@ugurluay
|
47.BÖLÜM(***Kaçış Yok***) “Mira, iyi misin?” diyerek beni arabanın arka koltuğundan çekip alan adamın sesindeki endişeyi yüreğimin en derininde titreyerek hissettim. Var ya ben kesin ölmüştüm bunun başka bir izahı olamazdı. Arabanın içinden sertçe çekilip alındım. Tanıdığım, bildiğim, özlediğim güvenli kollar beni sararken artık yeşil gözlü adamımın kucağındaydım. Beni arabadan uzaklaştırıp nazikçe toprak zemine yatırdığında sırtımın topraktaki rahatsızlığını hissetmemeye başladım. Gözlerim kapalı hala olayın şoku ile vücudum kaskatı kesilmişti. Ama yaşadığım şok korkudan mı, kazadan mı, gördüklerimden mi yoksa gözümü açtığımda görememe ihtimalim olan gerçeklerden mi bilemedim. “Mira, lütfen uyan, iyi misin?” diyerek yüzüme hafifçe dokunarak beni kendime getirmeye çalışan adama zorlukla gözümü açarak bakmıştım. “Yok, hayır bu gerçek olamaz,” dedim ve tekrar gözümü hızlıca geri kapattım. Garibim adam neye uğradığını şaşırmış olacak ki “Miraaa…” diye inlerken şaşkınlıkla adımı söyledi. Gözümü sımsıkı yummak yetmemiş gibi üstüne bir de ellerimi gözlerime kapatıp “Yok, yok ya rüyadayım ya da kesin öldüm de cennete düştüm,” dedim. Ben içimden düşündüğümü sandığım ama ağzımdan kelimelerin bir bir dökülmesinin ardından kulağıma dolup taşan kahkahaların bunun bir rüya değil de kâbus olduğunun kanıtıydı. Cennete değil olsa olsa payıma düşen cehennemi tadıyor olmalıyım şu an… “Rüyalarını süslediğimi bilmiyordum. Hem beni cennetin olarak kabul ettiğini duymak da beni ayrıca mutlu etti,” diyen hain adam bir de utanmadan karnını tuta tuta gülüyordu. Dengesiz herif ne olacak. Gözlerimi açıp Arda’nın omuzlarını sarsarak kahkahalar eşliğinde gülmesine hayret dolu kızgın bakışlarımı göndermeyi ihmal etmedim. Yaşadığım gerçeğin idrakine yeni varıyordum. Kahretsin tüm bunlar yaşanmış olamazdı. Kendi ağzım ile kendi tutulasıca dilim ile bu adama içimdekileri itiraf etmiş olamazdım. Yavaş yavaş yerimden doğrulup ayağa kalktığımda ağzımdan dökülen tek kelime “Sennn?” olmuştu. Tek kelime ama içinde onun duyabileceği ve anlayabileceği binlerce soru barındırıyordu. “Evet bennnn,” diye uzatarak söylediği iki kelimenin içinde ise yalnızca benim anlayabileceğim binlerce cevap barınıyordu. “Senin burada ne işin var?” Dedim tüm kızgınlığım ile… “Sence?” Derken bir kaşını yukarıya kaldırıp uyaran bakışları ile beni süzüyordu. “Benim burada ne işim var?” diyerek ıssız olan etrafı ellerim ile gösteriyordum. “Sence?” dedi yine hain adam. “Soruma soruyla cevap verme kahrolası?” Sesim bir yılan tıslaması şeklinde çıkmıştı. “Aaaa çok ayıp ama sevgilim az önce rüyalarını süslediğimden bahsedip gözlerimi cennetin ilan etmemiş miydin sen?” Ah o alaycı sesini tutup kelimelerini de urgan yaparak boynuna dolamaz mıydım ben? “Ardaaaaa kes şöyle konuşmayı ve sorularıma cevap ver.” “Cevabını bildiğin soruları bana sorma Mira.” “Sen bana kafayı mı yedireceksin adam, ne yaptığını sanıyorsun?” Dedim ya, hay demez olaydım adam bir anda dibimde bitip beni kolları arasına alırken belimdeki elini hissettiğim an vücudumda derin bir titreme hissettim. “Benden öylece uzaklaşmana izin vereceğimi düşünmüş olamazsın Mira?” “Senin benim ile ilgili düşünmeyi bıraktığını düşünmeyeli çok oldu,” diyerek onun kollarının esaretinden göğsüne iki elimi yaslayıp geriye doğru ittirerek kurtulmayı başardım. “Mira sana dün gece de söyledim. Konuşacağız, artık benden kaçmana izin vermeyeceğim. Yıllar önce kaldığımız yerden devam edeceğiz. Hiç bitmemiş gibi, sanki yıllardır benimmişsin gibi…” İşaret parmağımı tehditkâr bir biçimde sallarken dişlerimi sıkarak konuşmaya başladım. “Bende sana dün gece benden uzak durmanı söyledim. Ama çok merak ediyorsan söyleyeyim hiçbir şey konuşmayacağız. Ve makûs kaderine bir kez daha küsmek zorunda kalacaksın çünkü yine senden gidebildiğim kadar gideceğim, son nefesime kadar da senden kaçacağım, bunu o kalın kafanın her bir kıvrımına sok.” Dediğim an koşarak pelte çıkmış arabanın içine zorla da olsa girmeye çalıştım. Çantamı bulup arabanın içinden tekrar geriye çıktım. Çantamın içindeki telefonu zorlukla bulduğum anda “Bak nasıl kaçacağım şimdi senden, hemen Umut’u arayacağım ve beni gelip buradan alacak. Bakalım ona bu durumu nasıl açıklayacaksın,” dedim ve arama tuşuna tam basmak üzereyken onun “Yerinde olsam böyle bir şeyi yapmazdım,” diyen kendine aşırı güvenen sesi ile donup kaldım. Ne demek istemişti ki şimdi? “Ne saçmalıyorsun sen be?” “Yerinde olsam bunu yapmazdım diyorum. Beni dinlemeden, benimle konuşmadan buradan gitmeye kalkarsan ya da birini aramaya kalkarsan, Umut’a da annene de her şeyi anlatırım.” Dedi. “Sen, sennnn….” Duyduklarım kanın beynime sıçramasına sebep oldu. Bu dengesiz kütük neden bahsediyordu böyle, dağ başına gelince özündeki hayvansılık mı ortaya çıktı ne yaptı? “Yaparım Mira ve inan yalnızca bununla da kalmam.” “Ne? Ne demek istiyorsun sen?” “Senin benimle yıllardır birlikte olduğunu ve bugün herkesten habersiz evlenmek için gittiğimizi söylerim. Ve inan bu defa kurtuluşun olmaz.” “Bunlar, bunların hepsi kocaman bir yalan.” “Peki kim inanır buna, bu ıssız yerde benimle, baş başa kaza geçiriyorsun ve ben senin kahramanın artık ilişkimizi gizli tutmak istemiyorum. Annen ve Umut’tan çekindiğin için de bunları inkâr ediyorsun. Ah benim küçük sevgilim korkma kahramanın yanında…” dedi ya bir de utanmadan sırıtarak, bu adama ne olmuş böyle arkadaş? “Sen, sen adi herifin tekisin, pis şantajcı…” Sinirimden yerimde tepinmeye başlamıştım. “Yanmaya hevesli olan sendin Mira… Yıllardır senin sinirinin geçmesini beklerken kavrularak yanan ben oldum. Şimdi yanmak istemiyorsan bu gece burada benim sana anlatacak sözüm bitene kadar beni dinleyeceksin. Emin ol Mira yandığım kadar yakarım ve bu defa gözünün yaşına bile bakmam. Beş yıldır bana çektirdiğin tüm eziyetleri burnundan fitil fitil getiririm. Şimdi uslu bir kız ol ve ben izin verene kadar gitmeyi de kaçmayı da aklından çıkar. Emin ol bu saatten sonra bana karşı yaptığın her harekette zararlı çıkacak olan sensin.” Dedi. Sözleri boğazımdan demir bir bilye gibi akıp giderken burnuma bir yerlerden yanık kokusu gelmeye başladı. Ah evet doğru bildiniz bu benim çıramın cayır cayır yandığını gösteren muazzam kokuydu. Kaçış yok, el mecbur artık yüzleşme vakti… |
0% |