@ugurluay
|
35.BÖLÜM(***Kader mi?***) “Kelimelerimin boynu bükük, cümlelerimin kalbi kırık artık. Ne yapsam olmuyor, hiçbir şey eskisi gibi, hiçbir şey eski sen gibi olmuyor.” Gel demeden gelen, geldiği gibi huzuru getiren adam Cantuğ… Onda öyle bir hava var ki bir ortama adım atması oranın huzur ile dolup taşmasını sağlıyordu. Odanın ortasında benim dağılmış halimi gören Cantuğ endişeli gözler ile beni süzerken bir yandan da anlam veremediğim bakışlarını Arda’ya göndermeyi ihmal etmiyordu. Endişeli, tedirgin ve bir o kadar öfkeli bakıyordu. “Yanlış zamanda mı geldim acaba?” derken kaşları çatılı sözünün muhatabı olan adama hitap ediyordu. Arda, “ Yanlış zamanda yanlış yerdesin Cantuğ. Tehlikeli sularda geziyorsun haberin yok.” “Arda…” Diye hiddetle bağırırken sözünün devamını getirmesine engel olmaya çalıştım. “Mira…” Ağzından benim adım dökülürken pek de nazik olduğunu söyleyemezdim. Gözleri Cantuğ’a bakarken sesi bana dönüktü. Bir an önce bu gerilimli ortamı yok edip Arda’yı bir an önce odadan dışarıya çıkarmalıydım. Bir an önce kendimi toparlamalıydım. “Yok, yok Cantuğ sen Arda’nın kusuruna bakma, gel lütfen emin ol bundan daha doğru bir zaman olamazdı. Arda Bey’de çıkıyordu zaten, değil mi Arda Bey? Zaten konuşmamız da bitmişti. Değil mi?” dedim. Özellikle Arda Bey kısmını bastırarak söylemiştim ki yaşanabilecek herhangi bir krizi önleme amaçlı onun burada şu anda istenmediğini belli ederken odayı terk etmesi için kaş göz işareti yapıyordum. Arda iki yanında yumruk yaptığı ellerini sıkarken dişlerinden çıkan kulakları tırmalayan gıcırtıyı duyabiliyordum. “Evet Mira Hanım,” diyerek öfke dolu bakışlarını benden çekerken arkasındaki adama dönmüştü. Etrafına yaydığı tehditkâr hava adım adım giderken herhangi bir kavga çıkmasın diye içimden bin bir dua etmeye koyulmuştum. Arda Cantuğ’un dibine geldiği anda bir an duraksayıp ona yandan bir bakış attı. Onun bakışına Cantuğ da tuhaf bir şekilde karşılık verdi. Bu gerilimli ortam az sonra beni öldürecekti ama bu durum adamların umurunda bile değildi. Cantuğ’un gözlerinden aldığı ve benim anlayamadığım cevap karşısında daha fazla öfkelenen Arda hızla odadan çıkıp odanın kapısını sertçe kapatmıştı. Sert kapanan kapı benim korkudan yerimde zıplamama sebep oldu. Onun yaptığı bu hareket Cantuğ’u daha fazla öfkelendirdi. “Bu adamın derdi ne Allah aşkına? Benim ile ne alıp vermediği var?” derken kendini bir nebze olsun sakinleştirmeye çalışıyordu. “Boş ver o biraz nasıl desem anlaşılması zor bir adam,” diyerek durumu geçiştirmeye çalıştım. Cantuğ benim tavırlarım ile az önce kendisine yapılan saygısız hareketi unutmuş görünüyordu. Ağır adımlar ile yanıma gelip nazikçe belime sarılıp yanağıma zarif kısacık bir öpücük kondurdu. Ben yaşadığımız bu andan hemen çıkmak adına onun kollarından kendimi kaçtığımı belli etmeden çekip aldım. Acele bir hava içinde masamın karşısındaki koltuklara otururken onun da oturması için karşımdaki yeri gösterdim. “Sebebi ziyaretinizi neye borçluyuz acaba Cantuğ Bey?” dedim Sanki bilmiyormuş gibi… Birinci sorgu bitmiş ikinci azarlanma seansına kendimi hazırlamaya çalışıyordum. “Çok değer verdiğim bir hanım tarafından restoranda ekildim. Ama herhangi bir sorun mu var diye onu merak ettiğim için işe koyulmadan önce onu ziyaret edeyim dedim. Hem belki bana gelememe sebebini açıklar diye düşündüm,” diyerek benim rahatlamamı sağlayan sakin ses tonu ile yumuşak bir hava içinde konuşmuştu. Ah sen hep böle konuş ben susmam ki sabaha kadar anlatır, konuşur dururum. “Ben gerçekten özür dilerim Cantuğ son dakikada önemli bir iş çıkınca gelemedim. Yoksa biliyorsun asla gelmemezlik yapmazdım.” Of Mira söylediğin yalanların altın bir gün ezilip toz olacaksın, haberin yok. “Peki o çok önemli işin ne olduğunu sorsam fazla mı meraklı davranmış olurum?” Sorma, sorma be adam, ne olur sorma ya… Cevabını veremeyeceğim sorular sorma bana ya. O soruların yanıtları yok bende. “Biraz özel desem,” Ne anlar acaba bu söylediğimden. Yanlış anlamasa bari. “Tamam, tamam sormadım farz et. Söyleyebileceğin ya da beni ilgilendiren bir şey olsa anlatırdın zaten.” Ah canım ya sen nasıl bu kadar anlayış abidesi bir adamsın, anlayışına kurban olduğum. Bu anlayış dozundan bir gramda Arda’ya versen ne güzel olurdu. “Gerçekten teşekkür ederim Cantuğ.” “Neden?” Kaşlarını kaldırıp sorgularcasına bana bakıyordu. “Ne bileyim, kızmadın, öfkelenmedin, bağırıp çağırmadın, hesap sormadın. Ben sadece bir an şaşırdım. Böyle bir tepki beklemiyordum.” “Şaşırma Mira, bunda tuhaf olan bir şey yok. Hepimiz insanız aynı durumda bende olabilirdim.” Hiç sanmıyorum be huzur adam, seni o masanın altında sıkışıp kalmış iki büklüm otururken hayal dahi edemiyorum. Aklıma gelen görüntüler ile gülmemek için kendimi zor tutarken ağzımdan çıkan hayret dolu “Gerçekten mi?” cümlesine engel olamadım. Ben ne hayal ediyorum adam ne düşünüp nasıl cevap veriyor. Kötüsün Mira, kötü. “Evet gerçekten küçük hanım, işin çıkmış olabilir ama bu bana bir yemek borcun olduğu gerçeğini değiştirmez.” Hayda bu nereden çıktı imdi ya? Ne yemekmiş arkadaş adam yemeden bırakmayacak. Ellerimi havaya kaldırıp teslim olur gibi hareket ederken “Tamam, Mira sözü en kısa zamanda sana olan yemek borcumu ödeyeceğim,” dedim. Kurtuluş yok, el mecbur o yemek yenecek, borç ödenecek hesap kapanacak. “Ama bu borcu senin evinde ve kendi ellerinle yaptığın yemek ile kapatmak istiyorum.” Yok artık, şaka yapıyor olmalı. “Emin misin?” Gizli bir sır verir gibi masaya eğilip fısıldar gibi konuştum. “Neden böyle konuştun şimdi ben anlayamadım?” Oda oturduğu yerde bana doğru eğilip aynı fısıltı halinde bana uyarak konuştu. “Benim yaptığım yemeği yiyip de hayat fonksiyonlarını sürdürebilen tek canlı evladı olmadı da, yavrum çok da gençsin sen ya, yazık etmeyelim bence sana?” dedim ve geriye doğru yaslanırken kahkahalara boğulmama engel olamadım. Benim söylediklerim karşısında o da daha fazla kendini tutamayarak gülmeye başladı. “Sen şimdi böyle söyleyince de gözüm korkmadı değil hani ama ben razıyım önüme taşta getirsen, zehir de içirsen razıyım. Söz sesim soluğum hiç çıkmayacak, ne getirirsen getir itiraz etmeyeceğim.” “Ama bak baştan söylüyorum o taşı yemez önündeki zehiri içmezsen seni gazabımdan kimse kurtaramaz bilesin.” İşaret parmağımı havada sallarken onu uyarır bir şekilde bakıyordum. “Söz, Cemre’nin ağabeyi Cantuğ sözü.” Elini kalbine götürüp kendince söz veriyordu. “Ah Cemre’m girince araya işler hepten değişir. Onun adının geçtiği her şeyin altına okumadan imzamı atarım.” “İmzayı da attırırsın öyle değil mi? Hem de okutmadan.” “Ah! Sert bir taş geldi kafama doğru. Bu acıttı ama ya, sözleşme olayını Cemre mi anlattı?” “Anlatmaz mı? Ona o sözleşmeyi okutmadan imzalattın diye seni parçalara ayıracağını söylerken bile telefonun diğer ucundan kız kardeşimin bir katil olmaması için onu sakinleştirmeye çalıştım.” “Ama iyi olmadı mı? Baksana şimdi ikiz civcivleri ile ne kadar mutlular. Evli mutlu ikiz civcivli, ay çok tatlılar ya…” “Ya ne demezsin, buradaki tüm işleri de bana yıkmayı kendilerine hak bildiler. Kendileri Trabzon’da fink atarken ben burada onların işleri ile uğraşıyorum. Ankara’mı, evimi, şehrimi özledim ama maalesef gidemiyorum. Çakıldım kaldım burada.” “Oooo bakıyorum da burada olmaktan şikayetçi gibisiniz Cantuğ Bey.” “Yok şikayetçi değilim, aslında onların bu şirketteki işleri benim başıma yıkmalarına memnun oldum bile diyebilirim. En azından bir süreliğine. Malum bu sayede seni görme fırsatım daha fazla oluyor.” Duyduklarım ile neye uğradığımı şaşırdım ve hemen konuyu değiştirme çabasına giriştim. “Şey, hım, Ceylan ne zaman geliyor?” Ceylan, Cantuğ’un eli ayağı , sekreteri, asistanı kısacası sağ koluydu. “Ankara’da ki işleri bitirir bitirmez buraya gelecek o olmadığı zaman bir yanımı eksik hissediyorum. Sende biliyorsun işini çok seviyor ve tüm her şeye de hakim. Tufan’ın başta bir emrivaki ile yanıma yerleştirdiği bu kızdan hiç ümidim yoktu ama kız resmen işin canavarı olup çıktı. Her şeyi o kadar hızlı öğreniyor ki bazen ben bile hızına yetişemiyorum. Her yeni günde beni şaşırtmayı başarıyor. Bizden biri değil gibi bambaşka bir hali var.” “Evet çok tatlı bir kız , o kızı kimseye kaptırma derim.” Ah Mira ya dilini eşek arısı soksun. Bu laf edilir mi hiç? “Pardon ne demek istedin?” “Şey, şey yani iş anlamında rakiplerine kaptırma demek istedim. Her yerde böyle översen elinden kaparlar demek istedim.” “Merak etme izin vermem. Ama şu da bir gerçek benim yanımda durmak isteyene her zaman bir yerim yurdum vardır. Ama yanımda durmak istemeyeni de zorla yanımda tutmam. Gitmek isteyene her zaman açık bir kapım vardır. Herkes geldiği gibi gidebilir.” “Bence bu kadar büyük konuşma , bir gün gerçekten seversen, aşkı tadarsan ne pahasına olursa olsun onun senden gitmesine asla izin vermezsin.” “Arda’nın sana izin vermediği gibi mi?” “Heh!Ne?” “Neyse küçük hanım bunlar derin mevzular ve başka bir ruh halinde bir şarap eşliğinde konuşulacak konular. Ben aşk adamı hiç olmadım. Sevgi ve aşka değil, huzura ve saygıya önem veririm. Onlar olunca arkasından hepsi gelir. Her neyse benim şimdi çıkmam lazım yemek sözünü unutmadım. En kısa zamanda taş gibi pardon enfes yemeklerini tatmak isterim.” “Hah hah hah çok komiksiniz şakacı beyefendi. O zaman yarın akşam sizin başınızda o taşı kırmayı pardon ağzınızı tatlandırmak için evime davet ediyorum. Müsait misiniz acaba?” “Son dakika ekilmeyeceksem neden olmasın?” “Ohooo ben ölmüşüm de ağlayanım yok. Bu nedir arkadaş dakika başı gol mü atılır? Futboldan anlamıyoruz ama bizdeki de can yani normal bir insan evladıyım on numara kalecide değilim ki ben, acısan biraz bana olmaz mı? Biraz merhamet arkadaş.” “Tamam tamam abartma, o zaman yarın akşam yemekte sendeyim.” “Tamam adresi sana atarım. Benden özel olarak istediğin bir şey varsa mesaj at bak kesin yaparım. Elimin lezzetli olduğunu söylerler.” Yalanın dik alası, ufak at kızım Mira… Sen daha yumurta kırmayı beceremiyorsun ne yemeği ya? “Emin misin?” İnanamaz gözler ile bana bakan adamın alaycı bakışları beni sinirlendirmeye yetmişti. “Cantuğ.” “Tamam tamam şaka yaptım. Yapabildiğin en güzel yemeği yap olur mu? Elinden ne olsa yemek için söz verdim. En azından bildiğin ve yapabildiğin bir şey olsun da aç kalmayalım.” “ Utanacaksın Cantuğ, bu sözleri ettiğin için benden binlerce kere özür dileyeceksin.” “Ben özür dilemeye razıyım yeter ki karnım doysun. O zaman yarın akşam görüşüyoruz.” “Tamam anlaştık beyefendi ,” dedim ve anlaşma yapar gibi el sıkıştık. Beni kendine çekip küçük bir buseyi yanağıma kondurdu. Ben biraz rahatsız olarak geri çekilip suratıma şirinlik takıp bocaladığımı belli etmemeye çalıştım. “Tamam o zaman yarın akşam görüşürüz,”dedim. Cantuğ çapkınca bir gülüş atıp odamdan çıkarken elimi kalbime götürüp derin bir oh çektim. Gözlerimi bir an açıp kapadım. Daha sonra sandalyeme oturup geriye doğru yaslandım. İki adamı düşünüyordum. Hayatımda yer alan iki adamı. Cantuğ ve Arda’yı…Aynı mekanda aynı zamanda ikisine de randevu vermiştim. Aynı mesajla ikisinin de yemeğini iptal ederek ekmiştim. Ama ikisinin verdiği tepki birbirinden tamamen farklıydı. Biri yakıp yıktı, geçmişi önüme meze gibi serdi. Diğeri beni merak edip sorun olup olmadığını öğrenmek adına beni kontrol etmeye geldi. Anlattığım kadarını dinledi, ötesini sormadı didiklemedi. Anlattığım ile yetindi. Daha fazlasını istemedi. İnanmasa da söylediklerim ile yetinmeyi bildi. Girdiği anda bana huzuru getirdi. Boğulmak üzereyken bana nefes oldu. Hareket edebilmem için bana alan yarattı. Belki de Cantuğ’un dediği gibi önemli olan sadece saygı ve huzurdu. Ardından her şeyi de beraberinde getiriyordu. Arda ile yaşadığım tutku, onun yaptığı saygısızlık ve terbiyesizlikler, ardı arkası bitmeyen tartışmalar ve öfke girdapları… Nefesim yetmiyor dillendirmeye, aklım ermiyor düşünüp irdelemeye… Korkum geçmişteki gibi bir daha acı çekmekti. Peki gelecekte istediğim hangisiydi? Huzur mu? Tutku mu? Saygı mı? Aşk mı? Hangi adam geleceğim olacaktı. Bu işte en büyük bilinmezliğimdi. Ve belirsizlik beni kör kuyularda, dipsiz uçurumlarda yapayalnız bırakıyordu. Hayat acımasız, geçmişim gözyaşı ile doluyken geleceğim beni korkutuyordu. Yüzüstü bırakıldığım bir geçmişim varken geleceğim benden ayaklarımı yere sağlam basmamı istiyordu. Artık acı dolu geçmişimin geleceğime balta vurmasını istemiyordum. Ama ama ama… Hayatımın içi amalar denizine döndü. Kararsız, güvenden yana aç bilaç kalmış yüreğim, fakirliğin girdabında yok olmak üzere olan bir aklım ve gel gitler arasından dilimden dökülen kelimelerim var. İki arada kaldı bu yürek de akıl da… Geleceğim olmasını istediğim adam kim olacak? Bilmiyorum? Bilmek istiyor muyum orası da meçhul? |
0% |