@ugurluay
|
20.BÖLÜM(***Güven Bana***) “O benim hayata dair her şeyim…” Bitmiştim. Tek kelime ile sonuna kadar tükenmiş, nefessiz kalmıştım. Ağzımdan çıkan isimi takip eden kelimeleri kekeleyerek söylemem ise korkudan mı yoksa şaşkınlıktan mı bilemedim? “Be-be-ben…” diyebildim daha da o kelimenin devamı gelmedi. O sesine leyla olduğum Arda’m müptelası olduğum sıcaklığından ayırıp beni yavaşça kendine doğru çevirirken başımı önüme eğmiş yüzüne bakamıyordum. Kızgındım, kırgındım, şaşkındım bir o kadar da korkuyordum. Nasıl bir duygu karmaşasıydı bu böyle çoban salatası gibi, ah bir çözebilsem ne iyi olacaktı. Çenemden tutup hafifçe başımı yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerim hasret kaldığım yeşillerinin en koyu tonuna takılı kaldığında onun bakışları içinde saklanmaya çalışan ama başaramayan öfkeyi görebiliyor dahası yaydığı elektrik ile hissedebiliyordum. Adam bildiğin yüksek voltajı yüklenmiş ortalarda dolanıyordu. Şuna bak ya hem suçlu hem de güçlü, bundaki bu bakışlar gider bir de bana utanmadan kurduğu baskı ile özür diletirdi. Hain adam ne olacak. Kızgınlıklarımız, kırgınlıklarımız, öfkemiz ve korkularımız birbiri ile mücadele ediyor, birbirlerine üstünlük kurmaya çalışıyorlardı. Bu savaşı kim kazanacaktı, işte orası üç bilinmeyenli denklemin mesken tuttuğu meçhuller diyardı. “Sen, nasıl?” Mırıltı halinde çıkan şey bana ait olduğundan bile haberdar olamadığım sesime aitti. “İstemem yeterli Mira, inan sadece seni bulmak isteyeyim. İçimdeki bu deli istek bana kapalı tüm kapıları açar, bilinmeyen her şeyi açıklar, çözülmeyen tüm oyunları önüme bir bir masaya ayrıntısı ile yatırır. Şimdi olduğu gibi her zaman her yerde bulurum seni. Kaçamazsın Mira, nefesini bir adım öteme taşıyamazsın. İnan ki bu yaptığın ile sadece kendini kandırırsın.” Ukala dümbeleği sende, istemesi yetermişmiş de, kendimi kandırırmışım da, iyi de neden düştün sen peşime be adam? Sen gidip telefonunu emanet ettiğin o kadının peşine düşsene, ne diye benim karşıma çıkıyorsun ki? “Ama, neden?” “Çok basit aslında, hem sen akıllı kızsın Mira şimdiye kadar hala mı anlayamadın?” “Ne? Kim? Ben mi?” Ne neden? Ne neden? Ne saçmalıyorsun acaba Mira sen? Adam ne güzel romantik takılırken tutamadın şu tutulası çeneni sıktın limonu muhabbetin tam göbeğinin orta yerine, aferin kızım Mira sen böyle devam et. Arda seni bırakmadıysa, bile bu saçmalamalarının ardından kesin bırakır. “Mira,” dedi ve ellerimi tuttu. Koklayarak öptü ardından gözlerimin içine yeşillerine şefkat giydirerek bana baktı. “Binlerce yanlışım arasında bulduğum tek doğrum SENSİN ve ben seni asla kaybetmeyeceğim. Buna alışsan iyi olur, şehir değiştirmen bana engel değil bilesin. Nerede olsan bulurum seni.” Çapkınca bir göz kırpmasının ardından yüzünü birde beni mahveden baştan çıkarıcı yamuk gülüşünü de yapıştırmadı mı işte o anlarda ağzımın kenarlarından salyalar aktığını hissetsem de pek bozuntuya vermedim. Serde yiğitlik var. “Arda sen, sen yalan söylüyorsun? Sana inanmıyorum.” Az önceki salya vakasından sonra bu sert çıkış benden nasıl çıktı hala şaşıyorum. Bilinçaltı desek daha doğru olur. Bünyem açıklama yapılmadan yelkenleri suya indirmemi istemediyse eğer, tabi canım başka ne olacaktı? Beynim uzaydan iniş yapmaya karar verip bilinçaltımı harekete geçirmiş olmalıydı. Önce konuşulması gerekenler varken kendimi bir an önce toparlamam gerekiyordu. Telefondaki arsız kızın sesi zihnimde yankılanırken kaşlarım istemsizce çatılıp karşımda çapkınca bana bakan adamı süzüyordum. Zaman hesap verme zamanıydı. “Mira, gidebildiğim tek yer senin diyarın neden bunu anlamak istemiyorsun? Senin olmadığın bir yerde nefes alamıyorum görmüyor musun?” Ney? Ney? Ney? Ne dedi o? O onu bana mı dedi? Bildiğin bana dedi ya, ben , ben, Mira AKTUNA…Ah be güzel adam içine şair mi kaçtı ne oldu? Ama ben altta kalır mıyım? Tabi ki hayır? Artık ben susuyorum yüreğimdeki aşkım konuşuyor, gözlerim ona eşlik ediyor. Dinle sevdiğim adam, yüreğimdeki aşkı şimdi de sen dinle… “Dünya gözü ile görebildiğim en güzel rüyaydı gözlerin. Huzurun mesken tuttuğu diyarlardı yeşillerin. Benim için yeşil huzur demekti. Huzur sen demekti. Sen ve ben yalnızca BİZ demekti. Ama sen, sen bana ihanet ettin. Arda sen bana, bize ihanet ettin.” “Ben sana asla ihanet etmedim. Neden görmek istemiyorsun Mira? Bana bir bak, ne haldeyim bak bana… Ayağının bastığı tek bir toprak parçası olmaya aday bu adam. İhtimaller üzerine sevdi seni bu adam. Gözünün gördüğüne değil, gönlünün gördüğüne sahip olmak istedi bu adam. Yanında atan mekanik bir kalp değil, canında atan bir yürek olmak istedi bu adam. Bu adam seni değil, yüreğinde gördüğü kadını istedi. Sahip olmak değil, ait olmak istedi. Yanında sevmeyi öğrendiği, adam olduğunu hissettiği kadını, hak ettiği gibi güzel sevmek istedi. Sadece seni, yüreğinin, sevginin, aşkının hak ettiği gibi güzel sevmek istedim be Mira’m. Sen, sen bunu neden anlamak istemiyorsun?” dediği an ellerini yavaşça gevşetti ve ellerimi umutsuzca serbest bıraktı. Çaresizlik bakışlarına yayılmış bir haldeydi. Anlamam için gözlerimin içine umut ederek bakıyordu. “Uykuyu haram etti gözlerin gecelerime, aldığım soluk benim değil gibi canımı yakıyor. Kalbimin attığını bile hissedemiyorum. Durdu zaman, yer mekân birbirine girdi fani dünyamda, yokluğun anlamsız geleceğimle yoğrulsa da, varlığının tek bir ihtimaline umudum gebe şu yalan dünyada…” “Mira, Mira’m sen görebildiğim en güzel rüyanın içinde sahip olabildiğim en masum ve özel varlığımsın.” “Güzel adamım diyorum ya sana, benim güzel adamım… Ama bilmiyorsun ki güzelliğinle değil bana ait olan özelliğin ile sevdim ben seni…” “Sevgin ile adam ettin sen şımarık yüreğimi.” “Korktum Arda, gerçekten benden gitmiş olabilme ihtimalin ile yüz yüze geldiğimde çılgına döndüm.” “Gözlerin yarenlik ediyorsa yüreğime korkma ceylan gözlü yârim. Ben seni deli gibi istiyor, bekliyor ve bir an olsun vazgeçmiyorum. Bana biraz olsun inanmayı dene be güzelim. Lütfen güven bana. Gözlerinde gördüğüm şüphe bana olan güvensizliğin beni öldürüyor.” “Beni evimde bulamayınca kızdın mı?” “Ev dediğin nedir Mira’m? Ev dediğin bir çatı, dört duvardan mı ibaret? Hayır… Ev dediğin yer şekilsiz, şemalsizdir. Huzuru tattığın omuz, umudu yaşadığın gözler, ümidi yeşerttiğin yerdir. Senin asıl evin, yârim diye nefes aldığın can benim Mira… Senin evin, yurdun aşkın, hayata dair her şeyin benim bunu asla unutma.” Birçok şey konuşulmamış olsa da aslında aramızda her şey konuşulup halledilmişti. Gözlerimiz anlaşıp yüreklerimiz onaylamıştı. Ortada ihanet yoktu, yalnızca benim yaptığım çocukluk vardı. Onun sözleri kafamın içinde bir bir yer ederken yüreğim çocuklar gibi coşkulu ve şendi. Güven, inan bana diyordu. Benim duyduklarım karşısında derin suskunluğumu görünce yüzü gerginleşmiş, dişlerini sıkarken ne çıkardığı sese ne de çenesinin seğirmesine engel olamıyordu. O içinde vermiş olduğu merak uyandıran mücadeleyi bertaraf etmeye çalışıyordu. Bir yandan da dilinden dökülen her bir kelime gözlerine eşlik eden imalar ile ruhuma ilmek ilmek işliyordu. “Mira’m, yolcuydu gözlerim yüreğine, öksüz bir çocuk gibi boynu bükük, mahzun… Kederliydi içimden sana doğru esen ılık meltemler. Üşütüyordu asla sahip olamama düşüncesi hayallerine. Korkuyordu kapılarının ardında kalmaktan bu yürek. İstiyordu, bekliyordu ama deli gibi de korkuyordum. Hüzün bulutları bir ok misali gözlerime yerleşirken yüreğinin kapılarında kalıp gözlerimin yolculuğunun sona ermesi içimde engel olamadığım bir dehşete kapılmama sebep oluyordu. Korkuyordum, hem de deli gibi… Kapıların, kapılarının ardında kalma ihtimali bile beni çılgına çevirmeye yetiyordu. Yapma, ardında bırakma beni be Mira’m… Ömrüne müebbet beklerken, kapılarının ardından özgür bırakma gözlerimi. Azad etme yüreğinden beni. Ben senin gözlerinde tutsak, ben senin yüreğinde özgür, ben senin ruhunda müebbet beklerken, yapma ardında bırakma beni. Azad etme yüreğine bir çocuk gibi bin bir heves ile yola çıkan gözlerimi. Güven bana Mira’m… Güven bana,” dedi ya of be şair ruhlu sevgilim benim. Ne konuştu öyle ya, ben gibi hatundan bile yağlar sızmaya, ballar damlamaya başladı. Allah’ım bu adam ne güzel konuşuyordu. Gözlerim dolu dolu ona bakarken ağzımdan çıkan yalnızca iki kelime “Seni Seviyorum,” olmuştu. Onun ise vereceği tek karşılık çok beklemeden dudaklarıma kapanması olmuştu. Dudakları dudaklarıma mühürlenmiş bir şekilde ahenk içinde dans ederken benim aşk ile verdiğim karşılığı çoktan anlamıştı. Bir eliyle ensemden tutup diğer eli ile belimden tutarak beni kendine doğru nazikçe çekmişti. Dudaklarım alev alev yanarken, vücutlarımızın dışarıdaki soğuğa pek de aldırış ettiği söylenemezdi. Uludağ’ın soğuk havasında, gecenin derin sessizliği ve gözleri kör edecek karanlığında ben onun alev gibi yanan dudakları arasından içime nüfuz eden sıcak nefesini içerek ısınırken ona olan hasretimi bir nebzede olsa dindirmeye çabalıyordum. Onun bana dokunduğu, onun beni sevdiği, onun beni gözünün şefkati ile okşadığı her an ben onun ile tamamlanıyordum. Biz kavuşmanın ne demek olduğunu derinlerde bir yerlerde en güzel şekilde öğreniyorduk. O benim eksik yanım, o beni tamamlayan eşsiz parçamdı. O benim hayata bağlı kaldığım tek ve özel can damarım, tek gerçeğimdi. Fazla lafa söze gerek yoktu. Özetle o benim hayata dair her şeyimdi… |
0% |