Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@ugurluay

38.BÖLÜM(***Yeni Bir Gün***)

“Canım yanıyor. Canım kanıyor görmüyor musun?

Bu kadar mı bana kör, bana sağır, bana dilsiz oldun?

Bu kadar mı canımı yakarak kanatmaya heveskâr oldun?”

Dünya mı çok küçük yoksa ben mi bu dünyaya sığmayacak kadar büyüğüm… Bilemedim. Bana eza, ömrüme bitmek bilmeyen bir ceza mısın onu da bilemedim. Bazen huzuru içinde yaşayarak gidebilmek gerekirmiş, ardına bile bakmadan, öylece umarsız, hiçbir şey düşünmeden, kafaya takmadan… İçim öyle bir coşuyor ki dilimden dökülmüyor bir türlü aciz kelimelerim. Ardına sığındığım çocuksu gülüşlerim vardı benim, öyle saf, masumca adını koyamadığım, sebebini bilmediğim tebessümlerim vardı. Sessiz çaresizliklerim, dermansız dertlerim vardı benim.

İnsanoğlu garip, hep farklı hayatlar cazip gelir insanlara… Yaşadığını değil hep yaşayamadığını ister. Sahip olamayacağı, asla ona ait olmayanı ister. Zordur yüzleşmek ama yüzerek yüzleşmem gereken gerçeklerde varmış onu da hayattan öğrenmiş oldum. Bana vereceği dersi bitmiyordu hayatın. Her yeni gün ve gece de yeni şeyler öğreniyordum. Mesela dün gece Arda’nın resmini elime geçirdiğim anda mahvoluşumu kendi ellerim ile hazırlamış, felaketime seyirci kalmıştım. Adamın kendisini her gün görürken geçmişte sır gibi sakladığım resmin ortaya çıkması ile bu kadar etkileneceğimi hiç mi hiç akıl edemezdim. Terkedilmiş, köhne, izbe, virane bir mekânı ziyaret etmek gibiydi yıllar sonra onun resmini karşımda görmek. Bana hatırlattığı gözümde hayal meyal canlanan bir geçmiş burnumu rahatsız eden kötü bir küf kokusu, başıma giren bir sancı… Alaycı gülüşü, dalga geçen bakışlarını görmem onun bendeki yerinin ne kadar yersiz ve gereksiz olduğunu bir kez daha hatırlattı bana. Lüzumundan fazla maruz kaldığım küf kokusuna yapabildiğim en güzel şey umursamaz bir şekilde gözlerimi devirmek oldu. Derin bir nefes alarak deniz havasının burnuma dolmasını ve dün geceden bu yana beni istila eden unutmaya çalıştığım küf kokusunu içimde yok etmeye çalıştım. Gözyaşlarımdan arınıp kendime geldiğimde bir an önce temiz hava almak için kendimi sokağa attım. Acelem vardı. Normale dönmeli, hayata tutunmalı geçmişi unutmalıydım. Dün gece yaşadığım sinir harbini yok saymalıydım. Şimdi sahilde oturmuş etrafta sıkıntısı yokmuş gibi gülen eğlenen insanları izliyordum. Mutluydu herkes, gülüyorlardı. Unutmaya çalışıyor, kaçıyordum. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadığı anda nefes almak için çıkmıştım dışarıya… Etrafta koşuşturan çocukları izlerken yüzümde bir tebessüm oluştu. Çok geçmeden daldığım rüyayı bölen şey telefonumun zil sesi olmuştu.

“Ah be kaçarken keşke şu telefonu da unutsaydım kendime nasıl bir iyilik yapmış olurdum? Ah ah!” Cebime tıkıştırdığım telefonu çıkarıp arayanı gördüğümde elim titremeye başladı. Ne yapacaktım ben şimdi? Ne diyecektim? Konuşmaya cesaretim, konuşacak gücüm, kelimeleri dilimden dökecek nefesim var mıydı? Kahretsin!

Ellerim titreye titreye açtığım telefona sesimin titremesine engel olmaya çalışarak, “A-a-alo,” gerçi ne kadar dikkat etsem de o çıkan kelime kekeleme eşliğinde çıkıp karşıdaki insana çoktan ulaşmıştı. Hay aksi!

“Alo Mira, iyi misin?”

“Ben şey, şey iyiyim.”

“Emin misin?”

“Tabi canım neden emin olmayayım gayet iyiyim. Sen neden aramıştın, önemli bir şey mi var?”

“Aslında evet önemli bir şey var.”

“Öyle mi? Neymiş?”

“Sen yoksun?”

“Ne?” Yok artık, bu adam giderek her yeni günde çığır aşmaya mı başladı yoksa bana mı öyle geliyor?

“Diyorum ki sen yoksun, bu benim için çok önemli hatta çok büyük bir sorun. Şimdi senden bir şey istiyorum. Bana şimdi adresini veriyorsun çünkü günüme seni görmeden başlamak zorunda kaldım. Kaldı ki küçük hanımımız bugün hiç gelmeyecekmiş. Günümün geri kalanının güzel geçmesi için bunu bana borçlusun.”

“Cantuğ, ben, şey dün gece…” Ah be huzur yüklü adam dün geceden sonra bu gözler seni görmeye hazır mı diye sormuyorsun da adresini ver geleceğim diyorsun. Niyetin ruhumu teslim ederken yanımda olmak galiba…

“Mira, sen hazır olana kadar dün gece ve vereceğin cevap hakkında söz veriyorum sana konuşmayacağım. Ama lütfen bugün senin yanında olmama izin ver olur mu? Bunu senin için değil kendim için istiyorum. Günümün güzel devam etmesi için seni görmeye ihtiyacım var.” Ay ben bu aklımı okuyan ve bana cevabı kapak gibi yapıştıran adama ne diyebilirim tabi ki başım gözüm üstüne be huzur yüklü adam.

“Tamam o zaman sizi kahvaltı yapmaya davet ediyorum beyefendi.”

“Bu saatte mi?”

“Ne varmış canım, saatin 13:30 olması kahvaltı yapmaya engel mi? Hem ben daha kahvaltı yapmadım. Beni görmek istiyorsan bana eşlik etmek dahası ayak uydurmak zorundasınız bayım. Şartlarıma uymazsanız maalesef ki adres bilgilendirilmesini üzülerek söylüyorum ki yapmayacağım.”

“Bak sen, adresi vermesen bile seni bulamayacağımı sanıyorsunuz küçük hanım.”

“Tabi ki bulamazsın, nereden bulacaksınız beyefendi?” Aramızda geçen bu garip konuşma keyiflenmemi sağlamıştı Yüzüm gülüyor biraz daha böyle devam edersek kahkahalarım karşıdaki adamın kulaklarını dolduracaktı.

“İstemem yeterli Mira, emin ol istemem yeterli,” dedi ve yüzümde az önce peyda olmuş gülümseme an be an soldu. O cümle, o cümle yıllar önce Arda’nın ağzından benim için dökülmüştü.

Ah be kader ne ile sınıyorsun beni, unutmaya çalıştığım geçmişim, yok saymaya çabaladığım adam ile mi? Söyle bana ne ile sınıyorsun beni? Ben düşüncelere dalmış kaçamadığım acı gerçek ile tekrar yüzleşirken karşıda bana seslenen hiçbir şeyden habersiz Cantuğ vardı.

“Mira, orda mısın?”

“Ben, şey evet buradayım. Birden sesini alamadım. Sana adresi gönderiyorum.” Diyerek cevap bile vermesini beklemeden telefonu suratına kapatmıştım Derin derin nefes alıyordum. Kalbim yerinden çıkarcasına atıyor, soluklarımı düzene sokmama engel oluyordu.

Kaçışlar… Kaçışlarım kendimdendi aslında. Mekânım, zamanım, çevrem değişiyordu. Kaçışlarım kendimdendi aslında. Her şeyden, herkesten kaçmaya gücüm yetiyordu bir tek şey dışında. Tek bir şeyden bir türlü kaçamıyor, kurtulamıyordum. Kendimden kaçışlarım koskocaman bir kandırmacadan ibaretti. Kaçtığımı zannediyorum bir süreliğine ama yalnızca kendimi kandırıyordum.

Nereye gidersem gideyim kafamın içinde kendi dünyamı da alıp gidiyor resmen geçmişime hamallık ediyordum. Yeri gelir bir bavul doldurma acizliği yüreğime hapis olurken kafamın bile taşımaktan yorulup isyan ettiği düşüncelerimin hamallığını yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Boş veremiyorum. Kim ne derse desin, onu bir türlü boş veremiyorum. Üç kuruş etmeyecek bir insana haddinden fazla değer biçip kendimi harp ediyorum. Akıp giden helal zamanımı kendime haram edip kendimi ziyan ediyordum. Boş verip bir türlü önüme bakamıyordum. Sürekli geçmişe dönüp yaptığım hatalarımı düşünüyordum. Bazen bir dakika önce ettiğim tek bir cümleye takılı kalıp neden söyledim diye saatlerce düşünüyor dalıp gidiyordum. Gün doğuyor, gün batıyor, yıldızlar çıkıyor, hava kararıyor ama ben hala o cümleye takılıp etrafımda olup bitenlerin farkında bile olmuyordum. Bazı şeylere gücüm yetmiyordu. Ne kadar okusam, dinlesem, hak verip mantıklı bulsam da teorikte idrak edip pratiğe gelince tökezleme de bir numaraya yerleşiyordum.

Laf çok icraat yok, anlamada ne kadar ustaysam uygulama da o kadar çaylağım. Kaçışlarım aldatmacadan ibaretti. Kendimi kandırmaya çalışmaktan başka hiçbir işe yaramaz bir haldeydim. Kaçmak yerine yüzleşmek laf yerine icraat gerekiyor. Ustalıktan değil çıraklıktan adım atmak gerekiyor. Teoriye değil pratiğe çalışmak lazım. Abıldamadan koşmaya başlamış küçük bir çocuğa benziyordum.

Derin derin nefes alırken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

“İyi misin?” diyen ses ile birden yerimde korkuyla irkildim. Oturduğum bankta yanıma doğru döndüğümde yaşlı ihtiyar bir teyzenin kavanoz kapağı kadar büyük gözlüklerinin ardından gülen yüzü ile bana baktığını gördüm. Bu yaşlı kadın ne zaman yanıma gelip oturmuştu ve ben nasıl fark edememiştim onun yanıma gelip oturduğunu. Ben şaşkınca ona bakarken o yüzündeki sıcacık gülümsemesi ile bana süzüyordu.

“İyi misin kızım?” Sorduğu soru ile tuttuğum nefesi öksürerek bırakmıştım. Ben öksürürken sırtıma hafifçe vuruyor bir yandan da “Helal, helal,” diye söyleniyordu. Öksürüğüm yavaş yavaş geçerken yaşlı teyze de az önceki yerine itina ile geriye doğru çekilmişti.

“Pardon ben geldiğinizi fark etmemişim.”

“Orasını anladık canım, denize öyle dertli dertli bakıyordun ki intihar falan edecek sandım da geldim yanına. Ah be kızım gencecik kızsın değer mi hiç intihar etmeye?”

“Kim? Ben mi?” Yaşlı teyzenin akıl sağlığında bir problem olmalıydı. Yoksa bu söylediği saçmalığın bir açıklaması olamazdı.

“Ya kim olacak, baktım öyle bir bakıyorsun ki amanın dedim bu kız niyeti bozdu atlayacak. Hemen oturdum yanına kalkarsan yapışacaktım beline.”

“Pardon teyzeciğim siz yanlış anladınız. Ben…”

“Ah be yavrum hayat bu kadar güzel iken ölmek de ne demekmiş.”

“Siz beni yanlış anladınız. Aslında…” Allah’ım sabır ver bana ya cümlemi bitirsem böyle bir niyetim olmadığını söyleyecektim. Teyze de bende bu saçma anın içinden kurtulup çıkacaktık. Ama yaşlı kurt bir izin vermiyordu ki sözümü tamamlayayım.

“ Ah be kuzum gençliğinin değerini bil, hayatta hiçbir şey için üzülmeye değmez.”

“Teyzeciğim siz olayı tamamen yanlış anladınız. Denize falan atlamayacağım.”

“Hih yoksa ilaç mı içeceksin?”

“Yok be teyzeciğim sabah sabah sürpriz yumurta gibisin nerden çıktın başıma?”

“Tabi planlarını bozdum değil mi? Ah be yavrum kıyma kendine, intihar da neymiş?”

“Of çattık ya, bak teyze o kafanda nasıl bir kurgu ile yanıma yanaştın, neler düşünüp çöreklenmeye çalışıyorsun hayatıma bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var o da benim intihar falan etmeyeceğim. Henüz o kadar kafayı sıyırıp akılsızlıkta zirve yapmış değilim. Neyse teyzeciğim size iyi günler, tatlı gülüşler benim gitmem lazım.” Dedim şaka gibi hayatıma giriş yapmış teyzeyi ardımda bırakıp gitmek için ona sırtımı döndüğüm anda arkamdaki yaşlı kadının ağzından dökülenler bir adım daha atmama engel oldu.

“Seni gördüm, o kadar çaresiz, o kadar yaralı duruyordun ki kendime engel olamadım. İçimden sana bir hikâye anlatmak geldi. Tecrübemin sana ışık olacağını düşünüyorum. Bir ışığa ihtiyacın var bunu gözlerinin içinde gördüm.” Yok artık çatlak teyzenin içinden şimdi de bilge bir filozof mu çıkmıştı? Ey hayat daha hangi sürprizlere gebesin acaba?

“Ne, ne hikâyesi?” Sırtım kadına dönüktü, ona bakmaya korkar olmuştum. Duyacaklarım şimdiden beni tedirgin etmeye yetmişti.

“Yaralı kuşun hikâyesi, dinlemek ister misin?” Dinlemek ister miydim? Az önce tanıştığım bir insanın ruhumdaki yarayı görüp gözümde aradığım ışığı fark edip bana bir hikâye anlatmasına izin verecek miydim? Dinelemeye hazır mıydım?

“Yüreğin kaldırmayacaksa dinleme, çek git.” Dedi. Gidemediğimi görerek, bilerek bana git dedi. Peki ben gidebilecek miydim?

Loading...
0%