Yeni Üyelik
56.
Bölüm

56. Bölüm

@ugurluay

56.BÖLÜM

Bir hafta sonra

İnsan yaşayabilmek için nefes almak zorundadır. Nefes candır, nefes hayattır. Hayata dair her şeyim de adın yazılıyken, aldığım nefesi senin için geri veriyorsam, canım, hayatım, nefesim sen olmuşken, söyler misin bana neden benden uzak bir o kadar da uzaktasın? Sevdama ulaşmak, yüreğinin sesini ruhuma duyurabilmek için nasıl da köprüler kurmaya çalışmışsın. Ben ise gözümü kırpmadan bir bir o köprüleri yıkıp atmışım. Nasıl kör, nasıl sağır, nasıl bu kadar aptal olabildim?

Bir hafta… Dile kolay bana eziyet geçen koskocaman Arda’sız bir hafta geçirdim. Yoktu. Onu o ıssız yerde tek başına yüzüne oturup kalan koskocaman bir acı ile bırakıp gelmiştim. Affetmeyecektim, onu o halde orada tek başına bıraktığım için asla kendimi affetmeyecektim. O günden sonra Arda sırra kadem bastı. Geri dönmedi. Döndü ya da ben bilmiyorum. Gelmedi. Günlerim şirkette onun yolunu gözlemek ile geçti. Ama o gelmedi. O gece Cantuğ hiçbir şey sormadı. Neden onunla orada olduğumu sorgulamadı, yargılamadı, hesap sorup, kızıp, bağırmadı. Ama ben neden kendimi bu kadar suçlu hissediyordum. Bilmiyorum. Geri döner dönmez ilk işim annemin karşısına geçip hesap sormak oldu. Canım öyle bir yanmıştı ki, yaşadıklarımızın ana sebebinin annem olduğunu bilmek beni çok üzmüştü. Annemin karşısına geçtiğimde karşımda Umut ile birlikte dikiliyordu. Umut sadece izleyici annem ise büyük bir pişmanlıkla bana bakıyordu. Özür dilemişti. Koskocaman Arda’sız geçen beş yılımın bedeli annemin küçük bir özrüydü. Ne yapabilirdim ki, bu saatten sonra kırsam, döksem, yaralasam elime ne geçecekti. Herkes bir şeyler yaparken hep birilerini düşünmüyor mu zaten? Sebepsiz yapmıyorlar ki… Herkesin bir sebebi var. Yorgundum, daha fazla direnemedim. Annemi de daha fazla kırmamak için evden çıkıp gittim.

Koskocaman bir hafta boyunca onun yeşillerine hasret kaldım. Neredesin be Arda, neredesin be can gözüm, neredesin hasreti ile tutuşma evresine geçtiğim. Kafamı sertçe masaya bıraktım. Gözlerimi kapayarak onu düşünmeye başladım. Belki şanslıysam kokusu burnuma küçük bir esinti ile uçup gelirdi. Ah be adam neden böylesin bilemedim ki, diye geçirirken odaya kapıyı çalmadan birinin girdiğini duydum. İçimde dolup taşan öfke ile birden kafamı kaldırdım.

“Size kaç defa bu kapıyı çalmadan…” dedim ve cümlemi bitiremeden gözlerim fincan gibi açılırken ağzım beş karış açık kaldı. Yok, yok ben kesin masaya kafamı çok sert vurdum ve bayıldım kaldım. Şimdi de ya komaya girdim ya da öbür dünyaya hızlı bir geçiş yaptım. Yoksa mümkünatı yoktu gördüklerimin. Hadi canım oradan, şimdi karşımda dip diri sapa sağlam kanlı canlı Arda mı duruyordu? Şu son zamanlarda çok hayalperest bir şey oldum. Ya da akıl sağlığımın kontrol vakitleri geldi de geçiyor. Ah, ah,ah!

Şaşkınlığımı üzerimden atamamışken onun birkaç adımla dibimde bitmesi başımı döndürmeye yetmişti. Ah ben kesin kez öldüm. Bu olanlar imkânsız… Şimdi hasret kaldığım yeşilleri ile bana bakarken içim titriyor gözlerim ışıl ışıl olmuş bir halde hazırlığa geçiyordu.

“Sen,” dedim titrek bir sesle…

“Evet, ben,” dedi arsız gülüşüyle… Ah be adam gülme şöyle, akıl zaten buhar olup uçtu gitti, bir de kalpten alıp götürme beni bu hareketin ile birlikte… Bir an aklıma gelen tüm gerçek ile kaşlarım çatılıp ellerim yumruk olmuştu. Birden yerimden kalkıp göğsünü yumruklamaya başladım.

“Sen, sen ne yaptığını sanıyorsun hain adam. Yine yaptın değil mi? Aslında neden şaşırıyorum ki, sonuçta bu senin tarzın bu senin farkın… Önce sevgini hissettirip varlığına esir edeceksin, sonra hiçbir şey olmamış gibi ortalardan toz olacaksın. Ardına dönüp bakmayacaksın, beni bir an, bir saniyecik bile düşünmeyeceksin.”

Arda verdiğim tepki karşısında şaşırsa da daha fazla konuşmama izin vermedi. Bir anda göğsüne cılız yumrukları savurmaya çalışırken ellerimden tutup beni kendine doğru çekti. Kolları arasında saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışırken şimdi gözlerimden firar eden yaşlara engel olamıyordum. Öyle katıksız, öyle sıradan, öyle çok özlemiştim ki bunuma dolan o kokusunu, saçlarıma dokunan ellerini, göğsünde bana özel hissettiğim sıcaklığı… Konuşmuyordu ama ben kalbinin ritmi ile bana anlattığı aşk fısıltılarını dinliyordum. Hayat yüzümüze gülmeye başlamıştı. Hissediyordum. Bizim için biçilmiş mutluluk hiç o kadar uzaklarda değildi. Bir o kadar yakınımda, bir o kadar yanımda, dibimdeydi. Bedenlerimiz bu dünyada yer kaplarken yüreğimizin ruhları yıllar sonra ilk defa el ele vermiş kavuşmanın hazzını yaşıyordu. Başka âlemlere ayak izlerimizi bırakırken beklenmedik çıkıp gelen bir misafir bu anın büyüsünü aniden ışık hızı ile bıçak gibi kesip atmıştı. Ah ama hayır ben daha doyamamıştım, benim daha tadı damağımda kalmıştı. Bu misafir, bu insan evladı kapıdan içeriye bu kadar erken adım atmamalıydı. O adım benim özlediğim sıcaklıktan ayrılmama sebep olmamalıydı.

Loading...
0%