Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@ugurluay

21.BÖLÜM(**Bir Tutam Mutluluk***)

“Bir tutam mutluluğu içtim ruhum ile doya doya,

Sensiz günlere rağmen senli hayaller girdabında…”

Dört ay sonra

Her şey ne kadar da hızlı akıp gidiyordu. Zaman denen şeyin bazen bir sudan farksız olmadığını düşünüyorum. Düşünsenize koskocaman çekilmez bir ömrümüz var diye yakınıyoruz. Dönüp ardımıza baktığımızda ise karşılaştığımız tek şey koskocaman bir hiçten ibaret. Yıllar nasıl bir çırpıda gelip geçiyor, geçerken değil de geçmiş olduğunda fark ediyoruz. Sanki elimdeki bir bardak suyu boşalttığım hız ile akıp gidiyordu hayatım. Ardıma baktığımda geçmiyor dediğim zamandan hatırladığım birkaç anı aklımda yer ederken önüme döndüğümde geçmez dediğim kalan ömrümün ikinci yarısı duruyordu. Ömür dediğin bir saman alevi gibi yanıp gidiyordu. Ne söndürülebiliyor ne durdurulabiliyor ne de yavaşlatılabiliyordu.

Kimine göre akıp gidiyor, kimine göre yakıp geçiyordu. Kimine geçiyor, kimine de geçemiyordu. Değişkendi yaşananlar, değişkendi kişi de bıraktığı izler. Bende ise bir deli rüzgâr gibi esip geçiyordu. Yetişemiyordum. Hızını alamıyor her an her saniye beni biraz daha yerle bir etmeyi başarabiliyordu.

Arda Uludağ’da bir anda karşıma çıkarak beni alt üst etmeyi başarmıştı. Deli gibi istesem de gelebilme ihtimali aklımda küçük bir kırıntı halinde bile belirmiyordu. İstediğim ama beklemediğimdi. Bir anda karşımda onu görmem beni alıp başka diyarlara doğru yolculuğa çıkarmıştı. Aşkın mesken tuttuğu dönüşü olmayan yollara… Uludağ’ın soğuğu bana işlemezken ben onun yeşillerinde kaybolup giderken vücudum alev almış yanıyordu. Belki anlamsız konuşmalar, sorulan sorulara verilen alakasız cevaplardı ama önemli olanda bu değil miydi? O kadar tuhaflığın arasında gözler buluştuğunda dilimiz birbirini anlıyor, zihnimiz söze dökülmeyen cümleleri tamamlıyordu. Kimse anlamasa bile aramızda konuşulmayan eksikler, boşluklar tamamlanırken aklımızdaki tüm şüphelerde ortadan kalkmıştı. O bana güven demişti. Ben ona ona güvenin her evresinin sonsuzluğunu yaşatmıştım. Uludağ’da yaşanan emsalsiz kavuşmanın ardından verilen sözler ile ilişkimiz bambaşka bir boyut almıştı. Artık paranoyakça düşüncelerime onu kurban etmiyordum. Benim çekip gitmelerim, onun haber vermemezlikleri artık son bulmuştu. Sorunlarımızı konuşarak hallediyor yeni bir tartışmaya yer vermemek için ikimizde çaba sarf ediyorduk. O günden bugüne tam dört ay geçmişti. Vizeler, finaller, ödev teslimleri derken resmen pestilim serilirken insanlıktan çıkmıştım. Saçım başım birbirine girmişti. Arda şu anda bir sürpriz yapıp Ankara’ya habersiz çıkıp gelse cidden benden soğurdu. Ben aynaya bakmaya korkarken, adam benim suratıma baksa gulyabani zanneder arkasına bakmadan kaçar giderdi. Bu mu sevdiğim kız derdi? Harbiden çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır cümlesinin her bir kelimesinin gerçek tasviri gibiydim. Hakkını veriyordum söylenen tüm cümlenin. Helal olsun bana… Ama ne yapabilirim sınav dönemi normal hallerdeyim yani… En büyük şansım ise Arda’nın işlerinin bu sıralar çok yoğun olduğuydu. O kadar yoğun olmuştu ki bazen günlerce Arda ile telefonla bile görüşemiyorduk. Bana anlatmıyordu ama İstanbul’da yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Umut’a bir türlü ulaşamıyordum. Arda’ya Umut’u sorduğumda ise lafı eveleyip geveleyip, o iş gezisinde diyerek konu ile birlikte telefonu da suratıma kapatıyordu. Çok fazla üzerinde durmuyordum. Şunun şurasında mezun olup İstanbul’a geri dönmeme ne kalmıştı. Sonra ver elini şirket, al karşına Arda’yı seyre… Of ki ne of! O zaman benden gizli tutulan tüm aile sırlarına da el atacaktım, Umut’u da çakma sevgilisinden de kurtaracağım, Arda’m ile aşkımı yaşayıp annemi de razı edecek evlilik yollarına çiçekler serecektim. Ah be ne hayırsever hatun oldum çıktım ya, kendi mutluluğum bitti çevremdekileri de mutlu etme planları yapmaya başladım. Cidden muhteşemim ya, seviyorum kendimi …

Geçen aylar içinde annem ile aramı düzeltmiştim düzeltmesine de Arda konusu bizim için resmen bir tabu haline gelmişti. Onun adı çoktan yasaklı kelimeler arasına girmişti. Bende şu an uzaklardayken bu konuyu çok fazla deşmek istemiyordum. Annemin sessizce koyduğu kurala uyarak yaptığımız anlaşma ile şimdilik bu konuyu mühürlemiştik. Ama şimdilik…

Aramızdaki gizli anlaşmayı kabul edip zamanı gelene kadar sesimi bu konuda kısmayı hatta çenemi tamamen kapatmaya karar vermiştim. Gerçi o günün gelmesine az bir zamanımın kaldığını yani ecelimin yakın olduğunu hissediyordum. Sanki Azrail ensemde her an soluğumu kesmek için beni hazır ol da bekliyordu. Arda beni bu konuda giderek bunaltmaya başlamıştı. Liseli âşıklar gibi beyimiz kaçak göçek görüşmek istemiyormuş. Ah bilse ki, Umut ve annem öğrendiklerinde hiç görüşemeyeceğiz. Maazallah… Neyse ben bu ihtimali bilinçaltımın en tozlu raflarına kaldırırken bir süre daha Arda’yı oyalamak için bahaneleri zihnimde canlandırmaya ve onun beynini yemeye başladım.

Yaz tatili boyunca Arda’nın peşinde koşup onu bir türlü davet edemediğim mezuniyet balom ise içimde hala kanayan bir yara gibiydi. Tamam, sevgili olmuştuk ama işte olmuyordu. Yapamıyordum. Her konuda düşen çenem bu konuda açılmıyor, boş boğazlık ve patavatsızlığı da ekleyerek konuya bir türlü giriş yapamıyordum. Utanıyor muydum? Kim ben mi? Yok canım o kadar da değil. Benimkisi galiba bu konuda reddedilme korkusuydu. Sonuçta ne işim var benim tanımadığım insanlar arasında da diyebilirdi? Der miydi cidden? Yok canım demezdi? Demezdi değil mi? Demezdi canım… Bir gün yine telefonun ucunda ben konuyu nasıl oraya getireceğim diye kıvranırken, ben daha konuya giremeden o sert ve esaslı bir şekilde dan diye dalış yaptı.

“Mezuniyet balonun tarihi ne zaman?” demez mi? Ooğ bu da neydi böyle? Nasıl bir girişti böyle? Çok sert ve zamansız olmuştu.

“Neden? Niye sordun ki?” Salaksın Mira, cidden akıl denen şey senin o beyin diye tepende taşıdığın yük israfı yapan şeyin içinde bir gram dahi yok.

“Çünkü bende geliyorum.” Demesin mi? Anam geliyorum diyen dillerini yesinler, diye içimden haykırırken dışımdan telefonun ucundaki adama gayet sinir bozucu bir ses tonu ile “Seni davet ettiğimi hatırlamıyorum,” demiştim ya, ben, ben demiştim. O kopup yerlere paspas olmaya gönüllü dilim ile söylemiştim. Ah tutulsun o boşa çalışan çenen, kopsun boyun kadar uzun yılan gibi sivri dilin Mira… Sen değil miydin günlerce adamı davet edeceğim diye peşinden pervane gibi ayrılmayan? Püskülü kuyruk gibi aksesuar niyetinde dedektif gibi iz süren. Bin bir entrika çevirip Umut’un kasıntı sevgilisine hediye seçiminde bile yardımcı olan. Iyh aklıma çakma porselen Çiğdem gelince birden midem kasılıp kusma isteği içimde dolup taşmıştı. Çakma porselenin yan etkisi… Iyh… Neydi o öyle ya? Göz zevkimi bozan hatun demeye bile dilim varmıyordu. Çakma porselen ne olacak? Her neyse değerli vaktimi adını duymaya bile tahammül sınırlarımı zorlayan bir cismi düşünerek geçiremeyecektim. Heh nerede kalmıştık mezuniyete davet etmediğimi söylemiştim. Ben adama verdim vermemem gereken cevabı ama onun pişkin karşılığı da çok geç kalmamıştı.

“Davet beklediğimi söylemedim zaten.”

“Eeee o zaman?”

“Söz konusu sen isen davet kelimesi lügatimden silinip gider. Hala öğrenemedin mi?”

“Ne?”

“Mira iki seçeneğin var. Bak bu kadar da nezaket sahibi bir insanım sana seçenek sunuyorum. Sen karar vereceksin.”

“Neymiş o seçenekler?”

“Ya müstakbel kocan yani benimle gideceksin.” Ney? Ney? Ney? Ne dedi o? Koca mı dedi o? Hem de en müstakbelinden.

“Ya da?”

“Ya da balonun üzerine bir bardak soğuk su içip dizini kırıp kıçının üstünde oturup bekleyeceksin?”

“Dalga mı geçiyorsun sen ya? Ne içtin? Neyin kafasını yaşıyorsun? Kendinde misin sen?”

“Alışacaksın kelebeğim.”

“Neye? Allah aşkına söyler misin neye alışacağım?”

“Sevdiğim kadın olmaya,” demişti ya ben, ben işte o an bitmiştim işte. O bana sevdiğim kadın olmaya alışacaksın dedi, benim ağzım kulaklarımda, ağzım burnum nefes alıp vermeyi teorikten pratiğe geçirmenin her aşamasını çoktan unutmuştu. Ben dünyanın neresinde, ne halde, ne olarak yaşıyordum. An itibari ile hiçbir şey bilmiyordum.

Bildiğim tek bir şey varsa o da onun söylemiş olduğu sözler ile aşkı yaşayabildiğimdi. Ben onun gözlerinde mesken tutup yüreğine ulaşmak için ruhunu güzergâhım yapmıştım. O gözlerimle ruhunu adım adım ezberlediğim benim güzel adamım… O beni aşka yetim kalmış yüreğimden süzülüp giden hüzün gözyaşlarını silerek benim ilacım olan tek dermanım. Dedim ya o benim hayata dair her şeyimdi.

Loading...
0%