@ugurluay
|
48.BÖLÜM(***Yüzleşme***) “Bakışın gözlerime atılan aşkın en özel imzasıydı.” Hava karanlığın en koyu tonunu yüklenirken yıldızlar karanlığa inat ışıltılarını gözlerimize arsızca bahşediyorlardı. Artık kaçışlar, saçmalamalar, yalanlar, sırlar olmayacaktı. Eteğimizdeki tüm taşları dökerken öğreneceklerim nedense içimde büyük bir huzursuzluğa sebep olmuştu. Bir yanım yıllar önce anlatmadığı neyi anlatabilirdi derken, diğer yanım ya adam haklıysa, ya gerçekten haklı sebepleri var ise diyordu. Kaybettiğiniz zamanın hesabını sevda dediğin adama nasıl vereceksin diye beni tehdit ediyordu. Hain iç sesimin diğer yarısı ne olacak? Yüzümü vuran ateşin ışığı ile soğumaya başlayan havaya inat vücudum alevlerin ısısı ile ısınmaya başlamıştı. Şu an şu durumda değil de başka bir durumda olsaydık halimiz romantik bile sayılırdı ama bizden bir cacık olmaz arkadaş. Şu adama baksana sen ya maşallah paşam her bir şeyi de düşünmüş. Ateşti, kamp sandalyesiydi, yemeğiydi içeceğiydi. Oh! Gören görmeyende kaza geçirdik değil de kamp yapıyoruz sanacak. Eeee konuşacağız dedi, dedi de saatler geçmesine rağmen hala başlamadı ya anlatmaya ben yavaş tan bu duruma sinir olmaya başlamıştım. Ben düşünceler ile boğuşurken görüş alanıma giren bir adet AZDER evladı ile yerimde irkildim. Elindeki bardağı gözüme sokarcasına bana uzatırken yüzündeki çapkınca gülüşü fark etmedim sanıyorsa cidden yanılıyordu. “İçin ısınır, al iç,” diyerek bir de yüreğimi hoplatan o gülümsemesi ile bakmadı mı? Ah, ah, ah! Ah be adam sen bilmez misin? Bakışın gözlerime atılan aşkın en özel imzası… “Teşekkür ederim,” dedim gözlerimi tekrar çıtır çıtır sesler çıkararak yanan ateşe döndürürken alevlerin üzerinde pişirip, bardakta bana uzattığı çayı elleri arasından parmaklarına dokunmamaya özen göstererek almaya çalıştım. Benim bu halim komik gelmiş olacak ki onu güldürmeye yetmişti. Kendi bardağını da alıp yanımdaki diğer sandalyeye, ateşin karşısına oturmuştu. Ateşin ışıltısının yüzüne yansıması ile öyle bir görsel şölen sunuyordu ki gönlüme… Ah bir bilse bu gecenin beni ne hale sokacağını? Nasıl direndiğimi bir anlasa, madalya bile takdim ederdi benim bu üstün başarıma… Adamın etkisinden bir an olsun çıkmayı başardım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verirken yapacağımız konuşma için kendime güç toparladım. “Arda, artık konuşalım mı? Konuşalım ve bitsin. Sonra da bir an önce birilerini çağıralım. Bu saçma komedi de bir an önce sona ersin.” Tek solukta konuşmayı başarmıştım. “Tamam, konuşalım ama hiçbir yere gitmiyoruz.” Duraksadı bir an ve sonra devam etti. “En azından bu gece…” “Ne demek oluyor bu Arda,” duyduklarım gerçek olamazdı. Onun söylediklerine karşılık sesim öyle bir hiddet ile karşısına çıktı ki bir an o da bu tepkim ile kaşlarını uyarır gibi yukarıya kaldırdı. “Başka seçeneğin yok diyorum Mira, ya da dur istersen ben Umut’u arayayım,” dediği an cebindeki telefonu çıkarıp beni tehdit eder gibi havada sallarken “Ya da en iyisi sen ara durumumuzu en iyi sen açıklarsın,” dedi hain şantajcı pislik. “Sen, sen var ya sen…” derken gözlerimi kısıp işaret parmağımı ona doğru sallarken sinirlerim iyice gerilmişti. “Evet ben senin hayatındaki yegane tek erkeğim Mira, bu gece uslu bir kız ol ve dinlemeyi öğren, belki de gösterdiğin performansa göre mükâfat olarak gecenin sonunda seni affetmeyi başarabilirim.” Yüzsüz, bir de beni affedecekmiş beyzademiz, şuna da bakın hele hem suçlu hem güçlü, zeytinyağının en son modeli ne olacak? “Arda, tamam seninle ağız dalaşına girip laf yarıştırmayacağım. Seni dinliyorum. Konuş ve bitsin yıllardır bitip tükenmek bilmeyen çilem.” “Bence de bir sus da ben konuşayım, artık zamanı çoktan geldi.” “Ardaaaa…” Sesim uyarır tonda çıkarken kaşlarım pes artık dercesine gözlerimi açarak kaldırdım. Adama bak sen posta koymayı da öğrenmiş. “Tamam, tamam,” diyerek bir elini havaya kaldırıp beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Şimdi sana bir masal anlatacağım, sonunu bende bilmiyorum. Bu masalın sonunu sen yazacaksın Mira, ben başını anlatacağım. Mutlu ya da mutsuz son olmasına sen karar vereceksin. Bu masal bizim masalımız Mira…” “Ardaaaa…” Hayır böyle bir giriş yapmamalıydı. Daha girişinde biz dediği masalda ben en başında dağılmıştım, devamını nasıl dinleyecektim. “Mira, lütfen bu gece sadece beni dinle, lütfen,” sesi o kadar içten, öylece yürekten gelmişti ki sesim bir an kesilmişti. Sesimi o dakikadan sonra çıkaramadım. Tamam, dercesine başımı aşağıya yukarıya sallarken gözlerimi ortada yanan ateşe diktim. O da şimdi benim gibi ateşe bakarken geçmişin o izlerinin içine kendini çoktan attığını hissediyordum. Sesinin tonuna içinin acısı ekleniyordu. Canı yanıyordu, bunu hissediyordum çünkü benim de canım yanıyordu. Yıllar önce köprüler kurmuştum ben sevdama, her köprü ardımdan bir bir yıkılsa da bakmamıştım bir daha geriye… Ulaştığım nokta huzur olmuştu. Yıkılan köprülerin altında yarım kalmış olsa da hayallerim, en büyük mutluluğu sevda adamımın gözlerinde görmüştüm. Köprüleri geçip gözlerine ulaştığımda onun sevdasına yerleşmiştim. Ya da bir süreliğine geçici misafiri olmuştum. Ya da bilmiyorum, kahretsin, şu an ne olduğunu, bundan sonra ne olacağını, hiçbir şeyi bilmiyordum. Şimdi sevda adamım konuşuyordu ben dinliyordum. Korksam da artık yüzleşme zamanıydı. |
0% |