@ugurluay
|
4.BÖLÜM(***Zehir Zemberek Yemek***) “Olmak mı? Doğmak mı? Yanmak mı? Ölmek mi? Bilemedim… Neydi sevdanın gönüllü mahkûmu olmamın nedeni? Neydi yeşillerine demir atmamın sebebi? Gözlerinde doğdum, yüreğinde yandım, olmazlarında öldüm… Ama ben bilemedim…” “Aaaa bakın burada kimler varmış?” diyerek abartılı bir giriş yaptığım restoranın kapısından kendimi içeriye attığımda, gayet romantik bir yemeğin üzerinize afiyet içine ettiğimin an itibari fark etmiş bulunuyorum. Alık alık bana bakan Çiğdem’i es geçip, “Kuzen, sen de mi buradaydın ya, benimde midem bir kazındı ki sorma kendimi can havli, açlık stresi ile içeriye attım. Bir de baktım ki benim nezaket kumkuması kuzenim, öğrenci kuzenine güzel bir yemek ısmarlar diye düşündüm. Bilirsin öğrenciyken bizim ailelerimizin hayatı öğrenelim diye yaptığı cimrilikleri… Ceplerinde sanırsın akrep var. Eeee o dönemlerden geçmiş biricik bonkör kuzenim de bana güzel bir yemek ısmarlar dimi, ne güzel düşüncelere sahibim ben ya… Çok şanslısın kuzen, ayaküstü yine seni sevaba soktum.” Derken artık yüzsüzlüğümün bu kadarına içten içe ben bile pes demiştim doğrusu… Pişkin sırıtışım ile de ortamdaki gerilimi taçlandırmış hala şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışan kuzenime doğru bakıyordum. Ağzının açıklığını fark edip, demir bir bilye yutar gibi âdem elmasının aşağı yukarı inmesini keyif ile seyrediyordum. Gözlerini kısıp üşenmeden ayağa kalkıp yavaş adımlar ile bana doğru gelmesi ise itiraf etmeliyim ki hafiften tırsmama sebep oldu. Malum benim kuzenimin ne zaman nerede ne yapacağı belli olmazdı. “Mira, seni burada görmek ne büyük tesadüf,” üstüne basarak söylediği kelimeler “Az sonra seni boğazlayacağım,” der gibiydi. “ Dimi ya ne güzel tesadüf,” tüm şirinliğimi takınıp dişlerimin arasından gülmeye çalışsam da ne kadar başarılı olduğum tartışılır. Her adımda daha fazla yaklaşıp bana sarıldığında, sarılmak ne kelime elinde olsa oracıkta pençeleri ile beni parçalayacaktı. Kuzenim normalde bu kadar sinirlenmezdi ama birazcık kontrol manyağı olduğu için kendisi, planları dışında bir şey ile karşılaşınca, daha doğrusu kontrolünü kaybettiğini düşündüğü an adam bambaşka birine dönüşüyordu. Onu da elbet biri zamanı gelince büyütüp olgunlaştırıp, dize getirecekti ama o kişi asla Çiğdem değildi. O kız asla ona uygun biri değildi. Bunu ne zaman fark edecek benim kör kuzenim bir bilsem... Tabi o fark etmezse de ben fark ettiririm ne olacak, kuzenler bugünler için değil mi? Yedirir miyim ben kuzenimi sana soğuk nevale.. Çakma porselen ne olacak, oh olsun ona da, bozulan ortamına da… Çiğdem’in duymaz tarafından Umut,“ Ortamın içine ettiğinin farkındasındır umarım küçük cadı,” diyerek dişlerinin arasından tısladıkları benim dudaklarımdaki memnuniyeti belirginleştirip, içimdeki coşkunun kelimelere dökülmesini sağlamıştı. “ Ah ne kadar da doğru bir iş yapmışım ben o zaman,” kulaklarına ulaşan kelimelerime onun hoşnut olmayan kaba homurtuları eşlik etmişti. “Offf çok acıktım ne yiyorsunuz bakalım,” Umut’un kolları arasından güç bela kurtulup teklifsizce gayet ısrarlı bir şekilde masaya oturup utanmadan Çiğdem’in önündeki tabağını önüme arsızca çektim. “Ahhh tatlım bunlar sana fazla değil mi? Malum sen sıfır bedensin yediklerine dikkat etmen lazım, o yediğin sana yeter,” diyerek yanaklarım bile kızarmadan önündeki tabağı yaşadığı şaşkınlığı fırsat bilerek bir hışımla kendi önüme çekmiştim. Ona az bile sinsi yılan, hala Umut’un bu kıza nasıl katlandığını anlayamıyorum ya... Benim kahkahalarım, Çiğdem’in öfkeden deliye dönen suratı, Umut’un öldürücü bakışları arasında yemeğimiz fevkalade geçiyordu. Düşündüğümün de ötesinde muhteşem, şahane varlığım ile zehir zemberek bir yemeğin tam ortasındaydım şu anda… Yaptığım saçma sapan konuşmalardan sıkılan Çiğdem” Hayatım, benim gitmem lazım akşama görüşürüz,” diye ayaklandığımda içimden çoktan zafer naralar atmaya başlamıştım. İşte bu beeee… Utanmasam göbek atacaktım, sevmiyorum bu kızı ben ya… “Ahhh tatlım ya dursaydın daha karpuz kesecektik,” Kahretsin, o sözler benim tutulasıca dilimden dökülmemeliydi… O an karşımda kalakalmış ve bana öldürücü bakışlarını gönderen iki insan evladını gördüğümde biraz fazla ileri gittiğimi anladım. Onlar konuşmadan bana bakarken “Şey, yani tatlı niyetiyle şey ettiydim ben,” diyerek ne kadar şirin olabiliyorsam artık, o kadar takıp takıştırmıştım sükseli sırıtışı suratıma… “Sen şey etme kuzen, sen şey etme, tıkınmana bak ve ortadan kaybolayım deme ben sana karpuzu yedireceğim,” Çiğdeme arabasına kadar eşlik etmek için dışarıya çıkmıştı. N e gerek varsa, haspam sanki gidemiyor çakma porselen ne olacak… Bir dakika ya ne demişti o? Karpuz mu demişti? Allah’ım bir işimde rast gitsin ya, şimdi bu beni boğazın serin sularında intikamın en soğuk tarafını tattırmasın. Aferin Mira, yani ne vardı uslu uslu evine gitsen, pijamalarını giyip romantik komedi izleyerek salya sümük ağlasan… Bugünde görmeyiver Arda’yı, kırmayıver zincirlerini ne olacak yani… Bir gün geç öğrensen ne olur Arda’nın senden neden uzak durduğunu? Ama yok olur mu? Rahat durur muyum? Durmam… Neden çünkü ben belayı çekiyorum, kendi başıma iş açmayı seviyorum. Değer miydi şimdi Umut’un gazabına uğramaya, diye iç geçirirken masadaki soğuk suyu içmek için bir yudum almıştım ki, arkamdan gelen, “Afiyet olsun kuzen doydun mu?” Umut’un sesini kulaklarımda işittiğimde ağzımdaki suyun genzime kaçırıp öksürüklere boğulmama engel olamamıştım. “Helal, helal…” diyerek sırtıma vuran kuzenimin sesini yumuşadığını fark ettim. Daha da güzeli bu halime hafiften güldüğünü duyar gibi olunca, an itibari ile duygu sömürüsü kararımın doğru bir karar olduğunu anlamış oldum. “Öldürecek misin kuzen neden sessiz ve sinsi geliyorsun öyle arkamdan,” dediğim an kaşlarını çatması planlarımın yavaşça suya düştüğünün göstergesiydi… İtiraf etmeliyim ki duygu sömürüsü şu raddede pek işe yarayacak bir yöntem değildi. Çalıştır saksıyı Mira kızım, sen neleri alt ettin. Çalıştır kafayı… |
0% |