@ugurluay
|
25.BÖLÜM(***Ömrüm Yeter Mi?***) “Bir insanın güvenine sahip olmak kadar muhteşem bir duygu yoktur şu dünyada… Güven dediğin şey her baba yiğidin harcı değildir hayatta… Serttir kırılmaz, kırılırsa bir daha onarılmaz.” Gözyaşı insanın gözünden mi akar? Yoksa gözümüz ile göremediğimiz kalbinden mi? Aslında ucu açık ve asla kapanmayacak kanayan bir yaradır bu çelişki… Ağır geçirdiğim günün can yakıcı geçmeyen kara bir gecenin ardından ağlamaktan şişmiş gözler ve akmaktan yorulmuş kızarmış bir burun ile aynanın karşısına geçmiş yüzümün suratsız ifadesine bakıyordum. Ne olmuştu? Nasıl olmuştu da bu hale gelmiştim ben? Lavaboya dayadığım ellerimden güç alarak titreyen ayaklarıma inat aynada gördüğüm aksimde akmaya hazır gözlerimin içindeki ışıltı parçacıklarının derinlerindeki bana el sallayan minik kırıntılara bakıyordum. Bu kadar mı aciz ve güçsüzdüm? Bu denli mi çaresizdim? Hayır ben Mira AKTUNA’ydım babamın bizi terk edip gittiğinde bile canım bu kadar acımadı. Babamın benim ile görüşmek istemediğinde bile bir gram gözyaşı dökmemiştim. Ben Mira AKTUNA’yım Arda’nın baş belalısı, onu kendinden öte seven, düşük çenesi ile karşısındaki herkese her istediğini yaptıran, dil cambazıydım ben. Bu kadar basit olamazdı. Yaşadıklarımız, aramızda geçen her şey bir açıklamayı hak ediyordu. Kafamda kurduğum mahkemeler sonucunda anlık aldığım bir karar ile musluğu açıp yüzüme soğuk ve sert suyu çarptım. Bir nebze de olsa kendime gelmeliydim. Aklımı toparlamalı, mantıklı hareket etmeliydim. Dün yaşadığım sinir krizinin ardından kendimi bir an önce toparlamalıydım. Kötü bir günün ardından uykusuz bir gece geçirmiştim. Şimdi ise tartışmaya kapalı anlık aldığım karar ile lavabodan çıkıp odama acele ile yöneldim. Odamın kapısından içeriye parmak ucunda girmiştim. Benim yatağımda sızıp kalan cefakâr ve fedakâr arkadaşım Cemre’ye gözüm takıldı. Onun uyuyan yüzünü gördüğümde yüzümde tatlı bir tebessüm oluşurken yüreğime bir burukluk çöreklenip kaldı. Ben kendimden geçtiğim beni odaya getirmiş sabaha kadar da başımda nöbet tutmuştu. O benim arkadaşım değil dostumdu. Dost kelimesini sonuna kadar hak eden hayatımdaki yegâne insanlardan biriydi. Onu uyandırmamaya özen göstererek dolabın üzerindeki valizi sessizce almıştım. Yavaşça dolabın kapağını açtım. Valizin fermuarını da dikkatli bir şekilde açarak Cemre’yi uyandırmadan içine ihtiyacım olabilecek birkaç eşya atarken “ Mira ne yapıyorsun sen?” diyen Cemre’nin uyku mahmuru sesi ile hareket kabiliyetimi yitirmiş bir şekilde irkildim. Annesine gizli işler çevirirken yakalanmış çocuklar gibi yüzümü buruşturup bu durumdan hiç de memnun olmadığımı gösterircesine tedirgince sırtım dönük olan Cemre’ye yavaşça döndüm. Cemre’nin kaşları çatık beni süzerken vücudumu tef gibi gerildiğini hissediyordum. “Ben mi?” soğukkanlılık ile vermeye çalıştığım cevabın pek de başarılı olduğu söylenemezdi. “Evet, tabi ki sen? Benim uyuduğumu fırsat bilip arkamdan iş çeviren senden başka bir insan mı var ortada? Ne ol valiz bir yere mi gidiyorsun?” diyerek gözlerini ovuşturup yataktan kalkmıştı. “Ben, ben şey…” Ne diyecektim ben şimdi, tabi ki cümlemin devamı gelemeden onun sert sesi odada yankılanmıştı. “Sen, sen ney?” Of Cemre ya, cidden bu kızdan da etkisinden de tepkisinden de tırsıyorum. Korkuyorum ya… En iyisi hızlı bir şekilde söyleyip de kurtulmaktı. “ Ben İstanbul’a gidiyorum,” acele ile söyleyerek ona sırtımı dönüp hızlı bir şekilde valize birkaç eşya daha tıkıştırdım. Cemre ağzımdan hızlıca çıkanlara “Ne?” diye ciyaklarken, öfkeli bakışları eşliğinde heyecanlı hareket ile koşarak yanıma geldi. Elimde hazırlamaya çalıştığım valizi tutup benden çekip aldı. “Sen kafayı yemiş olmalısın, mantıklı düşünüp sağlıklı karar alamıyorsun. Ölürüm de gitmene izin vermem.” dedi. “Cemre, ver şu valizi akıl sağlığım gayet yerinde,” dedim ve benden kaş ile göz arasında aldığı valizi bu defa da verdiğim cevap karşısında şaşkınlığından yararlanarak ben ondan aldım. Vazgeçebilme ihtimalime karşı daha fazla oyalanmamam gerektiğinin farkına vararak valizin fermuarına sertçe çekerek kapattım. Planımda Cemre’nin uyanması yoktu. Onun karşı çıkacağını adım gibi biliyordum. Beni göndermeyeceğini, bağırıp çağıracağından emindim. Sırf bunun yaşanmasından korktuğum ve kaldıracak gücümün olmamasından dolayı Cemre’den gizlice kaçıp gidecektim. Ona da küçük bir not bırakacaktım ama ne yazık ki başarılı olamadım. Gerçi ne zaman yaptığım bir plan yolunda gidip başarıya ulaştı ki bu planım istediğim gibi sonuçlansın. Olmazdı. Bir kere şans benden yana giderse şaşardım. “Yok, yok senin beyin hücrelerin hepten yok oldu, öldü gitti. Söyler misin bana ne işin var senin İstanbul’da?” “Ne olduğunu öğrenmem lazım,” diyerek kendimi yatağın ayak ucuna artık ağırlığımı taşımaya ayaklarıma yardımcı olmak için kendimi bıraktım. “Ne olduğu gayet açık değil mi? Gördüklerinin dışında ne öğrenmeyi planlıyorsun acaba?” Cemre bir eli belinde bir eli ile söylediklerini destekleyen el kol hareketleri yapıyordu. Ellerimin arasına başımı almış derin soluklar alırken Cemre’nin söylediklerine karşılık onu ikna edici mantıklı bir açıklama yapmak adına beynimde oluşmaya başlayan cümleleri bir bir sıraya yerleştiriyordum. Onu ikna edemezsem bu kapıdan dirimi bırak ölü numarası yapsam dahi ölümü bile çıkarmazdı. “Cemre ben bugüne kadar hep fevri hareket ettim. Onu dinlemedim, çekip gittim. Ortadan kayboldum. Ama bu defa olmaz. O her defasında çıkıp geldi. Anlattı, bizim için savaştı. Bu defa da ben savaşacağım. Olanlar normal değil sen de örmüyor musun? Tüm bu yaşananların, o fotoğrafın, haberin bir açıklaması olmalı. Arda bunu bana yapmaz. Beni bu kadar severken, mezuniyetimi düşünüp bana elbise gönderen adam bunu bana yapmaz. Mutlaka bir şey olmalı. Arda bize kıymaz, bizi yok saymaz.” “Mira, adamın aşkından senin gözün kör olmuş. Neyin mantıklı açıklamasından bahsediyorsun. Adam bildiğin seni aldatmış. Yetmemiş tüm kameralar önünde kız ile dudak dudağa resim çektirmiş. O resimleri görmedin mi?” “Cemre, yeter artık. Evet, o resimleri gözlerim ile gördüm. Ama benim gözüm ile gördüğüm değil, onun dilinden görmediklerimi duymaya ihtiyacım var. Ben inanıyorum her şeyin bir açıklaması var ve ben İstanbul’a gidip bu işin iç yüzünü öğreneceğim.” “Bozuk plak gibi her şeyin bir açıklaması var diyerek takılıp kaldın. Gözünü aç Mira, gözünü aç. Sen hangi mantıktan söz ediyorsun. Adam senin telefonlarını açmıyor, mesajlarına bile cevap vermiyor. Kollarını açmış Mira gelsin de ona açıklama yapayım diyeyim diyerek beklediğini mi düşünüyorsun. Çok safsın Mira, adam olan insan evladının mantıklı bir açıklaması olsa sana mutlaka bir geri dönüş yapardı. Seven adam sevdiğim dediği kadını bu duruma düşürmezdi.” “Cemre, yalvarırım böyle konuşma,” gözlerimden akmaya alışmış yaşlar akın ediyordu. “Yalvarırım yeter artık sus. Cemre, ben inanıyorum onun mantıklı bir açıklaması var. Ve inan ben İstanbul’dan dönerken onun yanına gittiğim için pişman olmamış bir şekilde geri döneceğim,” dediğim anda oturduğum yatağın ayak ucundan kalkıp yerdeki valizimi aldım. Tam kapıdan dışarıya çıkıyordum ki Cemre’nin “Ya mantıklı bir açıklaması yoksa. Gözünün gördüğünün ötesinde öğrendiklerin canını daha fazla yakarsa o zaman ne olacak? Mira, o zaman ne yapacaksın?” demişti. Kulaklarıma acımasızca ulaşanlar ayaklarımın hareketini kesmeye yetmişti. Bir elimde valiz kapının girişinde hareketsizce durmuştum. Diğer elim ile kapının kulpundan tutunup güç almak istercesine sıkı sıkı tutmuştum. Gözlerim Cemre’nin söyledikleri ile kapanmış derin bir soluk alıp vermiştim. Biraz olsun aldığım nefes ile güç alıp gözlerimi açtım. “Ben, ben bilmiyorum.” Gerçekten bilmiyordum. Cemre’nin sorduğu sorulara verecek cevabım yoktu. “ İşte o zaman nasıl ve ne halde Ankara’ya geri dönerim inan bilmiyorum.” Dedi ve daha fazlasına gücüm olmadığını bilerek acele ile Cemre’yi ardımda bırakarak çıkıp gittim. Gözlerimden sicim sicim akan hüzün yağmurlarına teslim olurken, yüreğimdeki umut kırıntılarına deli gibi sarılıyordum. Bülbüle gönlünü yapmak için saray vermişler, yarenim gül nerede demiş. Terk etti seni vazgeç demişler. Vazgeçmem benim başım onun yoluna kurban olacak demiş. Gördüğün sadece bir seraptı, boş bir hayalden ibaretti demişler. Ben onun endamına sürgün, ben onun oluna başımı koydum demiş. Onun hayal olması, var olmama gerçeği benim kıyametimin kopması demekti. Ben gülün aşkından deli divane olmuş bir bülbüldüm. Kim ne derse desin, göz ne görürse görsün gönül dinler mi? Asla… Akıl suskun kalır mı? Her zaman… Gidecektim, ne pahasına olursa olsun öğrenecek ve sonra gönül rahatlığı ile geri dönecektim. Umarım… |
0% |