@ugurluay
|
46.BÖLÜM(***Ömrüme Yetiş***) “Bu şehir bana dar geldi, kaderim bana zor geldi.” Bazen susmak gerekir öylece apansız, aralıksız bazen de sorgusuz sualsiz düşünmeden gitmek gerekir. Ben gönlüme resti çektim çekmesine ama insan içine çıkacak halim kalmamıştı. Ruhum yıkıntılar içinde kalmıştı. Neydim? Kimdim? Ne haldeydim? Sorularım vardı zihnimde kırbaç gibi hareket edip bana eziyet çektiren. Ben bende değildim ki nefes aldığımı hissedeyim. Can yüreğimi yakarken aldığım nefes ciğerimi dağlıyordu. Gitmem lazımdı. En azından bir süre buralardan uzaklaşıp bende uzak durmasını istediğim insan evlatlarından uzaklaşmam gerekiyordu. Hepiniz merak ediyorsunuz değil mi? Bu çılgın kız gitmez Arda’ya dünyaya zindan eder, Cantuğ’un yaptığı teklifler ile kafası karışmaya devam eder diye… Ama yanıldınız. Gücüm kalmadı, tükendim. Gitmem lazım, nefes alabilmek için durmaksızın arkama bakmadan kaçmam lazım. Evet başardım da, sabah ilk işim Umut’u arayıp şehir dışına çıkacağımı ve bana şirketin bir arabasını göndermesini istedim. Kafam o kadar dağınık ve zihnim o kadar bulanık ki gideceğim yeri bile bilmeden çıkacağım yolda arabayı kullanacak birilerine ihtiyacım vardı. Bunun için en doğru ve güvenilir insan tabi ki Umut’tu. Ondan soru sormamasını ve yanımda olmasını rica ettiğimde sesimin tonundan anladığı hissiyat ile “Anneni sakın düşünme ben hallederim.” Biraz duraksayıp derin bir nefes bıraktıktan sonra, “Mira iyi ol ve öyle gel,” dedi. O böyle konuştukça benim yanaklarıma hücum eden sicim gibi yaşlar beni yakıyordu. Bu şehir bana dar geldi, kaderim bana zor geldi. O kadar yorgun ve durgundum ki evimin önünde arabanın çalan kornası ile zihnimdeki an be an canlanan dün gecenin tüm görüntülerini tek kalemde sildim. Gözlerimde kavanoz kapağı kadar siyah gözlükler ile hiç de normal bir insan evladı gibi durmuyordum. Bütün gece gözümden dökülen yaşın haddi hesabı yokken şimdi gidecek olmanın vermiş olduğu rahatlık bedenime yavaşça yayılıyordu. İçime an be an yayılan huzurun odun kafalı şoförün kapımı açmaması ile tamamen yok olup gitti. Allah’ım bunları sen bana sayı ile mi veriyorsun bilmiyorum ki, kütük adam ne olacak? İnsan bir çıkar valizimi bagaja yerleştirir. Yapmacıkta olsa yüzüne bir tebessüm kondurur. Nezaketen de olsa bir kapımı açar yahu, nato mermer nato kafa anasını satayım. Zar zor kaldırdığım valizimi sürüklerken şoföre de bin bir edepsiz küfürü içimden saydırıyordum. Ah be Umut nereden bulur da gönderirsin böyle adamları? İçimde dolup taşan sinir küplerine aldırış etmeden astığım suratım ile birlikte arabaya bindiğimde gideceğimiz yerin adresini verip cevap vermesini bile beklemeden suratına bile bakmadan hırsımı öfkeme katık edip kollarımı göğsümün altında birleştirip gözümü kapatarak kafamı geriye doğru yaslayarak gece boyu beni terk eden uykunun kollarına kendimi çoktan teslim etmiştim. *** Uyku öyle uçsuz bucaksız vadilere beni alıp atarken sebebini bilmediğim bir huzurla gözümü açmıştım. Yüzümde aptal bir gülümseme peyda olurken hala arabada olduğumu ve yolumuzun daha bitmediğini gördüm. Oturduğum yerde gerinmeye başlarken anlamsız sesler çıkarmayı da ihmal etmiyordum. Ellerimin havada asılı kalmasına sebep olan tek şey ise arabada bir adet öküzlüğe aday şoförün var olduğuydu. Yüzümde donup kalan aptal gülüşümü soldurmaya çalışırken adamın hala ben yokmuşum gibi davranması sinirlerimi alt üst etmeye yetmişti. “Hala gelmedik mi? Ne kadar yolumuz kaldı?” diye sorduğumda adamın ne duruşunda ne de hareketlerinde herhangi bir değişiklik olmadı. Bu sessizlik canımı sıkmaya başlamıştı. “Sağır mısın be adam? Konuşsana …” diye haykırıyorum ama adam da tık ses yok. “Allah’ım sabır ver bana ya, çattık resmen,” dediğimde arabanın camından es kaza dışarıyı gördüm. Hay ben o dışarısını görmez olaydım. Gördüğüm şeyler… Hayır ama ya bu ne demek oluyor şimdi? Ani bir hareket ile kavanoz kapağı büyüklüğündeki kapkara camlı gözlüğümü gözlerimden hunharca çekip aldığımda gördüklerimin gözlüklerimin bana hain bir şakası olması için ettiğim duanın haddi hesabı yoktu. Gördüklerim karşında gözlerimi tekrar tekrar açıp kapadım ama yok arkadaş burası, burası neresiydi böyle? Hangi cehenneme gidiyorduk böyle? Gideceğimiz yerin adresinin yollarına buralar hiç ama hiç benzemiyordu. Burası bildiğiniz it ürümez kervan yürümez bir yerdi. Etrafta tek bir canlı emaresi yoktu. Ne bir insan, ne bir ev, ne de bir hayvan… Hiçbir şey yoktu. Burası bildiğin dağ başı ve ben bir dağ başında öküzlüğün kitabını yazmaya aday tanımadığım bir adam ile tek başına arabada gidiyordum. Kahretsin! Kaçırılıyor muyum? Yoksa fidye için mi? Yok artık ama bu kadarı da fazla… Gözlerim aklıma gelen bin bir teori ile boyut değiştirirken bu işleme ağzım da açılma payını eklemişti. Korku ve dehşet el ele içimdeki öfkenin kapısını çalarken ellerim önümdeki şoförün omuzlarını bulmuştu. Omuzlarından tutup sarsmaya başladığımda “ Sen kimsin? Ne istiyorsun benden? Burası neresi?” diye kuşlar gibi bağırıp çağırıp çırpınmaya başlarken bir yandan da araba kullanan adamı tartaklamaya başlamıştım. Adam da benden böyle bir hamleyi beklemiyor olacak ki neye uğradığını şaşırmıştı. Ben bağırıyor çağırıyor artık korkudan onun söylediği şeyleri duymuyordum. Gerçi konuşuyor mu onu da bilmiyordum. Panik vücudumu öyle bir ele geçirdi ki kalbim bir an önce arabadan çıkıp kaçmanın isteği ile dolup taşmıştı. Yaptığım en aptalca şeyi yaparak adamın gözlerini kapatmıştım. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kulağımda çınlayan “Mira aç gözlerimi kaza yapacağız,” diyen o tanıdık ses ile ellerimi bırakmak yerine daha çok adamın gözlerine sarıldım. Canını yakarcasına gözlerini sıktırırken bir yandan kendi gözlerimi de kapamayı ihmal etmemiştim. Sonrası mı? Sonrası anlık, saniyelik bir olay… Korkunç bir gürültü, kulaklara dolan çığlıklar ve nefes almayı zorlaştıran bir toz bulutu… Her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Gözümü açtığımda bir çift yeşil gözün bana bakarak “ Mira iyi misin?” diyen endişeli bakışına takılı kaldım. Ah ben öldüm de cennete mi düştüm? Evet, evet kesin ölmüştüm. Yoksa bu cennet bahçelerinden yüreğime armağan olan yeşil gözleri görmek kaderimin ihtimal dâhiline bile girmezdi. Ah be zalim felek, yaşarken değil de ölürken mi yüzüme gülecektin? Yetiş be güzel adam, fani ömrümün son demlerine yetiş… |
0% |