@ugurluay
|
42.BÖLÜM(***Enfes Nefesim***) “Ensemde hissettiğim sıcaklık, beni hayatta tutan nefes gibisin…” Evet, evet kesin bu adamın esaslı niyeti benim ruhumu bedenimden acımasızca ayırmaktı. Yoksa ne diye zırt pırt karşıma çıkıp öfkesinin keskinliği ile beni burun buruna getirsin ki? Hem bir dakika ya bu adam bizi nasıl bulmuştu? Ah tabi ben ve büyük şansım başka ne olacak. Koskoca şehirde lavaboda Didem ile karşılaşıp Vural’ın ve eski arkadaşlarımın önüne yem diye atılan benden başkası değildi. Tam kurtuldum diye rahat bir nefes alacağım anda beni bekleyen Cantuğ’un masasında beklenmedik davetsiz bir misafir ile karşılaşmak… Ah bu yalnızca bana bahşedilen bir şans olmalıydı. Gözlerime inanamaz gibi tekrar tekrar açıp kapadım. Lanet olsun, ben rüyada falan değildim ve bu adam gerçeğin ta kendisiydi. Ağır aksak adımlar ile ne ile karşılaşacağımı tahmin edemiyordum. Yavaşça ilerlerken neden olduğunu bile bilmeden içten içe korkuyordum. Bir sebebi yoktu ama korkuyordum işte. Ah be adam yine nereden çıkıp geldin bilmem ki? Yanlarına ulaştığım anda Cantuğ’un şaşırmış bakışlarına Arda sert ve öfkesini belli ederek karşılık veriyordu. Arda’nın çenesini sıkmaktan seğirmeye başladığını, ellerini dizlerinin üzerinde yumruk yaptığını görebiliyordum. Bu adamın derdi neydi anlamıyorum. Ne istediğini bilmiyor, bir dediği bir dediğine tutmuyordu. O benden vazgeçtiği gün ben onu yüreğimden olmasa bile hayallerimden azat etmiştim. Ne diye karşıma çıkıp aklımı karıştırıp duruyor benim yoluma gitmeme izin vermiyordu. Anlamıyordum. “Senin burada ne işin var?” dedim. Sesim o kadar düz ve duygusuz çıkmıştı ki benim bu tepkime hem Cantuğ hem de Arda şaşırmıştı. Arda kaşlarını kaldırarak “Olmam gereken yerdeyim,” diyerek karşılık verdi. “Yanlış cevap, doğru cevap olmaman gereken yerde olacaktı.” “Her şey bitti şimdi de verdiğim cevaplara mı karışır oldun?” Kaşlarını çatmış bana bakarken aklından geçenleri okuyordum. “Bilirsin benim yanlış cevaplara ve hatalara tahammülüm yoktur.” Biliyorum, biliyorum şu an onu kışkırtıyordum ama oda resmen kaşınıyordu. “Evet bilirim, hem de çok iyi bilirim. Açıklamaya ve fırsat vermeye de asla tahammülün yoktur. İşine gelmediği zaman kestirip atarsın. En iyi yaptığın şey bu değil mi zaten?” “Arda…” Duyduklarım karşısında öyle sinirlenmiştim ki ne masada oturan Cantuğ ne de etraftan bizi izleyen meraklı gözler umurumdaydı. Bu adam bana hiç mi hiç iyi gelmiyordu. Her defasında beni zıvanadan çıkarmayı başarıyordu. Benim verdiğim tepki Arda’yı o kadar sinirlendirmişti ki yayından çıkmış ok gibi yerinden fırladı ve bir anda ışık hızı karşıma dikildi. Şimdi gözlerimiz birbirine bakarken geleceğin umut vaat etmediğini hissediyordum. “Yalan mı?” dedi hiddetle dibimde bitmiş, gözlerimin içine bakarken yüreğimi delercesine konuşuyordu… “Biliyor musun Arda benim nefretim bile hak edene, sen onu bile hak etmeyen bir adamsın.” “Senin her şeyin benim Mira…Senin her şeyini hak eden benim, nefretini de aşkını da baştan sona sen benimsin. Bunu anlamak için sadece gözünün içine bakmam yeterli bunu sen benden daha iyi biliyorsun.” “Ben senin değilim bunu o kalın kafana sok. Ben senin değilim.” “İnandıramazsın beni Mira, sende var olmadığıma hala yüreğine hükmetmediğime ne yaparsan yap inandıramazsın beni.” “Allah’ın belası herif, ister inan ister inanma sen geçmişimde hatırlamaya bile değer görmediğimsin. Hayatımda koskocaman bir sıfırsın. Koskocaman etkisiz bir eleman. Büyüklüğüne aldanma ona değeri veren de alan da benim. Senin varlığının benim hayatımda sıfırdan bir değeri yok. Etkisiz, vasıfsız bir elemansın benim için. Ne zamanki sayının sağına yazılırsın işte o zaman değer kazanırsın. Sen benim hayatımda sayının sağına değil soluna yazılarak kendim için seni etkisiz hale getirdim. Hayatımdaki tüm değerini yıllar önce kaybettin. Hayatımın etkisiz elemanı oldun.” “Sana sarıldığımda o sıfır sağında, solumdaki yüreğim ile yer bulduğunda en büyük hazinemiz aşkımız tekrar değer kazanacak.” “Boş hayaller ile avutma kendini, benim aşkımı hak görme kendi yüreğine.” “Mira bunlar hayal değil gerçek, senin adın sonsuza dek benimle anılacak.” “Allah kahretsin Arda adım anılmasın yanında yörende diyarında. Biz diye bir şey yok, ben tükendim artık rahat bırak beni, rahat bırak.” Diye haykırırken artık gücümün de sabrımın bittiğini anladım. Gözlerimden akıp giden yaşlara engel olamazken beni taşıyamayan dizlerim amansızca kendini bırakırken güçlü kollar tarafından yere düşmekten son anda kurtuldum. Beni sımsıkı saran kolların kucağına sığındım. Beni son anda düşmekten kurtaran kişi Arda’yı geriye doğru iterek bertaraf eden Cantuğ’du. Cantuğ “Mira, lütfen ağlama.” Derken beni kendine daha fazla çekip saçlarımı okşarken bir yandan da beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Dokunma ona,” diye hiddet ile bağıran Arda’ya sert bakışlar ile bakan Cantuğ “ Onu ne hale getirdiğini görmüyor musun? Uzak dur Arda, lütfen sakinleşmesine izin ver.” Dedi. Allah’ım nasıl sağduyulu ve denge timsali bir adamdı. “Çek o ellerini onun üzerinden,” diye hiddet ile tekrar bağıran tabi ki Arda’ydı. Ah Allah’ım ben burada hıçkırıklar eşliğinde ağlarken helak olmuşum adamın derdine bak ya… Lütfen biri şu adamın kulakları rahatsız eden cızırtısını kapatabilir mi? Lütfen ama ya kısın şu parazit yapan sesi, olmuyor ama böyle… Şurada iki dakika kendimi mahvetmeme bile izin vermiyor. *** Bir saat içinde kendimi toparlamıştım. Karşımızda oturan Arda, Cantuğ ile bana öldürücü bakışlarını gönderiyordu. Cantuğ ne kadar kibar ve sağduyulu davranmaya çalışsa da Arda bir o kadar dengesiz ve her an patlayacak bir bomba gibi ortalarda dolaşıyordu. Beynimde bir an önce buradan kalkma planları vardı. Arda ile karşılaşınca öyle bir şaşırmıştım ki doğal olarak tepkim biraz sert olmuştu. Yani birazdan daha fazla sert olmuş olabilir ama sonuçta adam da hak etmişti. O değil de benim bir an önce buradan kalkmam lazım eğer aklıma gelen şey şansım ile birleşip başıma gelirse inanın hiç mi hiç şaşırmazdım. Evet, aklıma geleni merak ediyorsunuz değil mi? Ah tabi ki de Arda ve Vural karşılaşması başka ne olabilir ki… Onların karşılaşmaları demek bizim az önceki çarpışmamızın kat be kat fazlası ile buranın sarsılıp taş üstünde taş kalmaması demekti. Belayı çekiyorum kardeşim üzerimde ne türden bir mıknatıs varsa artık resmen çekiyorum. Bir masada üç cambaz Arda yüzsüz, ben aşkzede, Cantuğ ise başına benim gibi bir baş belasını almaya hevesli kişi… Hepimiz de yaşadıklarımızın ardından konuşmaya korkuyor gibiydik, incelediği anda kopacak bir gerginlik vardı ortamda… Sessizlik gerginlik ile dolaşırken tam ağzımı açmaya cesaretlenmiş ve kalkıp gitmek için bir atak yapmaya geçmiştim ki bizim bu gergin ortamın ipini makas ile kesip atan “Sen daha gitmedin mi?” diyen bir ses ortaya atom bombası gibi düşmüştü. İşte bu az sonra taşın taş üstünde kalmayacağına dair bir işaretti. Lanet olsun! Bu işte hesapta olmayı bırak ihtimal dâhilin de bile olmayan olasılıksız olandı. Düşüncelerin ötesinde koskocaman bir kâbusun ortasına acımasızca düşmüştüm. Ben şimdi bu işin içinden nasıl çıkacağım, aklıselim bir insan evladı bir akıl versin bana. |
0% |