@ugurluay
|
10.BÖLÜM “Gittiğinde Anladım…” Gecenin sessizliği ele geçirmişti Ferit’in karaya çalan yüreğini. Camın diğer tarafında kendinden geçmiş bir halde yatan Eylül’ü izlerken acı bir şekilde yutkundu. Hüzün kol geziyordu hastane koridorlarında. Gözleri kahır dolu tüm duyguları birbirine girmiş adeta bir savaş halinde seyrediyordu. Ruhu kederin bin bir tonuyla boğuşuyordu. Ömrüm, diye sevdiği kadın şimdi bir hastane odasında bembeyaz bir yatak içinde küçük bir çocuk gibi kala kalmıştı. Geçmişini hesaba çekiyor, büyük bir kargaşanın içinde kendini buluyordu. Ruhsal hali çalkantılar içinde adeta çetin bir savaş veriyordu. Usulca camın diğer tarafında bulunan kadının odasının kapısının önüne geldi. Ayakları bedenini taşımakta güçlük çekiyordu. Eli kapının koluna uzandığında büyük bir kararsızlık içindeydi. Yıllar önce hüzünlü bir vedayı bile kendisine hak görmeyen kadın, yıllar sonra ölüm döşeğinde çocuğu ile geri dönüyordu. Çocuğu… Ecem… Duydukları, öğrendikleri kabul edilebilir şeyler değildi. Büyük bir sır perdesinin ardına gizlenengerçekleri zamansızca gün yüzüne çıkmıştı. Hem de varlığından bile haberdar olmadığı kızıyla birlikte. Gökçe’nin terk edişi, evladını kaybedişi, Eylül’ün kızı ile ortaya acı bir kaderin dışavurumu ile ortaya çıkışı… İçeriye girmek onun yüzüne bakmak, soluksuzca hesap sormak istiyordu. Neden bu hayatı bize reva gördün? Diyerek can yakmak, ortalığı amansız bir şekilde ateşe vermek istiyordu. Hazin bir manzaranın ev sahibi olmuştu yaşadıkları. Zamanında aşkı kuşanmıştı yüreği. Vakitsizdi gidişi, hoyratça alınmış zalim bir karardı hayatlarına kestiği bileti. Zamanında günlerce, aylarca aradığı kadın şimdi kapının diğer ucunda gücü tükenmiş bir halde son zamanlarını geçiriyordu. Ne kadar vakti vardı Ferit’te bilmiyordu. Şimdi aralarında yalnızca tek bir kapı vardı. Nefesi kesilirken elleri titriyor, adımları dengesizleşiyordu. Odanın kapısından içeriye girerken yaşanacakları, hissedeceklerini tahmin bile edemiyordu. Ferit odanın içine adım attığı an yüreğini alevler sarıp sarmaladı gözleri buğulandı. Konuşmak için ağzını açtığında sesinin buhar olup uçuştuğunu hissetti. Az önce camın diğer tarafındaki Ferit ile şimdiki anda nefes alan Ferit bambaşkaydı. Odaya adım atmak onu farklı bir boyuta taşımıştı. Adım atamıyor, düşünemiyor, hissedemiyor, konuşamıyordu. Fakat anladığı bir şey vardı ki Eylül onun gönlünün imtihanıydı. Gökçe ile yaşadıklarını hatırladıkça sanki o zamanlar başkasının ağzından konuşmak, kendisini başkası için yaşamış gibi hissediyordu. İçinde hep gizli bir yerde yalnızlığın sesi sinip kalmıştı. Geriye dönüp baktığında artık Eylül’den sonraki hayatının satır aralarını çok daha iyi okuyabiliyordu. Farkına vardıkları yüreği sökülürcesine ağlama isteğini yaratıyor ama gururu buna bir türlü el vermiyordu. Zamanın ağır yerinden oynamaz taşları meşakkatli bir yolculuğasürüklemişti onu.O yolda nefes alma hünerini gösteren adam şimdi ise ne yapacağını bilemez küçük bir çocuk gibiydi. Eylül içeriye birinin girdiğini hissetmiş gibi gözlerini açmadan “Sude.” Diyerek güçsüz bir halde seslendi. Ferit kadının kendisine geldiğini hissederek beceriksiz bakışlarla ona baktı. Uzansa elinden tutar, konuşsa sesini duyururdu fakat o öylece hareketsiz bir halde heykel gibi duruyordu. Eylül arkadaşından istediği cevabı almadığında huzursuzca yerinde kıpırdanarak doğrulmaya çalışarak “Ecem’in yanına gittin mi?” Gözleri bir anda Ferit’in alevler içinde yanan bakışlarında kitlendiğinde sesi kısıldı, hareketleri kademeli birşekilde solup gitti. Şaşkınlık içinde “Ferit, sen?” dedi. İki kelimenin altında yatan binlerce soruyu Ferit çığlık çığlığa duyabiliyordu. “Nereden çıktın? Nereden buldun beni? Burada ne işin var? Hasatlığımı biliyor musun? Kızımı biliyor musun?” daha nice soruya ev sahipliği yapıyordu bu iki kelime. Ferit derin bir nefes bıraktı yavaşça onun yanına doğru geldi. Yatağın yanı başındaki sandalyeye oturdu ve gözlerini Eylül’e dikti. Kadın huzursuz, kadın güçsüz ve bitik bir halde, suçlu küçük bir çocuk gibi başını önüne eğdi. Yıllarca hasretle terbiye olmuştu yüreği,adamın yokluğunu yüklenmişti ömrü, kader mührü vurulduğundan bu yana gülmeyi yasak etmişti kendine. Kendine helalinden hak gördüğü tek şey gözyaşıydı. “Öğrenmişsin.” Dedi başı önünde ellerini gözlerinden akıp giden yaşlar istila etmeye başlamıştı. Ferit daha fazla sessiz kalmaya ve onun acı çekmesine dayanamadı. Hızla ayağa kalktı ve yatakta onun yanı başına oturarak onu kollarının arasına aldı. Elleriyle sırtını sıvazlıyor şefkatini yüreğine ve gözyaşlarına değdiriyordu. Onun saflığına dokunmak, simsiyah saçlarının kokusunu içine derince içine çekmek istiyordu. Eli başına gittiği an kadının saçlarının yokluğu adamın da gözlerinden bir damla yaşın akıp gitmesine sebep oldu. Eylül kaçtığı ama delice sevmekten bir an olsun vazgeçmediği adamın kollarında geçmişte yaşayamadığı günlerin acısını yaşarken ,Ferit parmağındaki alyansın ağırlığını derinden sarsıcı bir şekilde yaşıyordu. Şimdi nasıl bir hata yaptığını daha iyi anlıyordu? Vazgeçmemeli, Eylül’ü bir şekilde bulmalı, Gökçe’nin günahına girmemeliydi. Bu acıya, bu kedere yüreği nasıl dayanacaktı? Artık o da bilmiyordu. O buhranlar içinde kıvranırken kadın gözyaşları içinde kesik kesik solukları arasından konuşmaya başladı. “Beni götürür müsün?” “Nereye?” “Yıldızlara…” “Olmaz Eylül, hastasın, şimdi olmaz.” “Ferit, bu gece olmazsa başka bir zaman asla olmayacak. Aşkımızın başladığı yerde, yıldızların altında, senin olmadığın gecelerimde,kulaklarımla çınlayan şarkımla son defa seninle nefes almak istiyorum.”dedi solukları kesik kesik çıktı. Ferit bu isteğin bir son istek olma ihtimali ile yüreği burkulurken dilinden tek bir kelime çıktı “Peki.” |
0% |