiyordun, yıkıyordun, yakıyordun.

“Ne bağırıyorsun ya,” diye fısıldarken gözlerinin önünde küçülmeye başladım.

“Bağırttırma o zaman sende? Kızım ben sana taaa en başında bu adam sana yaramaz, seni üzer, canını yakar, huylu huyundan vazgeçmez demedim mi?

“Dedin,” dedim ama boğazımdan çıkan o ses hırıltı mı fısıltı mıydı? Ah işte o tam bir muamma…

“Peki sen ne yaptın?”

“Saf saf anlattıklarına inandım.” Şu an Cemre’nin istediği cevapları vermezsem kafamı kırar, içine de çalışmıyor diye saman doldururdu.

“O zaman ne yapıyoruz?”

“Bir kasa çilek alıp depresyona giriyoruz,” dediğim an kendimi kanepeye sertçe bırakıp elime geçirdiğim yastığı yüzümü kapatacak şekilde bastırdım.

“Aaaaa saçmalama kızım ya,” yüzümdeki yastığı çekiştiriyor bir yandan da, “Kalksana kızım ya, hadi kalk hazırlan sana bir sürprizim var. Çilek depresyonuna gelince gidersin.” Acaba bu deli kız ne gibi çılgın planların peşinde, içten içe kendimi yemeye başlamıştım. Yüzüme bastırdığım yastığı ele geçiremeyince ayaklarımdan tutarak beni çekiştirmeye başladı.

“Kızım bir rahat bıraksana ya depresyondayım ben,” dedim ve kaçınılmaz son popomun yere sertçe çarpması ile “Ah!” diye inlemem ile sonuçlanmıştı. Canımın yanması ile inlemem artık nasıl hoşuna gittiyse hatunun kıkırdamaya, utanmadan kahkahalar atmaya başladı. Ben popomu okşuyor canımın acısını dindirmeye çalışırken onun gülme krizlerine girmesi beni sinir krizlerinin içine atıp kıvrandırmıştı. Hatuna bak sen ya utanmasa kahkahaları atarken ortadan ikiye çatlayacaktı. Of Allah’ım ya herkes deliye ben akıllıya muhtaç, gerçi benim de aklımın pek sınırlar içerisinde kaldığı söylenemezdi ya neyse… Ne diyorum ben ya az önce fırtınalar estiren, Arda yüzünden acı çeken ben şimdi arkadaşım sayesinde normale mi dönmeye başlamıştım. Cemre etkisi bu olsa gerek… Pür neşe Cemre…

“Kızım sayende ne çanak kaldı ne de çömlek? Amacın ne söyler misin? Direk canımı almak ise amacın, acı çektirmeye gerek yok. Bak zaten kırmışım pencerenin camını at aşağıya cinnet geçirdi atladı de. Sende kurtul bende kurtulayım. Bu nedir arkadaşım popomu karpuz gibi ortadan ikiye ayırdın, el insaf kardeşim ya…”

“Amma tatava yaptın heh, sırf çeneden ibaretsin. Kalk hazırlan, gidiyoruz diyorum, duymuyor musun?”

“Kızım bi git ya, ben sana depresyondayım çileğe ihtiyacım var diyorum sen bana kalk hazırlan diyorsun. Söyler misin bana neyin kafasını yaşıyorsun sen?” Cemre ayaklarımdan tutmuş beni çekiştirirken hiç de benim söylediklerimi dikkate almamıştı. “Kızım bıraksan beni, bir git Allah aşkına ya,” diye bağırırken ayaklarımda tutmuş beni odama doğru sürüklemeye başlamıştı. Bu minnacık kızda bu kadar güç pes yani, pes…

“Gideceğim, gideceğim ama seninle gideceğim, kalkıyor musun? Yoksa sürükleme aşamasının ikinci evresi olan pataklama kısmına mı geçeyim? Maşallah Arda beyimiz yüzünden senin kapsama alanına girerek beyin hücrelerine ulaşmak pek mümkün olmadı. Kızım alıcılarını bir kapattın pir kapattın yani.”

“Abartmasan keşke, bana diyorsun çene var diye, sen kendine bak önce… Bendeki şey çene ise sendeki ne acaba?” çemkirdiğimde ayaklarımı ellerinden kurtarmaya çalışıyordum.

“Of Mira amma da uzattın ya… Caner ile Selin geliyor. Uludağ’a tatile gidiyoruz.” Dedi ya işte buldum. Bu kızı bu kadar heyecanlandıran bu iki deli çocukluk arkadaşı ile tatile giderek beni de yanında çanta gibi taşıyacak olması. Tamam Caner ve Selin2i çok seviyorum başka zaman olsa kesin gider bu fırsatı kaçırmazdım. Şimdi ise surumlar tamamen farklıydı ben bu halde hiçbir yere gidemezdim. Anneme de gelemeyeceğimi söylemiştim. İstanbul’a gidip Arda’ya hesap soramıyordum. Cemre ile gidip onların da keyfini kaçırmak istemiyorum. Bulduğum en iyi çözüm ise tabi ki depresyon yarenim, ,kırmızının en güzel tonunun yakıştığı meyvem çileğim… Bu tatil çok uzun olacaktı. Ben gözyaşlarımı hiç ederek dökerken midemden aşağıya yitip giden çilekcikler bana mutluluk kaynağı olmak için uğraşacaklardı. Ah ulan zalim kader bu bana yapılır mı be?

“Ben gelmem,” diye kestirip attım.

“Kızım saçmalama,” diye karşılık vererek elinde tuttuğum ayaklarımı sertçe yere fırlattı. “Ah! Kırsaydın bari…” diyen inlemelerime ise aldırış ettiğini hiç sanmıyorum.

“Cemre cidden senin ayarlarında bir problem var. Senin elinde sağlam kalırsam bil ki adım tarihe altın harfler ile yazılacak. Bu ne ya ayağını veren bacağını kökünden kurtaramıyor. Az önce fırlattığın şey bir ayak, ayak. Hani şu insanların yürüme ihtiyaçlarını karşılayan, içinden kan dolaşıp can olan hatırladın mı?”

“Eeee ne olmuş yani alt tarafı ayağını yere fırlattım. Adam ol doğru konuş ciğerimi ye.”

“Cemre iğrençsin ya.”

“Sonuna kadar hak ediyorsun sen, gelmeyeceğim de ne demek? Hele bir gelme? Hele bir gelme de bak ben sana neler ediyorum? Yapacaklarımın yarısı aklımda yok o kadar yani sen düşün kendi halini…”

“Cemre sana gelmeyeceğim dedim. GEL-ME-YE-CE-ĞİM bitti bu kadar.” Üstüne basa basa dedim ya hay demez olaydım. Kız bacaktan alamadı hırsını bu defada yapıştı omuzlarıma, tutup bir sarsmaya başladı ki bildiğin vücudumda yedi şiddetinde bir deprem meydana geliyor. Bir ileri bir geri, bir ileri bir geriye doğru sarsmaya ittirmeye başladı. Allah’ım ben bu kızın elinden sağ kurtulabilecek miyim acaba? Bu nedir arkadaş? Muradıma eremeden ya sakat kalacağım ya da mevta olup öbür dünyayı boylayacağım. İki ucu b*klu değnek.

“Geleceksin dedim sana, GE-LE-CEK-SİN.” Cemre’nin resmen gözü dönmüştü. Öyle bir sarsıyordu ki az önce ağzımdan çıkan kelimeler beynimde sarsıla sarsıla zihnimden uçup gitmişti.

“Mira başka bir işin mi yok senin, ömrümü yedin beynimi çürüttün. Git nereye gideceksen, ben gelmiyorum.” O beni sarsmaya devam ederken ağzımdan çıkan bu cümlelere şükreder hale gelmiştim. Sonuçta çok net olmasa açık bir halde niyetimi ortaya koymuştum. Ben ona aldırış etmemeye çalışırken nereye fırlattığımı bilmediğim çalması bile mucize olan telefonun melodisi odanın içinde yankılanırken biz dut yemiş bülbüllere dönmüş bir halde gıkımız çıkmıyordu. Her şey o kadar ağır çekime alınmış gibi akıp gidiyordu ki adeta yavaşlatılmıştık. Göz göze gelip vücudumuzu hareket bile ettiremeden yalnızca başımızı sesin kaynağına doğru döndürmüştük ki ne olduğunu bile anlayamadığım bir hızda birbirimizi ittirip kaktırmaya başladık. Ben Cemre’yi telefonuma ulaşmasın diye belinden tutmuştum. Onun ise cevabı gayet sert ve acılı olurken elime geçirdiği dişleri ile acımadan ısırmıştı. Ben elimi canımın acısı ile elimi ovalarken bir yandan da tam telefona ulaşmak üzere olan Cemre’nin saçına sert bir şekilde yapıştım. “Ah!” diyen inlemelerine kulaklarımı tıkıyor, başını geriye doğru çekiştiriyorum. O da daha fazla canı yanmasın diye benim hareket ettirdiğim yöne doğru itaat etmek zorunda kalıyordu. Tam onu geriye çekip ben öne atılıp telefonu elime aldım. Baktım telefonun yanıp sönen ekranına Arda’m yazıyordu. Sonra nefes nefese bir de Cemre’ye baktım. Gözlerimin içine bakıp işaret parmağını bana sallarken “Sakın Mira, sakın… Bir açarsan o telefonu kafanı kırarım senin.” Dedi. Sesindeki hiddet açma diye çemkiriyor ağzı “Sakın,” diye haykırıyordu. Ben elimi telefonun ekranına götürürken dudaklarımda sinsi bir kıvrılma, gözlerimde zafer işareti Cemre’nin ağzı bir karış açık o ekrana dokundum.

Cemre, gözlerini kapatmış, hiç de hoşnut olmayan bir yüz ifadesi ile benim konuşmamı dinler vaziyetteydi. Ama beklemediği şey benim Arda’ya değil de kendisine seslenmem oldu.

“Eeee Cemre hatun, hadi gitmiyor muyuz? Bak gittiğimiz yerde bana çilek bulacaksın yoksa kafanı ütülerim haberin olsun,” diyerek yanına gelmiş onun şaşkınlığına gülmemek için kendimi zor tutarken omzuna elimi atmıştım.

“Aferin kız Mira, akıllanıyor musun ne?” Şaşkınlığını kısa sürede üzerinden atan ve yaptığım hareket sayesinde Cemre’nin yüzünde ki mutluluk görülmeye değerdi.

Telefonu tamamen kapattım. Gör bakalım Arda bey, el mi yaman bey mi yaman? İnsanın sevdiğine ulaşamamasının acısını bir de sen tat, diye içten içe zafer nidaları atarken Cemre ile kol kola girmiş hazırlanmak için odalarıma yönelmiştik ki birden vücudumuzu titreten soğuk ile bir kez daha yerimizde ürpererek irkildik. Gözlerimiz önce birbirini bulurken ardından aynı hızla soğuğu takip ettik.

Kahretsin! Nasıl becermiştim bilmiyorum ama o camı kırmıştım. Cemre ile ben kahkaha krize girerken artık kabul ediyordum ki ikimizde normal değildik. Cemre elini omzuma attı.

“Cantuğ Trabzon’da ama Tufan’a söylerim geçerken de anahtarı bırakırız o halleder. Eeee daha ne bekliyoruz.”

“Bekle bizi Uludağ seni fethetmeye geliyoruz.” diyerek haykırırken gülmelerimiz odaya çoktan doluşmuştu.

Loading...
0%