Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@ugurluay

24.BÖLÜM(***Bir Garip Olay***)

“Sen hiç aşk diyarında, sensiz yetim kaldın mı?”

Gözlerimi sakince açtığımda karşımda bir çift şaşkın gözü bana bakar halde buldum.

“Abla, Nazan Hanım elbiseyi gönderdi. Tam istediğin gibi olmuş öyle söylememi istedi,” dedi. Ben gözlerimi fal taşı gibi açmış şaşkın bir halde bana bakan gençten çocuğun söylediklerini anlamaya çalışırken, gördüklerimin gerçekliğine inanmaya çalışıyordum. Ağzım bir karış açık, beklediğim gözlerin karşımda olmayışının hayal kırıklığını en derinden yaşarken bu çocuğun neden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum. Cidden bu çocuk ne diyordu böyle?

“Hu hu abla orada mısın? Kime diyorum, sabah sabah çattık ya,” Eli ile dalmış gitmiş gözlerimin önünde yelpaze gibi sallarken beni kendime getirmeye çalışıyordu.

“ Abla kime diyorum ya? Nazan Hanım diyorum, mezuniyet kıyafetindeki tadilatları bitirdi diyorum. Bugün istemişsin ya,” çocuk benim vermediğim tepki ile huzursuzca yerinde kıpırdandı. Tepkisizliğim canını sıkmış olmalı ki endişeye kapılarak “ Allah Allah yanlış adrese mi geldim ne yaptım?” diye elinde tutmuş olduğu yazılı adresi kontrol etmeye koyulmuştu. Ben ise hareketsiz ve tepkisiz hala karşımdaki çocukluğun bir hayal olduğunu ümit ediyordum. Benim beklediğim kişi bu çocuk değildi. Gözlerimin buluşmasını dilediğim kişi bu çocuk değildi.

Cemre, kapı önünde benim tepkisiz kalarak bocaladığımı fark etmesi üzerine koşarak mantar gibi yanımda bitivermişti. Cankurtaran arkadaşım benim ne çekti ben de bu kız ya?

“Tamam, tamam sorun yok doğru adrestesin. Ben alayım o elbiseyi,” dedi ve çocuğun elinde tuttuğu paketi alal acele aldı. Çocuğun eline yüklü bir bahşiş tutuşturup konuşmasına bile fırsat vermeden hızlıca kapıyı çocuğun suratına kapattı. Çocuk eline tutuşturulan yüklü miktarda parayı görünce daha fazla kafa ütülemeyi bıraktı. Merdivenleri ceylan gibi sektiğine adım gibi emindim. Ben kapanan kapının arkasında taş bir heykel gibi kalırken Cemre elindeki elbise paketi ile çoktan salona geçmişti. Cemre, aklımı biraz dağıtıp beni rahatlatmak için hemen gelen kutuyu açtı. Elbiseyi havaya kaldırmış bana doğru tutarken “ Oooo bu kıyafet muhteşem olmuş. Hakikaten anlattığın kadar güzel yapmışlar, hem sana da çok yakışacak. Arda bu kıyafeti görünce kıskançlıktan delirecek adeta gözü dönecek,” dedi. O an, onun adını duymak kaşlarımın çatılmasına ve kalbimin karanlığa gömülerek aklımın zincirlerini kırıp çığırından çıkmasına sebep oldu. O isim ki zamanında benim aklımı başımdan alıp mutlu eden, adam vasıflarına sahip olduğunu düşündüğüm şahsa aitti. Şimdi ise gözümün dönüp yüreğimi karartan beni çılgına döndüren bir isime dönüştürmüştü. Gariban Cemre’m nereden bilecekti Arda hırtının magazin de boy boy çıkan resimlerini, utanmaz haberlerini… Ama ben şu an Cemre’nin neyi bilip bilmediği ile ilgilenecek, sorgulayacak, idrak edecek durumda değildim. Karşımda mutlu mesut duran Cemre’nin yanına kaşlarım çatık bir halde hışım ile gelerek tuttuğu elbiseyi hiç de nazik olmayan sert bir tavır ile çektim aldım. Elbiseyi çekmem ile yerinde sarsılan Cemre elleri havada kalmıştı.

Cemre, “Ne oluyorsun sabahtan beri be, aklını mı kaçırdın?” diye haykırırken ne olduğunu anlamaya çalışıyor ama durumun vahametini bir türlü çözemiyordu. Gözleri endişeli bir o kadar da öfkeli bana bakıyordu. Cemre’yi görmezden gelip elimde tuttuğum elbiseye göz ucuyla tiksinir gibi bakıyordum. Sanki Arda’yı şu an elimin altında gibi hissediyordum. İçim tarifi imkânsız bir hınç ile dolup taşıyordu. Elimde olsa ne mi yapardım? İşte bunu…

“Şeref yoksunu, haysiyeti tükenmiş adi, pislik herif… Bunu bana nasıl yaptın? Sen bize nasıl kıydın?” diyerek elimdeki elbiseyi yırtmaya param parça etmeye başladım. Bir yandan ağlıyor bir yandan da içimdeki zehiri boşaltırcasına haykırıyordum. “Yokluğunu yaşarken gün görmedi benim gözlerim. Gönül nezdimde kalıbının adamı değilsin artık. Kimsesiz bıraktın. Ruhumu perişan ettin. Fersiz bıraktın gözlerimi. Ölüm sessizliği içine acımadan gömdün sen beni. Hakkını vermem lazım, helal olsun sana. Bir masalın içine beni hapsetmeyi başardın. Sadece bir rüya gördüğümü anladığımda darmadağın ettin sen beni. Gerçeklerin bir masal, bir rüya olduğunu öğrendiğimde bulutların üzerinden düşüşüm yere çakılışımın şiddetini arttırdı. Yaptığın bu son hamle benim çözülmemi sağladı. Yüzüme çarptığın acı manzara ile sevmenin bana yasak, haram olduğunu bir kez daha anladım. Helal olsun senin adamlığına… Beni bu hale getirmeyi senden başkası başaramazdı. Beni bitirmeyi başardın. Sevmeyi bilmeyen yüreğin ile beni de bendeki seni de bitirmeyi başardın.” Duramıyordum, kendimi durduramıyordum. İçimdeki irini boşaltmam gerekiyordu. Sinirlerim boşalmıştı, dilim çözülmüştü. İçimdekiler, dışımdakiler, korkular, yalanlar ve gerçekler… Her şeyin söze dökülme zamanıydı… “Güven dedin, güvendim. İnan dedin, inandım. Gidebildiğin tek yer benim yanımdı. Hani evim sendin, hani yurdun bendim. Canımdın sen benim. Nasıl dokunabildi dudakların başka dudaklara? Tenin başka tene değdiğinde üşümedin mi? Buz tutmadı mı yüreğin? Başka kolların arasında aklına hiç gelmedim mi?” diye içim acıyarak haykırıyordum. Parçalanıyordu yüreğim, ruhum kırılıyor tuz buz oluyordu. Elbiseyi param parça yapmıştım. Kendim gibi bin parçaya ayırmıştım. Sesim hıçkırıklarıma karışırken ellerimdeki ince sızıyı yavaş yavaş hissediyordum. Ellerimdeki sıcak kanın ıslaklığını hissediyordum. Elbiseyi yırtarken ellerim arasında o kadar sıkmıştım parmaklarım pullara takılarak yırtılmıştı. Kanlar akıp giderken ellerim değil artık yüreğim acıyordu. Gücüm tükenmiş dizlerimin üzerine çöktüğüm anda hala ağlamaya devam ediyordum. Dilimde ise tek bir cümle “ Karşılığı, karşılığı bu muydu lanet herif?” olmuştu.

“Aşkıma verdiğin değer bu kadar mıydı? Ben bu kadar değersiz miydim senin için? Suskun zamanlarımda bile yüreğimden fısıldadığım tek isim SEN olmuştun. Şimdi gözümün kenarından yitip giden hüzünbaz gözyaşının adı SEN oldun.” Sesim titreyerek fısıltı haline dönüşmüştü. Cemre benim darmadağın olmuş bu halime daha fazla dayanamadı. Gözyaşları içinde sayıklar gibi konuşarak yere yığılıp kalmış olan beni kolları arasına alarak sımsıkı sarıldı.

“Kuzum Allah aşkına söyle ne oldu? Korkutma beni, yalvarırım kendine gel. Ne oldu?” Bir yandan konuşuyor bir yandan da bana sarılırken gözyaşlarımı elleri ile silmeye çalışıyordu. Baktı olacak gibi değil ben sakinleşmiyorum o da daha fazla dayanamadı. Artık o da gözyaşlarına engel olamıyor, hıçkırıkları boğazından firar ediyordu. Ağlıyorduk. Ankara’daki evimizin salonunun tam ortasında ellerim kanlı, etrafta Arda’nın hediye ettiği mezuniyet kıyafetinin yırtılmış parçaları, biz iki arkadaş hıçkırıklarımızın arasında gözyaşlarımıza engel olamadan boğulurcasına ağlıyorduk. Artık konuşmuyorduk. Ne konuşabilirdik ki, konuşulacak, anlatılacak, söze dökülecek ne kalmıştı? Evin içinde yankılanan tek şey birbirine eşlik eden hıçkırıklar ve onların yareni gözyaşlarımız oldu.

“Adam sanmıştı yüreğim seni. Eyvallah dedim yüreğimi açtım. Aşkın eyvahım oldu bilemedim.” Dedim ve artık sustum.

Loading...
0%