@ugurluay
|
45.BÖLÜM(***Hesapsız Gelişmeler***) “Öznesi aşk olanın yolu maşuk olur.” Karışıktım. Tek kelime ile karmakarışık… Ruhum daralıyordu. Vural ile yaptığımız konuşmaya zihnim de yüreğim de henüz hazır değildi. Arda ile yaşadığımız… Bizimkisi bitmek bilmeyecek bir serüven değil miydi? Ne oldu? Nasıl oldu da bir anda bu hale geldik? Ben Arda’ya her seni sevmiyorum dediğimde içimdeki büyük aşkı sonsuza kadar gizlemeye yemin ettim. Çünkü söz konusu olan benim hayatımdı, yara alan yüreğim, onurum gururumdu ve bu meydanda bir kez daha hataya yer yoktu. Herkesten sakladığım ve yeri geldiğinde onların altına saklandığım yalnızlıklarım vardı benim. Yine öyle bir anın içinde çevremde tanıdığım tanımadığım onlarca insan kendinden geçercesine müziğin ritmine kaptırıp eğlenirken ben Vural ile yaptığımız konuşmanın ardından ruhumu geçmişin kirli sayfalarında bırakıp bedenimin et yığınını istemesem de o kalabalığın içine geri getirmek zorunda kaldım. Ah! Ne muhteşem ama? Yeterince huzursuz değilmişim gibi birde aklımda tek soru “Olabilir mi?” megafonla zihnimde yankılanıyordu. Başkaldırıyordu duygularım ikna etmek faydasız. Yorumsuz kalıyordu dilim, kördüğüm olmuş zihnim çaresiz. Cantuğ yaşadığımız huzursuzluğu hissetmiş gibi bir anda yanımda bitivermişti. “Cemre, sen iyi misin?” dedi endişeli ve bir o kadar tedirgin bir sesle… Yüzüme zoraki bir tebessüm yerleştirip “Şey ben, iyiyim galiba,” diye ağzımın içinde gevelediklerime ben bile inanmazken karşımdaki adamın da yutmadığını çok geçmeden anladım. “Emin misin? Pek iyi görünmüyorsun?” diyerek gözlerini kısmış benim allak bullak olmuş suratımın sebebini anlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Şu an konuşacak halim kalmadığı için aklıma gelen en mantıklı ama bir o kadar da saçma sapan bir şey yaptım. Cantuğ’un elinden tutup neşeli görünmeye çalışarak “Hadi ama abartma lütfen, hem biz buraya eğlenmeye gelmedik mi? Hadi dans edelim,” diyerek onu çekiştirerek yüzüne bakmamaya özen göstererek kalabalığı yara yara dans eden insanların karışmaya çalışırken biraz olsun Cantuğ’un beni zorlayıcı sorularından kaçmaktı niyetim. Evet neye niyet neye kısmet… Akşamdan bu yana beynimi oyarak çalan müzik biz piste çıktığımızda duygusal bir dans müziğine dönüşmüştü. Ah hayır ama ya’ Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek. Evet, beyler bayanlar size mucizevi şansımdan bahsetmiştim değil mi? İşte o mucizevi şansımın münasebetsiz bir yerleri ile bana güldüğü anlardan birine şahit oluyorsunuz. Ben aklımdaki gerçekler ve Cantuğ’un sorularından kaçarken bildiğin kendi ellerim ile kendimi bu ateşten cenderenin içine attım. Ah hadi ama benim bu performansıma alkış nerede? Sizce benim bu durumun bir çaresi bulunur mu? Tabi ki de hayır. El mecbur kaderimizde ne yazılmışsa her bir kelimesini bir bir yaşarken nağmeleri de içli bir şekilde gönülden hissedecektim. “Cemre buraya gelmek sana iyi gelmedi. İstersen gidebiliriz,” diyordu benim huzur yüklü anlayış abidesi adam. Ne diyebilirdim ki ona ne kadar fazla haksızlık ettiğimi onun gözlerinde gördüğüm endişe ile daha fazla anladım. Bu geceyi kendime zehir ettiğim gibi ona da zehir etmeyecektim. “Yok gerçekten iyiyim, gitmek istemiyorum. Lütfen benim bu halime takılı kalma ben şu an hiç olmadığım kadar huzurluyum,” derken onun için ne hissettiğimi anlamak için dans ederken başımı onun kalbinin üzerine koydum. “Peki, sen öyle diyorsan,” dediğinde sesi mırıltı halinde çıkmıştı. Duymak istedim, benim için mi atıyordu o yürek. Ben başımı göğsüne yaslayıp yüksek müziğe inat kulağım ile o ritmi gözlerim kapalı duymaya çalışıyordum. Ama duyamıyordum. Bir şey vardı, bunu hissediyorum ama adlandıramıyordum. Cantuğ ile bizim aramızdaki şey evliliğe gidebilecek düzeyde değildi. Ben bunu hissediyordum ama aklımdaki “Olabilir mi?” sorusu beni çileden çıkarmaya devam ederken hala zihnim kalbime direniyordu. Bu savaşı kim kazanacak bende deli gibi merak etsem de kendime bir ışık, bir çıkar yol bulmak için hala gözlerim kapalı dans pistinde Cantuğ ile sarmaş dolaş onun kalbinin ritmini duymaya çalışıyordum. Ta ki… Ta ki kolumdan sertçe çekilip adımın müziği bastırırcasına ortamda yankılanmasına kadar… “Miraaaa…” Evet hükmedercesine ortamda yayılan bu sese canımın acısı ile birlikte ağzımdan çıkan feryat eşlik etmişti. Evet, baylar ve bayanlar hiç hesapta olmayanlar gecesine hoş geldiniz. *** “Sensiz bir yarına tahammülüm yok artık.” “Miraaa…” Bu sesin sahibi iliklerimden kemiklerime kadar beni titretmeyi başaran adam Arda’ydı. “Arda?” Onu gördüğüm anda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu açılmanın boyutunun sebebi korkudan mı yoksa şaşkınlıktan mı sormayın a dostlar… İyide bu adamın burada ne işi vardı? Onun şu anda benim evimin önünde kök salarken meyvelerinin kırmızı ve mora dönmesi gerekmiyor muydu? Beni nasıl bulmuştu? Her şeyden önemlisi o beni az önce Cantuğ’a vantuz gibi yapışmış bir halde görmüş olamazdı değil mi? Görmemiştir değil mi? Görmemiştir deyin ne olur ama? Durun bir dakika ya hem görse ne olacak ki? O kim ki? O benim neyim ki? Bende yersiz korkulara kapılıp saçma sapan tedirgin oluyorum. Hiç… “Oooo bakıyorum da beni gördüğüne çok sevindiniz Mira Hanım. Ne oldu? Çok mu şaşırdın beni görünce?” Alaycı sesi bakışındaki tehdit o kadar açık ve netti ki gözleri ile bana az sonra çıranı yakacağım der gibi bakıyordu. “Ne saçmalıyorsun sen be?” Üste çık Mira, tamam adamı saatlerdir kapımda bekletmiş olabilirdim ama o her şeyin en iyisine layık değil miydi? Kazığın bile… “Mira bu akşam yaptığın bardağın taşmasına sebep olan son damlaydı. Sen nasıl bu kadar kör, sağır oldun bana, bu nasıl şımarıklık nasıl bir pervasızlıktır böyle. Nasıl bu kadar çocukça hareketler yapabildin? Nasıl çok eğlendin mi bari, beni saatlerdir kapında köpek gibi bekletirken burada bu adi herifin kollarında sarmaş dolaş dans etmeye utanmadın mı hiç?” “Arda sen benimle böyle konuşamazsın, kes sesini artık ve çek git buradan.” Kolumu bir anda onun esaretinden sertçe çekip aldım. “Asıl sen kapa çeneni Mira yeter artık bitti, çocukça kaprislerinden de saçma sapan kaçışlarından da bıktım usandım. Yürü gidiyoruz bu gece bu iş bitecek,” dediği anda kolumdan sertçe bir kez daha tutup beni o kadar insanın içinde sürüklemeye başladı. “Bıraksana beni adı herif canımı acıtıyorsun? Dağ kaçkını sende…” “Doğru senin yüzünden dağdan kaçtığım doğru ama yeter bu gece her şey konuşulup bitecek, sensiz bir yarına tahammülüm yok artık,” dedi ya adam. Ah be adam ne de güzel söyledin ama yemezler. Ben daha ne olduğunu anlayamadan boşta olan kolum ani bir hareket ile huzurlu bir el tarafından tutuldu. “Bırak kızı Arda, seninle gidecek bir yolu yok artık onun.” Diyen adam Cantuğ’dan başkası değildi. Şimdi bir kolumdan Cantuğ diğer kolumdan Arda çekerken ortada kalan ben hiç de halimden memnun değildim. Ne oluyoruz arkadaş bu ne hal böyle. Milletin kaderi onu vezir ederken benim kaderim her yerde ve durumda beni rezil etmek zorunda mı? Of ki ne of… “Buna sen mi karar veriyorsun?” diyen Arda fark etmeden öfkesini tuttuğu kolumdan çıkarırken ağzımdan “Ah,” diye bir inleme çıktı. Cantuğ’un da Arda’nın gözleri o kadar hiddete bürünmüştü ki aralarında kalan beni ve yaktıkları canımı fark edecek durumda değillerdi. “Ben değil ona yaşattığın geçmişiniz karar veriyor.” Arda Cantuğ’un sözleri ile o ateş saçan gözler ile bana ani bir şekilde döndü ki “Bir de yaşadığımız her şeyi bu adi pisliğe mi anlattın?” dedi. Ama bu konuşma hiç de iyiye gitmiyor. Ben ağzımı tam açmış “Be-ben…” demiştim ki Cantuğ’un ağzından dökülenler ile sözüm kesilirken Arda’nın damarına canı yanarcasına basıldığını tutuşunun biraz daha sertleşmesinden anladım. “Kes sesini Cantuğ, sen bu işe karışma,” dedi ve beni kendine ani bir hareket ile çekti. Ama hesap etmediği Cantuğ’un da tutuşunun sertleşip kolumu bırakmamasıydı. Ah hadi ama beyler beni pinpon topu falan mı sandınız siz? İnsanım ben insan unuttuysanız hatırlatayım. O tuttuğunuz kollar raket değil insan kolu, biraz daha çekerseniz kopacak olan zavallı kollarım. Cantuğ “Karışırsam ne olacak,” diye Arda’nın gözlerinin içine koyulaşan gözleri ile bakarak ona meydan okumuştu. Arda “Gel ne olacağını sana göstereyim,” dedi ve bir anda serbest kalan kollarım ile bir an rahatlama yaşasam da iki deli adamın ellerinin bu defa da birbirlerinin yaklarına yapışması ile attığım çığlığa etraftaki insanların çığlıkları ve kaçışmaları da eklenmişti. Eeee bende insandım ve bir yere kadar dayanma gücüm olabilirdi değil mi? Nasıl gözüm döndüyse bir deli gücü ile aralarına girip o iki çılgını birbirinden ayırarak avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. “Eeee yeter artık be canımdan bezdirdiniz beni.” Diye birini bir tarafa diğerini bir tarafa savurdum. Onlarda benden böyle bir tepki beklemiyor olacaklar ki hızlı nefes alıp verirken bir yandan da şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Onların konuşmasına fırsat vermeden bir yandan elim kolum ile hareketler yapıyordum bir yandan da sesimi yükseltebildiğim kadar yükseltirken öfkemi kusuyordum. “Siz, siz ne halt yediğinizi sanıyorsunuz. Ben neyim, kimim hah? Kendinizde benimle ilgili nasıl bir hak görüyorsunuz da beni böyle bir duruma düşürüyorsunuz? Sen Arda Mert AZDER, seninle hesabımız yıllar önce kapandı. Artık zorlama, daha fazlası seni de beni de tüketir. Bitti anladın mı? Bitti… Yıllar önce senin isteğinle bitti.” Dedim dilim başka söylese de gözümden dökülen her bir damla bana yine ihanet ediyordu. Duraksadığımı fırsat bilen Arda ağzını açıp “Mira ben…” dedi ve cümlesini tamamlayamadan “Yeter artık Arda seviyorum diyorsun ya, seviyorsan uzak dur benden varlığın bana zarar veriyor görmüyor musun? Affedemem seni, anlatacağın hiçbir şey bunu değiştirmeyecek bunu anla artık kabul et ve sus.” Gözlerimdeki her bir damlayı tekrar silerken bu defa Cantuğ’a döndüm. “Peki ya sana ne demeli Cantuğ BEYTER, az önce yaptıkların sana hiç ama hiç yakışmadı. Sen bu değilsin? Yeter artık ikiniz de uzak durun benden, bir daha ikinizi de görmek istemiyorum,” dedim ve koşar adım onları ardımda bırakırken arkamdan seslenen ne Didem’i ne de beni durdurmaya çalışan Vural’ı dinledim. Gitmek istiyordum. Bir an önce rezil olduğum bu ortamdan çıkıp gitmek istiyordum. Restim ne Arda’ya ne de Cantuğ’aydı. Benim asıl restim kendi yüreğimeydi, iflah olmaz her şeye rağmen vazgeçemediğim aşkımaydı. |
0% |