@ugurluay
|
“Bir solukluk mesafe de…” Ferit bir eli kalbinin üzerinde, diğer eliyle yanaklarını istila eden ıslak ve sıcak hüzün damlalarını silerken nefes almakta güçlük çekiyordu. İçeride gördüğü altı yaşlarındaki küçük kız kendi kızı Ecem’di. Hala tüm bu yaşadıklarına anlam veremiyor, bu durumun kendi başına gelmesine inanamıyordu. Derin derin nefes alırken bir yandan da sakinleşmek için büyük çaba sarf ediyordu. Gücünün tükendiğini hissederken kurumdan çıktığı anda iki büklüm olmuş bir halde kaldırıma çöküp kaldı. Yürekten acı içinde “Offff!” diye inledi. İçi yanıyor, dili hiçbir kelimeye dönmüyordu. O miniğin annesini soruşunu, gözlerindeki umudun ardına gizlenmiş kimsesizliğin çaresizliğine yüreği dayanmıyordu. Şu koskoca evrende bir başına bırakılmıştı küçük kız. Bunun sorumlularından biri de kendisiydi. Nasıl bir günah işlemişti de hayatı böylesine içinden çıkılmaz bir cehennem girdabına dönüşmüştü. Kızına onu oradan henüz alamayacağını söylediği anda küçüğün gözlerinde gördüğü hayal kırıklığını görmemek için canını verirdi. Öyle masum öyle mahzundu ki… Artık kimi suçlayacağını bilmiyordu. Eylül’ün geçmişini mi? Kendi kontrolsüzlüğünü mü? Zamansız yaşadıkları her şeyin bedelini şimdi bu minik öderken kimden hesap sorabilirdi ki? Neyi geriye döndürebilirdi? Ferit, şimdi sadece kendisine öfkeliydi. Bir aydır gelip kızını görmediği için kendisine içten içe hiddetlenirken biraz olsun sakinleşmeyi başarmak adına derinden “Offff!” çekiyordu. İçindeki kederi, öfkeyi, açmazları soldurmak adına tekrar tekrar derinden “Offff!” çekiyordu. Başını dizleri üzerine yerleştirip derin soluklar bırakırken “Biliyor musun? Senin buraya gelişin benim canımı daha fazla yakar sanmıştım. Ama şu an anladım ki sen bende artık hissizliğin karşılığı olmuşsun. Sen artık benim için koskocaman bir hiçsin.” Ferit duyduğu ses ile bir anda şoka uğradı. Başını hızla kaldırdığında onu karşısında buz gibi bakışlarla gördü. Onu. Gökçe’yi. “Gökçe.” Dedi hayretler içinde. Kadın gayet soğukkanlı bir şekilde ağırbaşlı adımlarla geldi ve yanı başına sükûnet içinde oturdu. Ferit gözlerine inanamıyordu. Onca zamandan sonra her yerde arayıp bulamamışken karşısında görmek dilini söze değil suskunluğa yönlendirmişti. Bir nefeslik mesafede, yanı başındaydı. Suretini asırlardır görmemiş gibi hissediyordu. Kadın sessizce bekliyor, kuramadığı cümlelerin ardında saklanan acı feryatları etrafı yangın yerine çeviriyordu. Boş, donuk,insanın içini üşüten bakışlarını ileride bir noktaya sabitlemiş söyleyeceklerini içten içe hesap ediyordu sanki. “Gökçe.” Dedi içinde oluşan büyük bir suçlulukla. Gökçe Ferit’e bakmadan yüzünde buruk bir tebessüm bıraktı. Adını onun dudaklarından duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki… “Sen şimdi diyorsun ki nereden çıktı bu kadın? Beni nasıl buldu? Ne işi var burada? Ve daha binlerce soru var zihninde ama cümlelere dökecek cesaretin yok öyle değil mi?” “Ben, şey, aslında biraz şaşkınım.” “Beni görmek, her şeyi kendin anlatmak istemişsin. Çakır söyledi.Bak sen beni bulmadan ben geldim. Aslında evine gelmiştim. Ama baktım ki çıkıyorsun takip edeyim dedim. Önce mezarlıkta mı konuşsam diye düşündüm sonra vazgeçtim bakalım daha nerelere gidecek dedim. Şaşırtmadın beni, sevgilinin ardından kızına geldin.” “Gökçe ben…” “Ben dört ay bekledim senin konuşmanı ama sen ben her şeyi öğrendikten sonra açıklama gereği duydun bana. Tamam, dinliyorum seni, anlat her şeyi, anlatacakların neyi ne kadar değiştirecek göreceğiz Ferit Bey.” Dedi yabancı bir insanla, sanki onu hiç tanımıyor gibi bir tavır içindeydi. Ferit şaşkındı. Ondan böyle sakin bir tavır beklemezken neyi nasıl anlatacağı konusunda afallamıştı. “Gökçe, ben her şey için üzgünüm.” Dedibaşını önüne eğerek. “Ne için üzgünsün? Söylesene hangisi için üzgünsün? Benimle yaşadıklarına mı? Eylül ile yaşayamadıklarına mı?” “Lütfen Gökçe bilmediğin şeyler var.” “Dur bakalım karın olarak ben neyi ne kadar biliyormuşum bir test edelim. Sen eksiklerimi tamamlarsın olur mu?” “Gökçe…” dedi duyacaklarına hazır olmadığını hissetti bir an . Yüreğinin onun her şeyi bilmesinden delice korktuğunu hissetti. “Ne oldu her şeyi biliyor olma ihtimalim seni ürküttü mü? Sen yaşarken korkmadın da ben öğrenirim diye mi korkuyorsun? Aslında sen de her şeyi anlatmayacak mıydın? Seni yormuyorum, bu zahmete sokmuyorum. Yaşadıklarını bildiğimi bil istiyorum. Senin karşında sana kör kütük saf aşık Gökçe yok artık. Beni sevmeyerek evlendin bunu çok iyi biliyorum, çünkü defalarca yüzüme haykırdın. Bendeki de ne saflık aşkımla her şeyi düzeltirim, seni kendime aşık ederim, benim sevgim ikimize de yeter sandım. Tozpembe hayaller, galiba o yaşlarda her şeye gücümüzün yeteceğine inanıyoruz. Gençlik işte. Evlilikte keramet olur zannettim. Boş safsatalarmış o sözlerde. Ben yaşadıklarımla bunu çok iyi anladım. Gençlik, toyluk, cehalet belki de. Seni sevmeyenden yar olmazmış yüreğim en ağır darbe ile anladı. Ben yine de bekledim. Sonra bir baktım sözlerin, bakışların değişmeye başlamıştı. Sevdin sandım. Ömrüme senden bir parça eklendin istedim. Sende kabul ettiğin için bebek kararı aldık. Bambaşka bir adama dönüşmüştün. İlgili, dikkatli, şefkat dolu… Her şey düzeldi dedim, mutluyuz artık dedim. Ama koskocaman bir yalanda yaşadığımı bilmiyormuşum. Benim rüya bildiğim hayatımın gerçeği sadece büyük korku dolu bir kabusmuş. Senin benden bir şeyler gizlediğini hissettiğimde anladım. Başlarda konduramadım. Yapmaz dedim. Ama içimdeki şüphe her şeyin sadece başlangıcıydı. Gözlerinde gördüğüm gölgelenme beni senin peşine taktı. Ve ömrüm boyunca görmek istemediğim o manzarayı görmeye kendi ayaklarımla gittim. Kocam ve unutamadığı ilk aşkı… O manzaranın bebeğimin hayatına mal olacağını bilsem o evden asla çıkmazdım. O manzaranın benim anneliğimi elimden alacağını bilsem seninle asla evlenmezdim. Ben bunları yaşarken beteri yaşıyorum zannediyordum. Ama beterin de beteri varmış be Ferit. Bunu bana sen öğrettin.” Dedi yanı başında oturan adama hüzün içinde çarpık bir gülümseme gönderdi. “Gökçe lütfen anlatmama izin ver artık.” “Susuyorsun Ferit artık cesaretin olmayanları ben anlatıyorum. Ne diyorduk beterin de beteri… Ben kocamın ilk aşkı için satın almış olduğu bir ev olduğunu, hastaneden sevgilisini gizlice çıkardığını, kocamın kollarında onunla dudak dudağa hayata veda eden bir kadın olduğunu öğreniyorum. Ve o kadından bir de nur topu gibi bir çocuğu olduğunu. Düşünsene benim sana veremediğim evladı şu an toprak altındaki bir kadın büyümüş şekilde sana vermiş. Ve sen de buraya kızını almaya geldin değil mi? Eksiğim varmı Ferit Bey?” “Ben, ne diyeceğimi bilmiyorum?” “Ne denebilir ki Ferit? Bizim için artık yolun sonu.” Dedi. Çantasını açtı ve bir kağıt çıkararak adama uzattı. “Bu ne?” diyerek kadına anlamaz gözlerle baktı. Gökçe ayağa kalktı ve ona boş bakışlarla baktı. “Anlaşmalı boşanma evrakları. İmzalarsan sorunsuz bir şekilde tek celse de boşanacağız. Bunu senin de isteyeceğini düşünüyorum.” Dedi ve yavaşça adamın yanından uzaklaşmaya başladı. Ferit elinde tuttuğu kağıtlarla nefes alamadığını hissetti. O bambaşka bir hayat planlarken elinde tuttuğu kağıtlar onun çizdiği sınırların çok dışındaydı. Hızla ayağa kalkarak Gökçe’nin önüne aşılmaz bir dağ gibi dikildi. Bakışları tekinsiz, sesi öfkeli çıkıyordu. “Bunları asla imzalamam Gökçe.” Dedi kararlı bir şekilde. Kadın duydukları karşısında ilk defa şaşkınlık belirtisi göstererek “İmzalamayıp ne yapacaksın Ferit? Hem de ne hakla imzalamayacaksın?” dedi. “Gökçe, bak çok hatalıyım, yapmamam gereken şeyler yaptım, bir bataklığa saplanıp kaldım. Karanlıklarda yok olup gideceğim görmüyor musun çaresizliğimi? Ben ister miydim tüm bunları yaşamayı? Ben bir evladımı toprak altına defnetmişken başka bir evladımın olduğunu öğreniyorum. Bu kolay bir şey mi?” “Sen o toprak altına koyduğun evladının ardından kaç damla gözyaşı döktün Ferit? Ama az önce gördüğüm o manzara, buradan çıktıktan sonra.” Derken eliyle Çocuk Esirgeme Kurumunu gösterdi. “Gözlerinden akıp giden yaşın haddi hesabı yoktu. Ben seni hiç öyle görmemiştim. Toprak altındaki senin değil benim evladım. Onu sen asla haketmedin. Benim evladım senin gibi babayı hak etmiyor. O yüzden o sadece annesinin evladı.” “Gökçe, bana fırsat verdin mi? Üzülmem için imkân tanıdın mı? Senin peşinde koşmaktan acımı dahi yaşayamadım ben.” “Öyle mi? Tüm fırsatlar, tüm zamanlar sizin Ferit Bey, ben artık yokum. Senin için, geçmişin için geleceğin için yokum.” “Hayır Gökçe, ikimiz içinde bir fırsat var. Bak içeride küçücük bir kız annesiz, ben sensiz kalmışken ikimiz için de bir gelecek var.” Dediği an Gökçe adamın suratına sert bir tokat attı. Duygusuzluğundan eser kalmamıştı. Gözlerinden akıp giden yaşlara engel olamıyordu. Ferit yanağında şaklayan tokadın etkisiyle başını yana çevirmişti. Gökçe akıp giden gözyaşına inat hırsla adamın suratına bakarak işaret parmağını hesap sorarcasına havada sallıyordu. “Sen, sen ne adi şerefsiz bir adammışsın Ferit? Bu nasıl bir zihniyet? Senin ilk aşkından olan çocuğuna nasıl olur da annelik yapacağımı düşünürsün? Ben bu gerçekleri öğrendiğimden bu yana hastanelerde sinir krizleri geçirmişken, buraya ilaçların etkisiyle gelmişken sen bunu bana nasıl teklif edersin? Ben sana her baktığımda midem bulanıyor. Ben o çocuğa her baktığımda kaybettiğim bebeğim aklıma gelmeyecek mi? Senin ilk aşkınla dudak dudağa vedan aklıma gelmeyecek mi? Bunu kendime nasıl yaparım? Bunu toprak altında yatan evladımın hatırasına nasıl yaparım? Böyle bir ihaneti zamanında sana hissettiklerime nasıl yaparım? Allah beni kahretsin ki senin gibi bir adamı sevmişim, yazıklar olsun sana da sana bu gücü veren bana da , hissettiklerime de sana dair her şeye de yazıklar olsun.” diye haykırdı. Ferit sınırını aştığının farkındaydı. Onun sakinliğinden güç bulmuştu. Çakır’ın Gökçe hastanelik olduğu sözlerini unuttuğu için kendisine içten içe kızdı. Onu sakinleştirmek adına kolundan tuttu. “Gökçe, affet beni, seni kırmak üzmek istemedim. Asıl niyetim…” “Neydi asıl niyetin Ferit? Bir canım kaldı bu bedende onu da mı almak istiyorsun? Daha benden ne istiyorsun sen?” “Beni yıllar önce o karanlık kuyudan sen çıkardın, banasevmeyi sevilmeyi yeniden sen öğrettin, belki yine bu defa da…” “Yok artık Ferit, senin karşında her şeyi kabul eden Gökçe öldü. Onu sen öldürdün.Şimdi o kağıtları imzala ve hayatımdan sonsuza kadar defol git.” “Hayır.” Dedi itiraz edercesine gözleri alevlenmeye başladı. Fark etmeden kadının kolundaki elinin tutuşu sertleşmeye devam ediyordu. “İzin vermem, benden boşanmana müsaade etmem. Affettireceğim kendimi, bu evlilik bitmeyecek.” “Bırak kolumu canımı acıtıyorsun.” Derken kadının kolundaki tutuşu daha da sertleşti. “Bırakmam, senin benden çekip gitmene izin vermeyeceğim.” Dediği an kadın acı içinde inledi. Gökçe’nin inlemesine karışan Ferit’in sesi ortama yayılırken kadının kolundaki tutuş birden yok oldu. Gökçe gözlerini açtığında gördüğü manzara ile şaşkınlığını gizleyememişti. Ferit yerde yatarken üzerinde onun suratına defalarca yumruk indiren adamı gördüğüne inanamıyordu. Fısıltı halinde dilinden dökülen tek isim “Efe…” oldu. Nereden çıkmıştı? Onu nasıl bulmuştu? Burada ne işi vardı? |
0% |