@ugurluay
|
Bir gün Ernest Hemingway bir grup yazar arkadaşıyla öğle yemeğindeydi. Ve ortada bir iddia dolaşmaya başladı. Hemingway’a insanları etkileyen 10 kelimeyi geçmeyecek bir hikâye yazıp yazamayacağı soruldu. Hemingway eline aldığı peçeteye bir şeyler karaladı. Peçete elden ele dolaştı. Önce sessizlik, ardından uğultu peşi sıra hıçkırık ve gözyaşları sel oldu. Hemingway sadece 6 kelime kullanarak insanları derinden etkilemeyi başarmıştı. Hemingway, 6 kelimelik “For Sale:Baby shoes never worn (Satılık bebek patikleri: Hiç giyilmemiş)” diyerek dünyanın en kısa ve hüzünlü hikâyesini yazmayı başarmıştı. Dinlediğim bu hikâyenin bir gün gerçeğime dönüşeceğini bilemezdim. Eğer hayallerinizi süsleyerek aldığınız bir bebek patiğini, onu hiç hak etmeyen kara toprağa gömmek zorunda kalırsanız işte o zaman benim ne acılar çektiğimi çok iyi anlarsınız. Bu yürek ne kadarına dayanır, ne kadar daha acıya ev sahipliği yapar bilmiyorum. Yüreğimden semaya yükselen tek duam dayan yüreğim… Dayan… Bu da geçecek, elbet bir gün bitecek DAYAN… …. “Söylesene benim için kaç geceni feda edebilirsin, kaç gündüzünden vazgeçebilirsin? Kaç gülüşünü haram, kaç nefesini ziyan edebilirsin? Söylesene, sende benim gibi senin için kendinden vazgeçebilir misin? Aldığın her soluğun bedelini özlemine katık edebilir misin?” ….. Gökçe’nin yüreğinin nereye kadar dayanacağına şahitlik etmek isterseniz siz de bu hikâye de bizim misafirimiz olmaya adaysınız demektir. Hikâyemize hoş geldin güzel yürekli okur… Yıldıza basmayı, yorum yapmayı, bize destek olmak için hikâyemizi sosyal medya hesaplarında destek olayı unutma 😉 Şimdiden keyifli okumalar…
1.BÖLÜM “Kıyamet gibi bir gece, uğursuz bir haber…” Ferit olağanca hızıyla arabayı sürüyordu. Deli gibi yağan yağmur görüş alanını kısıtlasa da onun duracak, sakin olarak gidecek bir dakikası bile yoktu. Elleri direksiyonu canı acırcasına sıkıyor, yüreği kan revan içinde parçalanıyordu. Eve gelip de Gökçe’yi bulamamak onu derinden sarsmıştı. Bu duyguyu izah etmek mümkün değildi. Yüreği ağzında atıyor bir yandan da akmaya hazırlanan gözyaşlarını geri itelemeye çalışıyordu. Şüphe tohumları ekilmişti sevdiğinin masum körpecik yüreğine. Ne kadar çaba sarf etse de Ferit hiçbir şeyi eskiye döndürmeyi başaramamıştı. Gökçe bebeğini kaybettikten sonra asla eskisi gibi olamamış bu travmayı bir türlü atlatamamıştı. İlişkileri giderek kötüye gitmiş, kadın ağzını günden güne tek bir kelama döndürmeden kelimelere kapatmıştı. Cennet bahçelerinde nefes alırken, yaşamları izbe bir hayata ansızın dönüşüvermişti. Bu akşam eve geldiğinde gördüğü manzara ise adamın yüreğinde sarsıcı depremlerin yaşanmasına sebep olmuştu. Biliyordu. Onu nerede bulacağını hem de çok iyi biliyordu. Fakat bu kıyamet gibi yağan yağmurda gecenin bir vakti onun orada tek başına olma düşüncesi delicesine onu korkutuyordu. Bir an önce gitmeli onu kollarının arasına alıp derince kokusunu içine çekmeliydi. Bu kötü günlerin geçip gideceğini yine bebeklerinin olacağına dair hayallerini ona anlatmalıydı. İnanmalıydı kadın, inanmak zorundaydı. Yoksa bir gün başına kötü bir şey gelecek ve Ferit engel olamadığı için kahrından yok olup gidecekti. Ferit arabayı durdurup aceleci adımlarla aylardır ezbere adımladığı yolu tekrar yürüdü. Nefes nefese kalan adam sonunda varmak istediği yere geldiğinde beklediği gibi bir manzara ile karşılaştı. Gökçe… Sevdiği kadın, şu dünyada gözünden akıp gidecek tek bir damla da her yeri cehenneme döndüreceğini bildiği karısı bebeklerinin mezarının toprağını kucaklamış, adeta kokusunu içine çekemediği kucağındaki bebeğine sarılır gibiydi. Yağan yağmur bedenlerini sırılsıklam yapmışken adam bu manzaraya daha fazla dayanamadı. Hızla Gökçe’nin yanına gidip onu omuzlarından tutarak ayağa kaldırdı. Gökçe çok iyi bildiği bu dokunuşu farkettiğinde midesinin kasıldığını hissetti. Ayağa kaldırıldığı an adamı kollarından tutup onu kendisinden uzaklaştırmak adına sertçe geriye doğru ittirdi. “Dokunma bana, sakın bir daha o kanlı ellerini bana sürmeye kalkma.” Diye gözyaşları içinde haykırırken irislerinde alevlenen öfke sesinde de hissediliyordu. Ferit onun bu tavrına anlam veremiyor ve artık tüm bu olanlara dayanamıyordu. Eğer bir kayıp var ise bu Ferit’in de acı kaybıydı. Onunda canı yanıyor ama adamın yas tutmasına dahi izin vermiyordu. Ne olduğunu anlamıyor her şeyi yaşadığı şoka bağlıyordu. Sakin olmaya gayret etse de çabası bir nokta da yetersizliğini gösteriyordu. “Gökçe, tamam Allah aşkına bir dur artık sakin ol lütfen.” Dedi ve derin bir nefes bıraktı. Elleriyle yüzünü sıvazlayarak suratından aşağıya akan yağmur damlalarını temizledi. “Niye geldin buraya, katili olduğun bebeğimi burada da mı rahat bırakmayacaksın?” “Gökçe yeter artık, ben bunları hak edecek ne yaptım sana? Çıldırmış gibi davranıyorsun. O bebek yalnız senin bebeğin değildi, ikimizden bir parçaydı. Ama sen sadece senin canın yanıyor gibi davranıyorsun. Benim ne halde olduğumu hiç düşünmüyorsun bile? Sen bir kere yanarken ben bin kere ölüyorum. Kaybettiğim bebeğime mi yanayım, karımın aklını yitirircesine davranıp kendisini benden uzaklaştırmasına mı yanayım? Söylesene bu zor zamanlarımızı birlikte atlatamayacaksak nasıl atlatacağız? Sen benim karımsın, sen benim hayatta nefes alma sebebimsin, sen benim her şeyimsin. Görmüyor musun? Duymuyor musun? Ne istiyorsun Gökçe? Senin için daha ne yapayım ben?” “Benden boşanacaksın, benden ayrılmayı kabul edeceksin Ferit.” Dedi tek solukta nefret ile baktığı adama. Ferit duydukları karşısında bir an nefes alamadığını hissetti. Beyni uyuşmaya, kalbi daralmaya başladı. Karısının dilinden ilk defa ayrılık kelimesi dökülüyor ama buna sebep olacak bir sorun ortada görmüyordu. Evliliğin başlarında kendisi defalarca ayrılmak istemiş ama Gökçe onu bir şekilde vazgeçirmeyi başarmıştı. Evlilikleri büyük bir aşk ile başlamamış, Ferit başta bu evliliği hiç istememişti. Ama mecburiyetler onu nikah masasına oturtmayı başarmıştı. Başlarda her şey çok zor olsa da zamanla karısına aşık olmuş ve Gökçe onun vazgeçilmezi haline gelmişti. Ama şimdi her şey sarpa sarmıştı. Ayrılmayı hiç düşünmediği karısı karşısına geçmiş gözlerinin içine bakarak ona ayrılmak istediğini acımadan acıtarak söylüyordu. “Sen ne saçmalıyorsun Gökçe? Yeter artık yaptığın bu çocukluk. Bunu asla yapmayacağımı çok iyi biliyorsun. Ben senden ayrılmam.” dedi son cümlesinin her bir kelimesini haykırarak üzerine basa basa söylemişti. “Ayrılacaksın Ferit efendi. Duydun mu beni ayrılacaksın? Sevmeyerek evlendiğin eşini tek celse de boşayacaksın.” “Ben sana aşığım Gökçe, sevmeden evlenmemiş olabilirim ama sen benim her şeyimsin. Senden vazgeçmem mümkün değil. Seni asla bırakmam.” “Yeter artık, duymak istemiyorum bu zırvalıkları. Sen beni hiç sevmedin ki Ferit, birbirimizi kandırmayalıma artık, sen yıllar önce ardında bıraktığın, unuttuğum dediğin o kadından başka hiç kimseyi sevmedin. Benim bebeğimi bile…” derken gözyaşlarına engel olamıyordu. Elinde sımsıkı tuttuğu patikleri onun göz hizasına kaldırarak havada yağmura inat salladı. Şimşekler çakıyor her yanı aydınlatmaya devam ediyordu. “Bak, bak bu patiklere hatırladın mı? Hamile olduğumu sana bu patiklerle haber vermiştim. Nasıl heyecanlıydım. İçim içime sığmamıştı. Çocukluğum dediğim sevdiğim adamın bir parçasını karnımda taşıyordum. Ben seni çok sevdim Ferit, hem de öyle çok sevdim ki bunu sana hissettirmek için yıllarca çabaladım. Sırf beni sev diye peşinde pervane oldum. Sırf bana o kadına baktığın gibi bak diye sana incinecek narin bir eşya gibi davrandım. Korudum, kolladım, canımdan gitti, hayatımdan gitti ama sen benden gitme diye ben her şeyi yaptım. Sen benim şu hayattaki en büyük hatam, çok büyük yanılgımsın. Keşke diyorum, keşke baban bize o kahrolası teklifle geldiğinde kabul etmeseydim. Seni adam etmek için seninle evlenmeseydim. Çocukluk işte, yapabilirim sandım, sen de beni seversin sandım, ama olmadı, başaramadım. Bilseydim bana böylesine bir acıyı yaşatacağını değil seninle evlenmek senin suratına dahi bakmazdım.” “Çok ağır konuşuyorsun Gökçe, beni geçmişimle vurmak sana yakışmıyor.” “Geçmişinin geçmemiş olduğuna şahitlik etmek beni daha büyük yaraladı Ferit.” “Bu da ne demek oluyor?” “Ne demek istediğimi aslında çok iyi anlıyorsun, işi anlamamazlığa getiriyorsun. Bak elimdeki şu patiklere, bunları sana müjdeli haber vermek için zamanında ben satın almıştım. Ama yerimi sıramı bilememişim. Bu patiklerin hak sahibi toprakmış. Toprak için satılıkmış elimdeki bu patikler. Hiç giyilmemiş bir çift bebek patiği benim değil toprağın hakkıymış. İşin acı tarafı da ne biliyor musun? Bu patikleri toprağa satan sensin. Kokusunu içime çekemediğim evladımın öz babası…” “Sen artık iyice çığırından çıktın Gökçe, bir an önce psikoloğunla görüşeceğiz, sonra da ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız. Ama ne olursa olsun senden ayrılmayacağım. Kafanda bir şeyler kurgulayıp duruyorsun, aslı astarı olmayan şeyleri hayal edip onlara inanıyorsun.Şimdi buradan gidiyoruz artık.” Dediği an kadının kolundan çekiştirip onu götürmeye çalıştı. Onun bu çabasının işe yaramadığı ise Gökçe’nin onu bir kez daha geriye ittirmesiyle sonuçlandı. Kadın hızla bebeğinin mezarının başına oturup elindeki patikleri yağmurdan çamurlaşan toprağı tırnaklarıyla kazımaya başladı. Sayıklar gibi konuşuyor bir yandan da kazımaya devam ediyordu. “Bitti artık her şey bitti. Bu geceden sonra asla senin karın olmayacağım. Bebeğimin yerinde rahat uyuması için senin kanlı ellerinden kurtaracağım onu.” Ferit daha fazla dayanamadı onun bu çılgınlığına anlam veremiyor, bebeklerinin kaybetmelerinin tüm cezasını kendisine kesilmesine giderek öfkeleniyordu. O da deliler gibi istemişti o bebeği ama doğuma bir ay kala kaybetmişlerdi bebeklerini. Günlerce yoğun bakımda kalmış ama minik bebekleri hayata tutunmayı becerememişti. Gökçe o andan itibaren Ferit ile olan tüm iletişimini kapatmış bu geceye kadar ise onunla doğru düzgün konuşmamış sadece tiksinircesine bakışlar atıp kısa kelimelerle karşılık vermişti. Şimdi ise anlam veremediği cümleler kuruyor üstüne bir de ayrılacağını söylüyordu. Bu kadarını kalbi kaldırmıyor aklı almıyordu. Hızla kadının yanına gidip onu tekrar kazımaya çalıştığı mezarın başından kaldırıp kolları arasına alan adam “Ne olur yapma Gökçe, benim de canım yanıyor, benim de yüreğim parçalanıyor. Takdiri ilahi Allah ona bu kadar ömür biçmiş. Bizim bebeğimizin bu dünyada alacağı nefes bu kadarmış.” Derken onu kolları arasında sakinleştirmeye çalışıyor kanayan yarasını sarıp sarmalamak istiyordu. Gökçe ise adamın tutuşundan kurtulmak için onun kolları arasında çırpınıyor “Bırak, bırak dokunma bana.” Diye acı içinde haykırmaya devam ediyordu. “Belki bu bebeğimiz olmadı ama yeniden çocuğumuz olacak Gökçe, biz bir aileyiz bu zor zamanları birlikte atlatacağız, yeniden çocuğumuz olacak.” Dediği an kadın adamın kolları arasında çırpınmayı ansızın bıraktı. Kurduğu cümlelerin ardından kadının hareketlerinin bıçak gibi kesilmesi bir an adamı şaşırtsa da ondaki değişimin sebebini anlamak için usulca tutuşunu gevşeterek geriye çekildi. Anlayışla yüzüne baktı. Acı bir tebessüm peyda oldu suratında. “Yeniden çocuğumuz olacak, Rabbim inşallah ona ömür verecek. İsyan etmemeliyiz, acıya sabır göstermeliyiz. Canı veren de alan da Allah.” Dedi. Gökçe hala tepkisizdi. Donuk bir halde ona bakarken gözlerinden sicim gibi akan yaşa engel olamıyordu. Ferit ise onun sakinliğini hayra yormak istiyor kendisine gelmesi yönünde ümidini koruyordu. İşte o anda hiç beklemediği bir şey oldu. Gökçe’nin eli Ferit’in suratına sert bir şekilde inerken, gecenin karanlığından tenin tene yaşattığı acının sesi yankılanırken adam da ansızın gelen beklenmedik bu tepki ile neye uğradığını şaşırdı. Hiç beklemediği bu tepki onun bulunduğu yerde sarsılmasına sebep oldu. Hızla alevler içinde yanan bakışlarını kadına döndürdüğünde sakin durabilmek, yanlış bir harekette bulunmamak adına büyük bir çaba sarf ediyordu. Yumruklarını iki yanında sıkan adam kadının neden böyle bir şey yaptığını açıklamasını bekliyordu. “Yeniden bir çocuğumuz olacak öyle mi? Bak şu mezara, o toprağın altında yatan, orada olmayı hak etmeyen bebeğin ölüm sebebi sensin. Ben o miniği senin yüzünden kaybettim. Şu anın yaşanmasına sen sebep oldun.Ben bebeğimi, evliliğimizi hiç düşünmeden yaptığın hareketler yüzünden toprağa verdim. Ve ben o toprağın altına anne olma adına son şansımı da miniğimle birlikte gömdüm.” Ferit duydukları karşısında şaşkına dönmüştü. Gökçe’nin söyledikleri beyninde bir yere oturmuyordu. Çok fazla boşluk vardı ve o boşlukları dolduramıyordu. “Niye bakıyorsun öyle Ferit? Çok iyi duydun. Bak bana.” Diyerek ellerini iki yanına doğru açarak ondan bir adım geriye uzaklaştı. “Senin sayende ben bir daha artık anne olamayacağım. Benim bir daha asla bebeğim olmayacak. Benden tüm geleceğimi, anne olma şansımı benden çalan bir adamla aynı hayatı paylaşmak istemiyorum. Bu saatten sonra ne benden sana eş ne de yoldaş olmaz. Bitti. Anlıyor musun beni? Bizim için artık yolun sonu geldi.” Dedi ellerini aşağıya doğru indirirken boğazından firar eden hıçkırıklara engel olamıyordu. “Bazen çok sevmek de yetmezmiş, sevgi karşılıklı olmadığında her şey bitermiş…” Ferit ise duyduklarını hazmedemiyordu. Deli gibi sevdiği kadından şimdi bir daha çocuk sahibi olamayacak mıydı? Gökçe yoksa sadece bu yüzden mi ayrılmak istiyordu? Peki ya neden tüm cezayı kendisine kesiyordu? Neden hala sen sebep oldun diyordu? Bilmediği daha neler vardı? Çözülmeyi bekleyen onca sır varken sevdiği kadının gitmesine izin mi verecekti? Ondan ayrılacak mıydı? Peki ya baba olmak… Gerçekten kendi evladını kucağına alamayacak mıydı? Kendi kanından canından bir evladı olmadan, baba olmadan bu evlilik nereye kadar sürerdi? |
0% |