@ugurluay
|
39.BÖLÜM(***Yaralı Kuş***) “Bu günüme hayrı olmayanın, geleceğime faydası dokunmaz.” “Günlerden bir gün pencereden dışarıyı seyrediyordum. Sonbaharın hüznü yüreğime çökerken yağmur hoyratça camlara vuruyordu. Yağmurun cama vururken çıkardığı sesler kulaklarımı rahatsız ederken yüzüme de masumane bir tebessümün yerleşmesini sağlıyordu. Ellerimi göğsümün altında kavuşturmuş yağmurun oluşturduğu seyirlik manzarayı seyrediyordum. Keyfim bu muazzam manzarayı seyrederken gayet de yerindeydi. O kadar dalmışım ki cama çarpan şeyin çıkardığı ses ile birden korkup irkildim. Bir iki adım geri gittim. Elim göğsüme gitmiş az önce çıkan ses ile kalbimde oluşan hızlanmayı yavaşlatmaya çalışıyordum. Derin derin nefes alırken kalbim hızla atmaya devam ediyordu. Kendimi sakinleştirmek için korkak adımlar ile cama yaklaştım. Ellerim titreyerek camı açtım. Titrek parmaklarım ile camın yanında ölü gibi yatan kuşa yaklaşırken gözlerim bir türlü gördüklerine inanamıyordu. Elim kuşa değdiğinde tüylerinin yağmurdan dolayı sırıl sıklam olduğunu anlamıştım. Gözleri kapalıydı, canlı olup olmadığını anlamak için ıslanmış tüylerine korkarak tekrar dokundum. Yaşayıp yaşamadığını anlayamasam da içimden bir ses yaşadığını söylüyordu. Hissetmiştim, onda bir canlılık belirtisi göremesem de yüreğimde o canlılığı hissetmiştim. Alal acele minik kuşu içeriye alıp sobanın yanı başına zarar gelmeyecek bir şekilde yerleştirdim. O kadar korktum ki… Ölmüş olabilme ihtimaline karşı o kadar korktum ki hemen neyi olabileceği hakkında küçük bir araştırma yaptım. Minik kuşumun kanadı kırılmıştı. Aç kalıp halsiz düşünce de gücü tükenmişti. Yağmurda daha fazla dayanamayıp benim pencereme düşmüştü. Şükürler olsun ki yaşıyordu. Şükürler olsun ki nefes alıyordu. Minik kuşumun tedavisini yaptım, karnını doyurdum, ihtiyacı olan sevgiyi ona verdim. İlk başlarda çok mutluydu. Kanadı iyileşmeye başlayınca evin içinde uçmaya başladıkça anlamlandıramadığım bir hüzün gözlerine çöktü. Sonbaharın ardından gelen kış mevsimi etrafa gelin gibi süslerken dışarısı beyazlar ile örtülmüştü. Sert geçen kış mevsimin ardından havalar yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Ağaçlar yeşermeye, kırlarda çiçek açmaya başlamıştı. İlkbaharın gelmesi bende sevinç yaratırken benim minik kuşumun gözlerinde hüzün giderek artıyordu. Camın kenarında olup bitenleri seyrederken gözlerinde hep bir hüzün bulutu geziniyordu. Bir gün onu izlerken neye baktığına dikkat ettim. Ve işte o zaman minik kuşumun asıl derdini anladım. Gökte uçan kuşları gördükçe mutsuz oluyordu. Eski hayatına, özüne özlem duyuyordu. Onun derdini anladığımda onu her ne kadar bırakmak istemesem de onun mutluluğu için özüne ve isteklerine saygı duymam gerektiğini anladım. Bir gün cam kenarında yine gökyüzünü izlediği bir anda usulca pencereyi açtım. Yüzüme hayret ile baktı. Ardından dudaklarımdaki tebessümü gördüğünde gözleri ışıl ışıl oldu. Vefalıydı benim minik kuşum, ne kadar istese de vefasından ötürü nankörlük yapmamak adına benden vazgeçmemişti. Bırakıp gitmemişti beni. Evim ona esaret olsa da ben izin vermeden özgürlüğüne bir adım bile atmayacaktı. Yüzümdeki gülümse ona o adımı atma cesaretini vermişti. Gözünden dökülen tek bir damla mutluluk ile gökyüzüne doğru uçarken havada yaptığı hareketler ile onun coşkusuna şahit oluyordum. Bir an sonra gökyüzünde kaybolup gittiğinde yokluğunun acısı yüreğime çöreklenip kalmıştı. Ne yapmıştım ben böyle? Hata mı etmiştim? Onu bırakmak doğru bir karar mıydı? Diye düşündüğüm anlarda gözümde canlanan mutluluğu ve ortak olduğum sevincini düşündüğümde saçma sapan soruları aklımdan çıkardım. O zaman anladığım bir şey var ise o da bazen sevdiğinin yaşayacağı mutluluk için bencilliği bırakıp vazgeçmeyi bileceksin. İnatlaşmayacaksın. Bende yaralı minik kuşumun özüne dönüp hayata tutunabilmesi, kendini bulabilmesi için bencilliğimi bir kenara bırakıp ondan onun için vazgeçtim. Bazen yalnızca o mutlu olabilsin diyebilmeli insan… Günler günleri kovalarken güneşli bir günde mis gibi kokan çiçeklerin arasında dolaşırken hiç karşılaşmayı istemediğim bir manzara tüm acımasızlığı ile karşıma çıkıverdi. O an kendi nefesimde boğulduğumu hissettim. Tanımıştım onu… Yerde benim minik kuşum yatıyordu. Ama bu defa diğeri gibi değildi. Hissediyordum. Bu defa camda olduğu gibi şanslı değildi. Koşar adım yanına yaklaştım. Dizlerimin üzerine canımın acısını bile düşünmeden amansızca düştüm. Gözlerimden akan yaşlara artık engel olamıyordum. Bu minik kuş benim aylar öncesinde yaralı bulup iyileştirdiğim, gözümden bile sakındığım, özgürlüğünü bencilliğime kurban etmeye niyetlendiğim kuşumdu. Bencilliği bırakıp özüne dönmesi için ondan vazgeçtiğim benim minik yaralı kuşumdu. Ama şimdi… Şimdi artık yoktu. Ruhu yok olmuş, kaybolup gitmişti. Gördüğüm tek şey cansız bedeniydi. Gözümden akan yaşlara engel olamazken küçük dostuma bir mezar hazırladım. Yaralı bir halde camımda bulduğum küçük dostumu şimdi kendi ellerim ile güneşli bir günde mezara koyuyordum. Toprağı üzerine örtüp sessizce ağlarken bir kez daha anladım. Ne yaparsan yap bazen olacaklara engel olamazsın, gücün yetmez. Yüreğime kor gibi ayrılık hüznü yerleşirken gözlerim acı dolu gerçekler ile bir kez daha yüzleşti. Evet belki bir süre, kısacık bir süre daha geciktirmiştim. Ama sonra olacak olan olmuştu. Hayatta engel olamayacağın önüne geçemeyeceğin şeyler adına pişmanlık duyma. Geçmişi geriye döndüremezsin ama önünde aklın ile yön verebileceğin bir geleceğin var. Tüm her şey zihnimde bir bir canlanırken gözlerimi bir anda karanlık bir geceye açmıştım. Uyandığımda yatağımdaydım. Hayatıma ne bir yaralı kuş girmişti, ne ayrılık ne de ölüm… Bir yaralı kuşun rüyama girerek bana hayat dersi vereceğini bilemezdim. Çevrende olup bitene dikkat et gözünü dört aç aslında birçok şey senin için bir işaret bir ışık. Sadece iyi bakın ve görmeye çalış. Ama dikkat et yalancı işaretlere aldanma… Aman ha akıl levhalarına, uyarıcı kılavuzlara dikkat… Bu arada kızım son bir uyarı hikâye dinlemek kadar doğru yorumlamak da önemlidir.” Dedi yaşlı kadın. Ben bana anlatılan hikâyeye dalmış hayatım ile ilişkilendirmeye çalışıyordum. Tam aklıma bir soru gelmiş “Peki ama siz…” cümlemi bile tamamlayamamıştım. Ona doğru döndüğümde bankta gördüğüm tek şey koskocaman bir boşluktu. Ayağa kalkıp acele ile etrafa bakınırken yaşlı teyzenin ne ara ne hızla nereye gittiğini anlamaya çalışıyordum. Yok artık ama ya daha sorumu bile soramamıştım ki ben. İn miydi cin miydi? Daha adını bile öğrenememiştim. “Of ya aklım sanki yerli yerindeymiş gibi şimdi de yaralı kuş hikâyesi ile karman çorman oldum. Bu nedir arkadaş her gelen bir laf söyleyip çekip gidiyor. Bende bir insan evladıyım arkadaş, olmuyor ama böyle.” Elimi saçlarımın arasından geçirip havalandırırken diğer elimi belime koydum. Bir umut etrafa hala bakınırken yaşlı teyzeden bir işaret arıyordum. “Adı neydi acaba?” Düşünceli bir şekilde konuşurken aklıma gelen yeni bir fikir ile gözlerim ışıldadı. “ Tamam adını öğrenememiş olabilirim ama o benim için artık masal teyze, belki bir gün bir yerlerde yine onunla karşılaşırım.” Diye düşünürken aklıma gelen Cantuğ ile birden yerimden fırladım. “Kahretsin saat kaç oldu? Adam mekânda resmen ağaç oldu? Ben, oturmuş burada küçük çocuk gibi masal teyzeden hikâye dinliyorum ya…” Alal acele kalktığım yerden koşar adım mekâna doğru yürümeye başladım. Allah’tan buluşacağımız yer yakındı da mazeretimi trafik olarak gösterebilirdim. |
0% |