@ugurluay
|
28.BÖLÜM(***Yüz Yüze***) “Hayatım, üzerine attığım çiziklerden ibaretti. Ne çok hata yapmışım meğer. Geçmişim kalın bir veresiye defterine dönüşmüş. Alacaklar, verecekler, zamanı beklenenler… Her şeyin bir zamanı vardı. Geçenlerin de geçmek bilmeyenlerin de, her şeyin bir zamanı vardı.” Aciz ruhum aşkın limanında yüreğimdeki gizlediği ağır aksak topal sevdam ile günlerdir hasretinden deliye döndüğüm adama ayakta selama durdu. Ömrümün geri kalanını sahiplenmesi için hala sırtı bana dönük olan adamdan medet umuyordum. Varlığımın etkisini arttırmak adına bir kez daha ismini zikrederken bu defa hiddetin değil şefkatin tonunu içinde barındırarak “Arda Mert AZDER,” diye en içten halim ile sıcacık bir şekilde ona seslendim. Ne bir adım ileri ne bir adım geri… Adamda tık yoktu. Resmen sesim ile bir büyüye kapılıp bulunduğu yerde kıpırtısız kalmış adeta taşlaşmıştı. Onun lütfedip bana doğru dönmeyişi zaten tavan yapma isteği ile dolup taşan sinirlerimin zirvelere doğru tırmanışa geçerek yolculuğa çıkmasına sebep oldu. Daha fazla orada öylece durmaya tahammül edemedim. Yeri sarsa sarsa giderken bastığım toprak zeminin titrediğini hissediyordum. Hızlı ve sert adımlar ile karşısına geçtiğimde hiç memnun olmadığım ve beklemediğim sert bakışlara maruz kaldım. Bunca zamandan sonra beni karşılayan bakışların taşıdığı tek şey özlem olmalıydı. Ben o gözlere baktığımda aşkın hasreti ile yoğrulan duygulara tanıklık etmeliydim. Hayır, bu bakışlar, bu imalar, bu manalar… Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım. Onun sert bakışlarına karşılık gözlerim ile hesap sorarcasına ona meydan okudum. Haklı olan, kızması gereken bendim ben. Bu çakma beyzade asla benden rol çalamazdı. Buna asla izin vermezdim. Vermedim de… Ellerimi göğsümün altında birleştirip yüzüme alaycı bir gülüş yapıştırıp, “ Şükür kavuşturana sevdiğim, seni yerde ararken dağda buldum. Bak şu Allah’ın işine,” Arda benim rahat tavrımdan yüz bularak ruhuna bir esinti yarattı. Ellerini cebine attı. Az önceki bitmişlik sendromundan silkelenerek hızlıca çıkmıştı. Hangi ara, ne hızla çıkmıştı bilmiyorum ama tebrik ediyorum, gayet başarılıydı. Resmen kaş ile göz arasında o ruh halini üzerinden söküp atmıştı. Suratına da umursamaz bir gülüş üstüne bir de küçümseyici bakışı da eklememiş miydi? Bu adam resmen ateşe körüğün şahı ile gidiyordu da haberi yoktu. Serseri herifin, kaç yüzü, kaç envaı çeşit maskesi vardı, bilmiyordum, çözemiyordum. Sabırsızlık çanları kulaklarımda fütursuzca çalarken adam utanmadan bana, “ Senin burada ne işin var?” dedi ya… Pes doğrusu… İşte o kelimeleri bir araya getirerek bir soru cümlesi oluşturarak bana yöneltmesi… İşte tam da o an bende iplerin koptuğu, devrelerin yandığı, tahammül sınırlarımın çoktan geçildiği, kırmızı alarmlarımın hepten yanıp söndüğü, içimdeki tüm sirenlerin acı acı öttüğü andı. Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Aklım, söz geçiremediği kalbimi zindanlarına atmış ve artık yargısız infaz etme yoluna giderek ortalığı yangın yerine dönüştürmüştü. Aşkın canı cehenneme, zaman bir günah tohumu olan sevdamın kalemini kırma zamanıydı. Gözümden dökülen her bir yaş tanesinin hesabını sorma vaktiydi. “Bunu bana mı soruyorsun?” Bir elimi belime koydum, diğer elimle etrafı göstererek, “Asıl senin burada ne işi var? Burada, benim bile yerini bilmediğim, varlığından haberdar olmadığım bu dağ başında ne yapıyorsun? Neden telefonlarımı açmıyorsun?” “Bana hesap mı soruyorsun?” Yok ifade alıyorum. Yuh artık ya, yüzsüzlüğün de bu kadarı… “Arda kendinde misin sen? Tabi ki de hesap soruyorum, oradan baktığında boş boş havadan sudan konuşuyor gibi mi görünüyorum.” “Bana hesap sorabileceğinin kanısına nereden vardın acaba? Bu hakkı sana kim verdi? Kim olarak bana hesap soruyorsun?” “Ne demek kim verdi? Arda, biz biz sevgiliyiz.” “Sevgiliy-DİK.” O son heceyi de bastıra bastıra söyledi ya, benim kalbimi söktü aldı ayağının altında eze eze bitirdi, öldürdü, ayağı ile toprağa gömdü. Acımasız adi herif… “Sevgiliy-DİK derken? Bu da ne demek oluyor? Ne söylemeye çalışıyorsun sen?” “Zehir gibi akıllı kızsın Mira, ne demek istediğimi gayet iyi anladığına eminim.” “Arda, anladığım şeyin şaka olduğunu varsayıyorum. Ve inan şakası bile hiç komik değil. Hem ne yeri ne de zamanı…” “Sence bulunduğun yerden baktığında şaka yapar gibi mi duruyorum?” “Sen, sen ciddisin.” “Tebrik ederim Mira çok zekisin. Durumu çözdüğüne göre buradan gitsen iyi olacak,” dedi ve beni geçerek kulübeye doğru yöneldi. Duyduklarım karşısında dumura uğramıştım. Ama silkelenerek nasıl olduğunu bile çözemediğim bir anda ve hızda o kulübenin kapısına ulaşamadan ben kapıya ulaşıp ellerim ile önüne gerilerek geçmesine engel olmak adına önünde etten duvar örmüştüm. “Bana açıklama yapmadan hiçbir yere gidemezsin,” diye yırtınırcasına bağırdım. Kaşlarını çatmış bana dokunmaya korkar bir halde benden uzak durmaya çalıştığını görmemek için kör olmak gerekirdi. “ Açıklama yapacak bir şey yok.” Ona yakın olmak aklımı başımdan almıştı. Bu kadar yakın olmamalıydık. Alıştığım kokusu burnuma dolarken , adım adım özlemime dönüştüğünü şimdi daha iyi anlıyor dahası kalbim dururcasına hissediyordum. “Bana açıklama yapmak zorundasın. Gözlerimin içine bak ve sadece iki kelime söyle. Bitti ve git. Eğer gözümün içine bakarak bunu söylersen sana söz bitecek ve istediğin gibi buradan çekip gideceğim.” “Miraaa..” “Arda, ben dünüme kader, bugünüme hayat, yarınıma geleceğim dedim. Ve sen benim bütünümde, tümümde, hepsinde, her şeyim de varsın, hep var olacaksın. Bu tavırlar, bu yaşananlar bir sebebi var. Yalvarırım söyle tüm bu yaşadıklarımızın sebebi ne? Benden gizlediğin ne?” “Mira, senden gizlediğim bir şey yok. Her şeyi, yaşananları fazla büyütmüşsün gözünde.” “Yalan söylüyorsun,” “İnanmak istediğine inanabilirsin.” “Tamam o zaman gözümün içine bak ve söyle, bitti de, bana git de…” “Mira, yaşandı ve bitti. Hepsi bu kadar, uzatma artık, anla… Bitti ve şimdi git buradan.” Dedi. Söyledikleri ile mum gibi eriyordum hayatın içinde, o yersiz bahaneler üretirken gözlerime inandırmıyor dillendirdiği sözleri. Dili anlatıyor, gözlerim inanmıyor. Nefesi beni solurken, ruhum o diye inliyor… Görmüyor, görmezden geliyor. Beni, bizi tek solukta bitiriyor ama fark etmiyor. “Sonsuz sandığım geleceğimin onsuz geçeceğini bilemezdim. Geleceğe umut ile bakmak varken, ömrümü geçmişe özlem duyarak geçireceğimi bilemezdim.” Benim söyle dediğim ama asla söyleyemeyeceğini düşündüğüm o iki kelimeyi onun ağzından, onun sesinden acımasızca duyduğumda artık iyi niyetimi bir kenara fırlatıp, mantıklı açıklama zırvalıklarına indirmemecesine tozlu raflara kaldırmıştım. Emanet sevdalar taşınmıyormuş bu yürekte, kabul etmiyormuş, içi almıyor atıveriyormuş kendini kendinden öteye… Duyduklarım ile içimden coşup gelen öfke seli ile birlikte ellerimi hunharca karşımdaki adamın göğsüne dayayıp onu geriye doğru ittirirken “Ne demek bitti? Ne demek git artık?” derken pek de nazik olduğum söylenemezdi doğrusu… Hızımı alamadığım hala onu geriye doğru ittirmemden belli oluyordu. “Bana hesap vereceksin, duydun mu beni? Bana ne olduğunu anlatmadan şuradan şuraya sağlıklı bir adım daha atamazsın. Duydun mu beni? Bir adım daha attırmam sana,” dedim. Benden böyle kafayı yemiş gibi tepki beklemeyen Arda ellerini saçlarının arasından geçirerek içli bir, “Of,” çekti. “Daha ne duymak istiyorsun Mira? Neyin hesabını, neyin açıklamasını istiyorsun? Bende senin istediğin ya da beklediğin gibi ne bir cevap ne de bir açıklama yok. Anladın mı, yok…” “Arda aklım almıyor? Benim bilmediğim şeyler var bunun farkındayım. Ortada dönen ne onu bilmek istiyorum. Sen beni seviyordun, daha günler öncesinden rahibe kıyafetinden bozma bir kıyafeti mezuniyetim için bana göndermiştin, birlikte gidecektik, bunu da bana söyleyen sendin. Sonra birden ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum magazinde çıkan haberlerin, telefonları kapatman, mesajlarıma cevap vermemen… Günlerdir bir dedektif gibi ben senin izini sürüyorum, derbeder bir halde seni arıyorum. Ben, ben inanıyorum mutlaka mantıklı bir açıklaman olmalı. Sen beni seviyorsun, beni asla aldatmazsın. Yalandı değil mi? Hepsi bir yanlış anlaşılmaydı? Sen, sen suçsuzdun değil mi?” Esir bıraktım yüreğimi o an gözlerinde, esir kaldı bana yaşattığı her bir an zihnimde… Bir umut gözlerinin içine işlercesine bakarken tek istediğim duymak istediklerimi inanmaya hazır yüreğime söylemesiydi. “Evet yalandı, yanlış anlaşılmaydı. Ben suçsuzum, inanma tüm yazılanlara, ben seni seviyorum,” demesini beklerken kulağımda acımasızca onun sesi ile yankılanan “Ne gördüysen, ne okuduysan o, daha ötesi yok,” Dedi. Ruhumu donduran soğuk, vücuduma inerek beni darmaduman eden sert bir cevap olmuştu. Ona verebildiğim tek kelime tek karşılık “Ne?” olmuştu. Bu adam neden benim istediğim cevapları vermiyordu. Hem de ben bu kadar kanmaya hazırken, bu kadar her dediğine inanacak durumdayken. Kahretsin! “Duydun işte daha neyi diretiyorsun?” “Neyi mi diretiyorum? Neyi mi? Arda, seni bana anlat deseler, içime çektiğim emsalsiz nefes derdim. Yaşamaktan zevk aldığım hayat, dudaklarımda özgürce sergilediğim gülümseme, bastıramadığım kahkahamın sahibi derdim. Kalbimin yörüngesini değiştirebilen, feleğimin çarkını döndüren, ayağımı yerden kesen adam gibi adam, sevdiğim derdim. Beni her şey yaptığı gibi, bir hiçe dönüştürebilen tek insan evladı derdim. Var oluşumu anlamlı kılan…” “Miraaaa, kes artık şunu,” derken sözlerimin devamını dinlemeden kesip atmıştı. “Mira, git buradan, senden benden biz olmaz, bunu anla ve git buradan.” “Sennn, sennn…” “Ben buyum Mira, gördüğün, duyduğun, bildiğin beş para etmez adi pisliğin tekiyim. Bunu o masum temiz yüreğine anlat ve git buradan. Benden adam sana da yar olmaz. Git buradan.” “Gördüklerim, o kadına, onun dudaklarına, kendi iteğinle…” sayıklar gibi fısıltı halinde söylediklerimin devamın getiremedim, daha fazlasına gücüm yetmedi. Gözlerimden akıp giden ve bana ihanet eden yaşlara öfkeliydim artık. Akmamalıydılar, bu ciğeri beş para etmez adam için bir damla olsun akmamalıydılar. “Evet gördüklerin doğru ben seni aldattım.” Ben, ben bunları duymak istemiyorum. Biri şu adamı durdursun. “Ardaaa…” “O kadına, onun dudaklarına, kendi isteğimle, içimde dolup taşan arzu ve istek ile sarıldım…” Kafayı mı yedi bu adam, neden bahsediyor böyle… Sözleri ile beni canlı canlı mezara gömdüğünün farkında değil mi hu adam? “Kes şunu…” “Daha fazlasını dinlemek ister misin? Daha sonrasında ne olduğunu bilmek ister misin?” “Kes artık şunu, yeter artık sussss…” Diye can havli ile bağırıp gözlerimi yumarken, kulaklarımı duymak istemediğimi belli etmek ister gibi ellerim ile sımsıkı kapadım. “Neden? Sevdiğim dediğin adamın nasıl biri olduğunu öğrenmek canını mı yaktı?” Ellerimi yavaşça yanıma doğru indirdim sözleri ellerimin yumruk oluşturmasını sağladı. O yumruk onun yüzüne doğru çok yakışırdı ya neyse… Gözlerimi kısarsak adım adım üstüne yürürken içimdeki zehri sözlerim ile akıtmaya kara verdim. “Kendimi bildim bileli tavaf etti gözlerim ezbere bildiği yüzünü, sensizlik romanı okunuyor şimdi ruhumda. Köreldi bütün hislerim, duyarsızlaştı tüm uzuvlarım. Nafile be güzel adamım. Hüküm vermiş hayat bizim yerimize, kaderimiz ayrı yazılmış, yollarımız birbirinden sonsuza kadar ayrılmış. Uzun bir gerçeği yaşıyor sanırken yaşadığım tek şey koskocaman bir yalanmış. İftihar etmelisin kendinle, muhteşem hülyalı bir baharı, çetin sert soğuk bir kışa çevirmeyi başardın. Özlediğim her kelimenin ardında ve anlamında hep sen vardın. Tebrikler… Şimdi artık aranmayan, sorulmayan, beklenmeyen, anılmayan, benim için bir hiç olmaya tek adaysın.” “Mira ne desen, ne söylesen sonuna kadar haklısın. Ben…” Başına önüne eğip kafasını sağa sola salladı. “Sen, sen bana değil sana olan aşkıma sahip olmak istemişsin. Bense sana değil, yüreğimde amansızca yarattığım ulaşılmaz, asla gerçekte var olmayan bir adama âşık olmuşum.” “Mira, yarını olmayan bir adamım ben. Sevmemelisin beni. Lütfen git buradan, unut beni, unut tüm yaşadıklarımızı, unut sana söylediğim her şeyi…” Yere düşürdüğü bakışlarını gözlerime dikmiş ve gözlerinde anlamlandıramadığım bir bakış ile konuşmuştu. “Git ve unut… Ne kadarda kolay dökülüyor ağzından bu kelimeler, bu kadar basit miydi her şey? Ben mi istedim tüm bunları yaşamayı, hissetmeyi? Söylesene bana ben mi istedim?” “…..” Vermedi, tek bir cevap vermedi. “Ben istemedim, ben istemedim sinsi bir illet gibi vücuduma yayılan sıcaklığını. Ben istemedim her gün lanet ettiğim bu amansız kısır döngüye düşmeyi. İlmek ilmek her bir hücreme tesir ettin. Her zerremde can soluğunu alırken fark ettirmeden beni tükettin. Dil cambazlığı ile çaldın yüreğimi, direnemedim. Evsiz, yurtsuzlar gibi vefasız gözlerine sığındım. Ölümsüz sandım düşlerini, bilmedim, bilemedim düş sandığımın acı bir yanılsamadan ibaret olduğunu. Şimdi ettiğin tüm sözler talan etti yüreğimi, mazi yakıp kavuruyor sana olan tüm zaafımı, artık yüreğimin tüm kapıları içeriden sürgülüdür sana…” Sesim titreye titreye gözlerimden yanaklarıma hücum eden yaşlar içinde dilimden kelime kelime dökülüp gitti tüm sözler… “Mira , ben sana fazlayım, senden bana az… Çoluk çocuk ile kaybedecek zamanım yok benim. Ben yalnızca bunu fark ettim. Bir hevesti, bir eğlenceydi hepsi o kadar, daha fazlası yok, olamazda. Yaşadıklarımıza büyük anlamalar yükleme. Bu yüzden bitti, anlıyor musun? Gitmek için duymak istediğin buysa sonsuza kadar BİTTİ.” “Arda, söylesene bana sen gerçekten var mıydın? Yoksa tüm bu saydıkların senin kendi iç dünyanda bana sıralamak için kurduğun bahane dağların mı? Tebrik ediyorum seni, benden kurtulmak adına söylediğin tüm her şey sonumuzu getirdi. Benim tüm tutunduğum umut dallarını kendi ellerin ile bir bir kırdın, yok ettin. Başlangıç diye aldandığım diyarlarda, yarsız, cansız, nefessiz bıraktın beni. Bahanelerinin altında kaldım, aldanışlarım ile ezildim, bittim, tükendim.” “Mira yeter artık , sevme beni, duydun mu? Sevme beni… Lanet olsun sevme beni…” İsyan eder gibi çıkmıştı sesi. “Arda, sebepsizdir bazı şeyler, öylesine, amaçsız, plansız… Bende öylesine sevdim seni, yaralanacağımı düşünmeden, geleceğimi planlamadan öylesine sevdim. Şimdi düşünüyorum da ne kadar da boşmuş aslında. Öylesine sevdiğim adamın, böylesine bir yıkım ile karşımda yer alması… O kadar boşmuş ki… Böyle uğursuz, değmeyen bir adamın öylece bırakıp gitme çabası…” “Ben böyle bir adamım, tam da senin anlattığın gibi şerefsiz adi adamın tekiyim. Kimseyi sevemem ben, ne sen ne de bir başkasına bağlanamam anla artık. Asla biz olmadık, asla gözlerine gerçek ben olarak bakmadım, hiçbir zaman biz olarak hissetmedim.” “Hayattaki en büyük aptallığım sevgine inanıp seni tercih etmekmiş. Güvenimi bir bozuk para gibi harcadın. Gözlerindeki esaretten ömürlük kurtuluyorum. Seni yüreğimden de kendimden de sonsuza kadar azat ediyorum. Hiç ben olmamışsın gibi, hiç sen olmamışım gibi… Tam da senin istediğin gibi, yüreğinin bir gram acımadan söylediği gibi hayatından çıkıp gidiyorum. Aslında hiç var olmadığım, biz olamadığımız hayatından tamamen silinip gidiyorum. Gözlerindeki olmadığını söylediğin ama benim bir zamanlar varlığından emin olduğum izlerimi yok ederek gidiyorum. Canım acısa da silerek, silinerek gidiyorum…” “Lanet olsun Mira, bu sözlerin ile beni etkileyebileceğini mi sanıyorsun? Böyle bir niyetin varsa anca kendini kandırırsın, bitti git artık, git ve bir daha asla karşıma çıkma…” “Sen nasıl bir adamsın ya? Sen adam değilsin Arda Mert AZDER… Senin için döktüğüm her gözyaşı sahipsiz kalıyor, senin için attığım her çığlığın boynu bükük artık. Senin için yaptığım her şey karşılıksız, öksüz, yetim… Düşünüyorum da aklımda oluşan tek soruya tek bir cevabım var artık. “ Gözlerinin içine dibine kadar girerek baktım. Üstüne basa basa gözlerinin içine bakarak, “DEĞER MİYDİN? ASLA…” Dedim ve ardıma bile bakmadan gözyaşlarıma yarenlik eden hıçkırıklarım arasında arabaya atlayarak onu görüş alanıma sokmadan bir an önce oradan uzaklaştım. Ne gücüm ne takatim ne de nefsim kalmıştı. “Kendime küstüm. Kulaklarımı aciz sevdamın çığlıklarına tıkadım. O saatten sonra duymadım, duymazlıktan geldim. Ve ben ondan sonsuza kadar vazgeçtim. O artık benim için yalnızca ismi lazım değil bir hiçten ibaret…” |
0% |