@ugurluay
|
41.BÖLÜM(***Şans Mağduru Ben***) Evet, kabul ediyorum söz konusu ben isem hayal dünyanızdaki yaratıcılığınız da pek işe yaramaz. Nereden mi biliyorum? Tabi ki türünün son örneği olmamdan ötürü biliyorum. Ah keşke ben o çayı üzerime dökmeseydim de o lavaboya gitmeseydim. Ayaklarıma taşlar bağlansaydı da o lavaboya adım atmasaydım. O lavaboda başıma gelebilecek felaketi nereden bilebilirdim ki? Benim ki tamamen masumane bir hareketti ama söyler misiniz bana dedikodu makinesi Didem’i o lavaboda görme yüzdem kaçtır? Dikkatinizi çekiyorum İstanbul’da, bilmem kaç tane restoranın olduğu koskocaman bir şehirde, o restoranın içinde küçücük lavaboda karşılaşma yüzdemiz nedir? Çok düşük, hatta imkânsız bir ihtimal değil mi? Yok artık, dediğinizi duyar gibiyim? Aynen ben de tam olarak sizin gibi yok artık diyorum. Üzerimi temizlerken bir yandan da kendime söyleniyordum. Öylesine amaçsızca sadece bir anlık baktığım aynada arkamda bana şaşkınca gözlerini açıp bana bakan bir adet dedikodu makinesi Didem’in yansımasını görmem ile benimde ağzımdan sessiz edepsiz bir küfürün yanında istemsizce “Yok artık,” nidası firar etmişti. Ah be zalim kader bu da yapılır mı bana ya? Neden hep istemediğim otları burnumun dibinde yetiştirmeye heveslisin bilmiyorum ki? Didem şaşkınca bana bakarken hala benim ben olduğumu anlamaya çalışıyordu. Kaç yıl olmuştu görüşmeyeli, o kadar çok uzun zaman olmuştu ki, ben bile ilk gördüğüm anda benzetiyor muyum acaba diye kendi kendimi sorgulamıştım. Ah tabi bu çok uzun sürmemişti. Didem ne olduğunu bile anlayamadığım ışık hızında üzerime atlayarak “Mira,” diye haykırıp ahtapot gibi kollarını boynuma dolamıştı. Biraz daha çaba sarf ederse beni öldüreceğinin farkında değildi. “Ah be hayırsız nerelerdesin sen? Ah dur bir bakayım sana kilo mu aldın sen ama olsun daha bir güzel olmuşsun, kilo sana yakışmış,” dedi ve beni kendinden uzaklaştırdı. Bir elimden tutup beni kendi etrafımda dans eder gibi döndürmeye başladı. Bu gidişat hiç mi hiç iyi değil, sonum hayra gitmiyor. Bu kızın elinde lavabo da son nefesimi vereceğim. “Kızım dursana bir ya beynimi döndürdün.” Desem de pek fayda etmemişti. O söylediklerime aldırış etmeden sanki ben hiç konuşmamışım gibi beynimi yiyen cümlelerini soluksuz ortama acımadan acıtarak döküyordu. “Ah Mira nerelerdesin sen? Kaç yıl oldu görüşmeyeli bir bilsen neler oldu? Sana ulaşmaya çalışıyorum ulaşamıyorum. Numaranı değiştirmişsin, annene gittim evini değiştirmişsin. Annenin biraz kafasını ütülemiş olabilirim kadının en son tansiyonu düştüğü için bana ev adresini verecek vakti olmadı. Daha sonra tekrar gittim ama bir türlü anneni evde bulamadım.” Didem susmuyordu. Bir yerden sonra bende kayışlar koptu. Onun ağzı oynuyor ama benim beynime onun kelimeleri ulaşmıyordu. Didem ile konuşurken genelde böyle oluyordu. Belli bir dakika sonra onun sesini kulaklarım duymuyor beynim her bir kelimesini bir bir reddediyordu. Ah yine o anlardan birini yaşıyordum. Didem konuşuyor ama sesler ne kulağıma ne de beynime ulaşamıyordu. Adeta sessiz bir filmde gibiydim. Gözlerim donuklaşmış üzerime temizlemeye geldiğim lavabonun orta yerinde yıllar öncesinden çıkıp gelen kaçmaya çalıştığım bir arkadaş tarafından rehin alınarak adeta hipnotize olmuştum. “Ya öyle işte, neler oldu neler,” dedi bir anda yüksek ses ile… Ben sesin birden yükselmesi ile “Hah, ne, kim?” dedim. Benim şaşkınlığıma, dinlememiş olmama aldırış bile etmeyen Didem kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı. “Bak sana bir sürprizim var. Hem şaşıracak hem de çok sevineceksin.” Ah hayır ama ya şimdi bu deli kız beni nereye götürüyor acaba diye düşünürken sürüklendiğim masayı gördüğüm an vücudumun buz kestiğini hissettim. Yok, hayır bu kadarı da fazlaydı ama… Didemin beni sürükleyerek götürdüğü masadaki topluluğa baktığımda aklımdan tek geçen tek cümle “Bu olamaz,” olmuştu. Kaderim ve şansım şu anda el ele verip bana kahkahalar ile gülüyor olmalıydı. Ben endişeli bir şekilde Didem’in beni sürüklediği masaya gitmemeye çalışırken onun benim kolumu sökercesine çekip vücudumu itelemesi canımı sıkmaya yetmişti. Masaya ulaştığımızda yıllar öncesinde ilişkilerimi kestiğim liseden arkadaşlarım, tabi bir de Vural vardı. Vural’ı gördüğüme şaşırmıştım. Genelde Didem’lerin gurubu ile takılan biri değildi. Yaş olarak bizden büyüktü ve üst dönemimizdi. Ama Didem ile hep bir irtibat halindeydiler. Her neyse şu an iç mekânda lise arkadaşlarım dış mekânda Cantuğ vardı. Bir an önce buradan çıkıp Cantuğ’u da alıp gitmeliydim. İçimde kötü bir his vardı ve bu kadarı ile kalmayacağını hissediyordum. Masadaki şaşkın bakışları görmezden geldim. Didem kolumdan tutup beni arkadaşlarımın önüne atarken “ Bakın size kimi getirdim,” dedi. Herkesin tuhaf bakışlarını üzerimde bir mızrak gibi hissetmeye başladım. Elimi havaya kaldırıp suratıma pişkin bir gülüş ile otuz iki dişimi göstererek olabildiğimce şirin bir ses ile kaşlarımı kaldırarak “Selam,” dedim. Ne diyeyim başka ya, hepsi ile okuldan sonra görüşmemiş ve kendi isteğim ile tüm irtibatı koparmıştım. Onlar bana ben onlara yabancıydım. Didem’in bu dengesiz hareketleri canımı sıkıyor, beni zor duruma düşürdüğü için ona kızıyordum. Görüşmek istemediğimi bildiği halde tuhaf gereksiz bir çaba içerisinde beni lise arkadaşlarımın içine sokmaya çalışıyor, kararlarıma saygı duymuyordu. Sinir oluyordum onun bu tavırlarına ama şu an yapabileceğim bir şey yoktu. “Oooo Mira Hanım sizi görmek ne büyük şeref,” dedi adının Cihan olduğunu hatırladığım arkadaşım. Ceyda “Siz bizim ile görüşür müydünüz küçük hanım?” diye araya girdi gıcık şey okulda da sevmezdim sinsi şeytanı. Nurcan, “Yaşıyor muydun kız sen kaçak? Telefonlar değişmiş ulaşılamaz hatun olup çıktın? Nasıl oldu da geldin?” dedi. “Şey, ne deseniz haklısınız. Okul, işler güçler derken ayrı düştüm biraz sizlerden,” dediğim anda “Biraz mı?” diyerek haykıran kişi tabi ki Didem’di. Ah ben bu Didem’in şuracıkta canına ot tıkasam kaç yıl yerim acaba? Dişlerimi sıkarak “ Abartma istersen Didem,” dedim. Kafam zaten Didem’i görünce şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdi üstüne bu kadar sitem bu bünyeye ağır gelmişti. Sitemkâr insanları sevmiyordum. Sevmediğim içinde hayatımda yerleri olsun istemiyordum. Beni yormayan insanlar olmalıydı benim hayatımda, sürekli şikâyet eden, arayıp soramadığım için sitem eden insanlara yer yoktu benim hayatımda. “Tamam çok uzattınız. Hayat meşgalesi hepimizi alıp başka yönlere savuruyor, farklı yollarda hüküm sürdürüyor. Şimdi sırf bu yüzden hiç kimsenin üzerine gitmeye hakkımız yok öyle değil mi?” Ah be Vural sen nasıl bir adamdın öyle yine ağırlığını konuşturmuş son noktayı koyarken düşük çeneli arkadaşlarımızın çenesini kapatmayı başarmıştı. Bana tatlı bir tebessüm ederken “Hoş geldin,” demişti. “Hoş buldum,” derken üzerimdeki gerginliği atmaya çalışıyordum. “Oturmaz mısın?” diye bana yanındaki boş sandalyeyi gösterdi. “Ben şey aslında dışarıda bir arkadaşım var. Biz de tam kalkmak üzereydik siz devam edin başka bir zaman ben size yine katılırım olur mu?” dedim. Anlayışlı bir gülümseme ile bana karşılık verirken “ Tabi ki nasıl istersen,” dedi. Vural’da farklı bir şey vardı. Hissedilir derecedeydi, bana bakışları eskisi gibi değildi. O bakışlarda tutku, aşk, vazgeçmezlik yoktu. Daha çok sevgi, şefkat, arkadaşça bir sıcaklık vardı. Beni değiştiren zaman belli ki onu da değiştirmişti. Verdiğim cevabın arkadaşlarımın yüzündeki bıraktığı alaycı dudak kıvrılmalarına eşlik eden gözlerinde gördüğüm “Tabi tabi kesin katılırsın,” imaları azıcık yerleşmeye çalışan keyfimin de içine edildiğini hissettiriyordu. Of Didem ya yedin bitirdin beni ne vardı beni sürükleyip bu yamyamların önüne yem diye atacak. Neyse ki Vural’ın yardımları ile ondan kurtulmayı başarmıştım. Yani henüz başardığımı sanıyordum. “Hoşça kalın, görüşmek üzere,” derken bir yandan elimi sallıyor diğer yandan arkama bile bakmadan kaçma isteğime ayak uydurup sırtımı onlara doğru dönmüştüm ki, o da ne? Didem’in “Dur,” diye ortalığı inleten haykırışı ile ben gözlerimi kapatmıştım. Hayır ya bu kız böyle sevincini yüksek perde de yaşıyorsa kesin bir şey yumurtlayacak ve dikkatinizi bu noktaya çekmek istiyorum. Bu kızın her yumurtladığı şey benim boğazımda kalıyor. Beni ölüm ile karşı karşıya getiriyordu. Suratıma zoraki bir gülümseme taktım ve dişlerimi ona sergilemek adına külçe gibi olmuş vücudumu yavaşça arkamda bıraktığım Didem’e döndüğümde dişlerimin arasında korkutucu bir yılan gibi tısladım. “Duyamadım Didemciğim bir şey mi dedin?” dedim. Kahretsin, keşke kulaklarımda bir sorun olsaydı da duymasaydım. Ya ben bunu niye şimdi akıl ettim ki beş saniye önce akıl edip çekip gitseydim ya, beni geri döndürmeye kalkınca da kulağımda problem var der geçerdim. Of kızım Mira beynin giderek yavaşlıyor, kabul et artık eskisi gibi değilsin. Yaşlanıyorsun. Ah ama hayır ya yaşlılık ve ben… “Bu akşam Vural’ın doğum günü partisini kutlayacağız. Sen de geleceksin hem eski günleri yâd ederiz. Aradaki boşluğu da bu sayede kapatırız. Değil mi Vural?” Ah ama Didem sen resmen gel beni öldür diye bana altın tepside fırsat sunuyorsun. Ne partisi, ne doğum günü, ne boşluğu ya… Aramızdaki o boşluğu ve mesafeyi ben oluşturmak için yıllarımı verdim şimdi kusura bakma ama hiç de o mesafeyi kapatmaya niyetim yok. Masadaki herkesin yüzünde gördüğüm alaycı gülüşmeler git gide canımı sıkmaya başlamıştı. Bu nedir arkadaş ne deşme suç olur duruma dönüştü. Keyif benim değil mi? Son bir Umut Vural’ın yüzüne baktım. Belki az önceki gibi yine onun yardımı ile bu durumdan kurtulabilirdim. Kurtulabilirdim değil mi? En azından ben öyle ümit ediyordum. Netice de umut fakirin ekmeğiydi, bense o umut ekmeğini sonuna kadar kemirecektim. Vazgeçmek, pes etmek hiç de bana göre değildi. “Gelirsen çok mutlu olurum Mira, hem seninle konuşmak istediklerim var.” Dedi. Acaba şansım kaderimin üzerine daha ne kadar tüy dikmeye devam edecek. Cidden bu durumu merak ediyorum. Şimdi ben bu adama ne diyeyim? Ben onun bu çıkışı ile neye uğradığımı şaşırdım. Şaşkınlığımı fırsat bilen Didem birden koluma girip “Hadi ama fazla naz âşık usandırır. Geliyorsun başka cevabı kabul etmiyorum.” “Ama Didem ben…” dedim ve sert bakışları ile sözümü yine ve yeniden kesti. “Tüm itirazların dinlenmeden reddedildi.” Dedi. Ben acaba bu durumdan nasıl kurtulmayı başaracaktım. Aklıma gelen şahane bir fikir ile tam ağzımı açmıştım “Ama benim akşama arkadaşıma sözüm var. Hem…” Sert ve keskin bir şekilde tekrar sözümü kesip attı. O cümlemi acaba ne zaman tamamlamama izin verecek bu dedikodu makinesi cadı acaba? “Ne var canım onu da getirirsin. Sorun olur mu Vural?” derken Vural’a dönmüş bildiğin pişmiş kelle gibi gülüyordu. “Ne sorun olacak Didem herkes arkadaşlarını getirmekte özgür bana sormanıza bile gerek yok,” dedi. “Gördün mü bak sorun olmayacakmış.” Dedi arsızca… Ah be Vural ben kurtulmak için çırpındıkça sen neden bu dedikodu makinesini yardım elini uzatıyorsun anlamadım ki… Hem ne konuşacaktı ki benimle, yine cevapsız sorular ile boğuşurken beynimin içinde bin bir teori uçuşmaya başlamıştı. Didem heyecan ile “Eeee ne diyorsun geliyorsun değil mi?” dedi. Başka çarem mi var acaba? Bir bahane daha sunarsam masadaki her bir arkadaşım önündeki yiyecek ve içecekleri “Eeee yettin sende be,” diyerek bana fırlatacak gibi bakıyorlardı. “Tamam o zaman akşam gelirim yani geliriz. Şimdi misafirimi de ayıp oldu gitmem lazım,” dedim. Evet bir an önce buradan topuklamalıydım. Didem’in aklına benim yeni fark ettiğim durum gelirse işte o zaman yanmıştım. Hem de en afillisinden cayır cayır çıra gibi yanmıştım. Tam bir adım atmıştım ki “Bir şey unutmadan mı?” diyen Didem’in sesi acımasızca kulaklarımda çınladı. Ne olur, ne olur hatırlamamış ol. Ne olur hatırlamamış ol ve akşam çekmek zorunda kalacağım işkenceden kurtulmak için elimdeki son kozu da hoyratça elimden çekip alma. Ne olur bunu bana yapma. Yavaşça Didem’e yeniden döndüm. “Yok bir şey unutmadım,” dedim ve tekrar hareket etmeye çalıştım. Ta ki Didem’in aşılmaz bir hale gibi hükmeden bakışlar ile önüme dikilmesine kadar. “Didem çekilsene önümden ya çocukça hareketler yapmasana,” dedim. “Önce ver bakayım sen şu telefonu,” diyerek cebimdeki telefonuma izin almadan saldırırken neye uğradığımı şaşırdım. “Kızım saçmalamasına ne yapıyorsun?” “Ne saçmalaması be numaranı yıllar önce değiştirdin. Ev adresini de bilmiyorum. Seni nasıl çağıracağız, partinin yerini bile sormadın. Çakal, gelmemek için resmen bahane üretiyorsun ama kusura bakma tatlım yemezler. O partiye gelinecek, gelmezsen annenin kapısına dayanır artık hastanelik edene kadar tüm dedikodu senasını üzerinde denerim. Anlaşıldı mı?” sesi kükreyerek çıkmıştı. Ben korkudan irkilmiş bir adım gerilerken gözlerimi kocaman açmıştım. Ne yemişti, ne içmişti de yıllar iççinde bu kız bu kadar uyanık duruma gelmişti. Pes, gerçekten pes doğrusu. Hatuna bak sen ya elimdeki son kozu da alıp afiyet ile yedi. Ben umut ekmeğini kemirirken o benim kozlarımı löp löp midesine afiyet ile indirdi. Hak mıdır? Bu bana reva mıdır ya? “Evet numaranı aldım. Şimdi de adresini söyle bakalım. Sakın yanlış adres verme, az önceki tehditlerim ev adresin için de geçerli. He bu arada sakın ola ki beni ekip bu partiye gelmemezlik yapma canına okurum bilesin.” Dedi. O son sözleri ile boğazımdan demir bir bilye gibi akıp giderken o son yutkunuş canımı çok pis acıtmıştı. Ah! Başka çarem mi vardı. Katılacaktım partiye hem de ev adresimi Didem’in beynine kodlarken. Didem, kaptığı cebimdeki telefona kendi numarasını kaydedip çaldırmış ardından da ev adresimi almıştı. Ben mi? Yaşadığım bu büyük şansızlık ve Didem felaketinin ardından omuzlarım çökmüş açık havada masada beni bekleyen Cantuğ’un yanına doğru sarsak adımlar ile giderken planlarımın arasına bir de akşam ki parti katılmıştı. Aman ne güzel. Kapıdan dışarıya adım attığımda ciğerlerime dolan temiz hava ile bir nebze olsun kendime geldim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almıştım. Nefesimi vermek için gözlerimi açtığımda bugün hatta bir ömür görmek istemeyeceğim kişiyi Cantuğ’un karşısına oturmuş kızgın gözler ile etrafı izlerken gördüm. Onun burada ne işi vardı? Cantuğ’ a ne söylüyordu? Ah kahretsin! Boğuluyorum, yüreğim daralıyor. Birden nefesimi geri bırakmadığımı fark etmiştim. Katıla katıla öksürürken bu adamın bana hiç mi hiç iyi gelmediğini bir kez daha anladım. İsmi lazım değil AZDER evladı söylesene senin bana, canıma kastın mı var? Niyetin beni öldürmek mi? |
0% |