Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@ugurluay

“Nefsin zehirli perdesinin kalktığı yerde…”

Gökçe, yüreğinin derinliklerinde büyük bir rahatlama hissetmişti. Kalbinin manevi açıdan açlığını daha camiye adım atar atmaz fark etmişti. İnsanın ruhunun aradığı manevi tattan uzun zamandır uzak kaldığını şimdi daha iyi anlıyordu.Camiden dışarıya çıktığında Efe’nin arkası dönük bir halde bir telefon görüşmesi yaptığına şahit oldu. Yaklaştığında telaffuz ettiği isim Çakır’a aitti.

Efe genç kadının yakınında olduğunu hissettiği an gözlerini istemsizce kapattı ve bir an duraksayarak derin bir nefes aldı. Varlığını kokusundan hissetmişti. Sanki yıllar önce hiç gitmemiş, onca yıl onsuz acılara mahkûm olmamış ve bıraktıkları yerden hayatlarına devam ediyorlarmış gibi hissetti. Ama gözünü açtığındaki gerçeklik acımasız bir şekilde yüreğine sert darbeler indirmeyi başardı. Her şey artık bambaşkaydı.Telefonu alel acele kapatan Efe ansızın ardındaki kadına döndü. Yüzünde kırık bir tebessüm peyda olurken Gökçe’ye anlayış dolu gözlerle bakıyordu.

“Arayan Çakır mıydı?” diye sorduğunda aslında Gökçe cevabı biliyordu. Çakır ve Efe her ne kadar yıllar geçse de zamanında arkadaşlıkları kendisi yüzünden bozulsa da onlar çok iyi arkadaştılar. Çakır her ne kadar Gökçe’ye söylemese de yıllardır sürekli Efe ile irtibat halindeydi. Aslında onunla görüşmesindeki asıl nedenlerden biri de Efe’nin karakterindeki büyük değişimdi. Efe olgunluk timsali bir adama dönüşmeyi başarmıştı.

“Evet biraz merak etmiş. Seni götürmem gerektiğini söyledi bana. Anladığım kadarıyla Ferit yanındaydı.”

Gökçe, Ferit’in adını duyduğu an soğuk terler dökmeye başladı.Az önce Rabbine yakarırken gönlünde birikmiş zehirli tortuları da akıtmaya başladığını hissetmişti. Rabbine bir kul olarak sığınmış, gönlünün feraha ermesi için dualar etmişti. Daha yüzüne gülümsemeyi kondurmayı başaramamışken, geçmeyen geçmişin karşısına Azrail gibi alacaklı bir şekilde bir isim olarak dikilmesi onun kanını dondurmaya yetti. Yıllar önce yüreğinin pusulasını hak etmeyen bir adama vermişti. Şimdi içinde alazlar içinde yanan ateşin adıydı pişmanlık. Tüm yaşadıkları sert bir rüzgâr gibi çelimsiz vücudunu öylesine şiddetli savurmuştu ki onu adeta zifiri bir karanlığa atarak geleceğini keskin bir bataklığa saplamıştı. Kalbinin doğru istikamette olduğunu sanıp çok yanlış yollara sapmış, güçsüz kalmıştı. Hayatının mantığının şirazesi bozulmuştu. Hayat onu öyle bir noktaya taşımıştı ki gönül ibresinin ruhuna gem vurmak zorunda kalmıştı. Tüm bunların yanında karanlık geceye zamanında ardından bıraktığı Efe’nin bir güneş gibi şu anına doğması sebebini bilmediği şekilde rahatlatmıştı onu. Zamanında korktuğu Efe ve sonrasında güvenli bir liman olarak gördüğü Ferit’in isimleri konumlarına göre yer değiştirmişti. Efe şimdi ona manevi bir işaret gibiydi.

“Ben senin daha fazla vaktini almak istemiyorum Efe, kendimde gidebilirim.” Dedi onun daha fazla rahatsız etmek istemediğini hissettirir gibiydi. Her ne kadar onun varlığı kendisini rahatlatsa da şu an için doğru olduğunu hissetmiyordu. Efe onun kapılmış olduğu duyguyu hissetmişti.

Buğulu ve keskin bakışlarla onu süzdükten sonra “Bana ayıracak bir iki saatin var mı?” dedi umutla.

“Efe …” dedi çıkmaza girdiğini hissederek, güzel başlayan bir durumun geçmişle kirlenip girdaba girmesini, çıkmazlara sürünüp gitmesini istemiyordu.Ondaki anlık değişimi idrak eden adam yanlış anlaşılmamak istercesine panikle kadının cümlesini keserek devam etmesini engelledi.

“Lütfen, gitmeden önce sadece gerçek anlamda sana veda etmek istiyorum.”

Gökçe adamın sözlerinden gideceğini, yurt dışına geri döneceğini işittiği an bir an hayal kırıklığına uğradı. O yaşadıkları kısacık anlardan ne anlamlar çıkarırken adamın asıl niyetinin gerçek bir veda olduğunu anladığında içten içe üzüldü. Onun bu isteğine sebebini bilmese de biraz da bozularak “Tamam.” Diyerek karşılık verdi. Efe küçük bir telaşa girerek ona yol gösterici olmak niyetiyle eliyle caminin çıkışını gösterdi.

“Az ileride güzel bir çay bahçesi var. Bilirim bu havalarda bir çay içmek seni rahatlatır. Sonra da Çakır’ın istediği gibi seni kaldığın yere götürürüm. Seni tek başına gönderirsem Çakır’ın elinden sağ kurtulabileceğimi sanmıyorum.” Dedi yapmacık neşeli bir tavırla.

Gökçe adamın sesini duyuyor ama beyninin giderek buğulandığını hissediyordu. Yavaş adımlarla caminin çok yakınında bulunan çay bahçesine ulaştıklarında sakin bir masaya oturdular. Garsona iki çay söylediler. Efe kadının camiden çıktığı andaki rahatlamamın giderek yerini hüzün bulutlarının sardığını gördü. Şu an eski kederli haline dönüş olsa da bir defa dahi olsa yüreğindeki rahatlamayı gitmeden yüzünde görmek onu mutlu etmeye yetmişti.

“Yolculuk ne zaman?” diye sordu kadın, “Gerçekten gidecek misin?” derken derin bir merak içindeydi.

“Bu gece yola çıkacağım. Evet gerçekten gideceğim, çünkü beni buraya bağlayan bir şey yok.” Dedi dürüstlükle. “Bugün yaşananlar olmasaydı asla yüz yüze gelmeyecektik. Senin hayatında var olmak ya da sana rahatsızlık vermek değildi niyetim. Ben sadece o an sana yapılanı hazmedemedim.”

“Kim olsa aynısını yapardın.” Dedi daha önce sarf ettiği onun sözlerini itiraf edercesine tekrar ederken.

“Evet, yapardım.” Diyerek başını olumlu anlamda aşağı yukarıya salladı adam.

“O zaman sana hayırlı yolculuklar dileyelim.” Diyerek bakışlarını kaçırdı.

“Teşekkür ederim.” Dediği an garson masaya iki çayı bırakarak onların bu hissiyatsız konuşmasını da bölmüş oldu. Bu konuşmadan kendilerini kurtardıkları için ikisi de garsona minnettar kaldılar. Çaylar bırakılıp garson uzaklaştığı an ikisi de aynı anda birbirlerine isimleriyle seslendiler.

“Gökçe.”

“Efe.”

İkisi de istemsiz bir şekilde gülerek bu duruma tepki verdiler. Ardından birbirlerine “Önce sen söyle.” Diyen ikilinin girdikleri bu anlamsız çekişmeye Efe son verdi.

“Bak beni gerçekten yanlış anlamanı istemiyorum. Bu yüzden gideceğimi en baştan söyledim. Yalan yok senin kaza haberini aldığımda Türkiye’ye nasıl geriye döndüğümü bilmiyorum. Gözüm kararmıştı. Sonra durdum ve kendime dedim ki oğlum Efe o evli onun hayatına giriş yapmaya ve onu rahatsız etmeye hakkın yok. Ne bir arkadaş ne bir dost hiçbir şekilde ismimin seninle anılması doğru ve hoş olmazdı. Sırf bu yüzden sadece Çakır’dan aldım haberlerini. Geldiğim günden bu yana bugüne kadar seni ne yakından ne de uzaktan görmeye gelmedim. Bugüne kadar…” dedi eliyle yüzünü sıvazladı ve bardağından bir yudum çay aldı. “Bugün de olanlar oldu zaten. Ferit’in beni görmüş olması seni belki zora sokacak ama istersen onunla konuşabilirim. Senin sıkıntıya özellikle de benimyüzümden bir sıkıntıya girmeni istemiyorum.” Dedi acı çekse de bunu ona teklif etmek zorunda hissetti kedisini. Yurt dışına geriye dönerken Gökçe’nin kendisinin sebep olduğu bir durumdan acı çekmesini ya da üzülmesini istemiyordu.

“Sorun değil Efe, lütfen bu durumdan kendini sorumlu hissetme. Ferit’in bu konu hakkında konuşmaya hakkı yok. Artık onun benim üzerimde bir söz hakkı yok.” Dedi soğuk bir ses ile.

“Emin misin? Ben istersen gerçekten onunla konuşabilirim.”

“Bak Efe, Çakır sana ne anlattı ne kadarını anlattı bilmiyorum. Ama Ferit’e bir eş olarak açıklamam gereken bir durum yok ortada. Zaten ortada ne bir evlilik ne de sadakat kaldı. Bizim aile kurumumuz senden önce yerle bir oldu zaten. Ferit sayesinde…”

“Anlıyorum.” Dedi bakışlarını kadından kaçırdı.

“Efe, tarih tekerrürden ibaretmiş değil mi? Yıllar önce de sen vardın yanımda ve Ferit hakkında konuşuyorduk. Yıllar sonra da sen varsın yanımda yine onun hakkında konuşuyoruz.” Diyerek alayvari bir ses tonu kullandı.

“Evet, yine bu konuşmaların sonunda bana yol göründü desene.” Dediğinde gülmeye çalışsa da kadının suratındaki tebessümün an be an solduğunu hissetti. Adam ondaki bu değişime karşılık kaşlarını çatarak “Gökçe, belki herkesten defalarca duymuşsundur, sana sormuşlardır bu soruyuama ben yine de sana tekrar sormak istiyorum. Öylesine değil gerçekten içi dolu bir şekilde sorup gerçek bir cevap almak istiyorum. Çünkü gitmeden gerçek cevabını bilmeye ve duymaya ihtiyacım var. Gökçe, sen gerçekten iyi misin?”

Gökçe onun bu içten sualine ve sorma tarzındaki samimiyet karşısında bir an afalladı ve nefesinin kesildiğini hissetti. Seslice yutkunup her an ağlamaya hazır gözlerle adamın gözlerinin içine baktı.

“Haklısın bu soru bana aylardır defalarca soruldu ama hiçkimse bu kadar içten ve gerçekçi sormamıştı.” Dedi gözünden akıp giden bir damla yaşı yanağından aşağıya süzülürken yüzünü çevirip hızla gözyaşını eliyle sildi.Sesi çatallaşmaya başlasa da gerçekten konuşmaya,içini boşaltmaya ihtiyacı vardı. Nasıl olsa karşısındaki insan bu gece gidecek ve bir daha asla geriye dönmeyecekti. Bazen yabancı bir insana, bir daha hiç görmeyeceğiniz birine anlatmak istersiniz ya Gökçe’de öylesine düşünmeden içini tek seferde boşaltmak istedi. Gözlerini ondan kaçırarak masada duran henüz bir yudum dahi içmediği bardağın içindeki çayına odaklandı.Sanki bir bardak çayın içinde tüm yaşadıklarını bir film gibi izliyordu.

“Benim kalbimi mühürleyen onun adıydı. Ferit’in… Sırlı bir anahtar gibiydi kaderimin ıssız yollarının ulaştığı kapalı kapıda.Ona doğru ilerlemek meçhul diyarlarda dikenli bir tarlada yürümek gibiydi. Her bir zerremin onun soluğuyla nefeslendiğini zannettim. Oysa bu hisler ne büyük yanılgıymış.Ben sadece onun aşk yarasına derman olmak için basit bir merhemden başkası değilmişim. Tüm cihanı yakar dediğim aşk ateşim beni ve bebeğimi yakmaktan öteye geçemedi. İnsan gözünün ferini, ışığını söndürecek insanı bilemezmiş ki, bende bilemedim. Gönlümün ehli olacağına inanıp aşkımla hayatına talip oldum. Balık baştan kokar derler ya, aslında her şey en başından belliydi. Asla bana ait olmayacak ve beni sevmeyecek bir adama âşık oldum, her şeye rağmen onu istedim ve onunla evlenmek için direttim. Aslında ben derin bir uykuya hapsettim kendimi. Ayılmamak için ise büyük bir direnç gösterdim. Şimdi daha iyi anlıyorum. İnsan uykudayken bazen duymaz, ben de uyku içinde tıkamışım kulaklarımı tüm gerçeklere de bana ulaşmaya çalışan seslere de. Kendimden geçmişim. Gözlerinden gönlüne düşerim sandığım adamın cehennemine çakıldım. Feda ettiğim kendi hayatım zannederken maalesef yitirdiklerim bu kadarla da sınırlı kalmadı. Feda ettiğim sadece kendi hayatım olsaydı keşke. Ben bebeğimin hayatından ve geleceğimden de oldum. Bilseydim bu aidiyetimin bunlara sebep olacağını,gönlümün incisi dediğim adamın bana cehennemi yaşatacağınıkayıtsız şartsız feda etmezdim kaybettiklerimi. Yaşadığım tüm her şey kalbimden zehirli perdelerin kalkmasına ve benim tüm gerçekleri daha net görmemi sağladı. Ben bu saatten sonra çöl olmuş bir yüreğe yağmur yağdırma niyetimden vazgeçtim. Soruyorsun ya iyi misin diye? Bunun cevabını ben de bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var iyi olacağım. Hem de çok iyi olacağım. ”

“Aslında yaşadığın bir nevi uyanma diyebilirsin. Nefsinin kalbine indirdiği perdeler bir bir kalkıyor ve sen gerçekleri görmeye başlıyorsun. Aslında zamanında Ferit’i sen değil nefsin istemişti. Ve nefs seni adeta büyükbir felakete sürükledi. Okuduğum bir kitapta Ebû Bekr Tamistânî’nin güzel bir nasihati vardı. -Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allah ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.- demiş. Şimdi sen ondan değil nefsinin seni yönlendirdiği yanlıştan Rabbimin sana bağışladığı aklını kullanarak vazgeçiyorsun. Nefsi ayırt etmek için Allah kullarına akıl ihsan eylemiş. Doğruyu, yanlışı, iyiyi, güzeli akılla ayırt edip Rabbimin yolundan ayrılmamız için bize verilmiş adeta bir cevher. Bunu hangi durumda kullanacağımız ve kaderimizi şekillendireceğimiz bize kalmış. Sen de Ferit de zorlu bir süreç ve büyük bir sınavdan geçiyorsunuz. Umarım bu imtihanı birbirinizi yaralayıp daha fazla zarar vermeden verirsiniz.” Dedi.

Dili bu sözlere dönse de yüreğinden arşa yükselen cümleler bambaşkaydı.

“Bazı isimler vardır insanın yüreğini alazlar içinde bırakır.

Sinemde yer eden derin bir yaraydıadın yar.

Sende benim yüreğimi ateşlere atan o isimsin.

Benim yüreğim yıllarca senin adınla alev alarak yandı yar.

Sen benim sırlı nağmelerdeki yâdımsın.”Tek gerçeği olan kadına söyleyemedikleri bir bir yüreğinden akıp semalara ulaştı. Belki Gökçe duyamadı ama o her zamanki gibi asıl ve tek gerçeğini biliyordu.

“Kalkalım mı?” diyerek ayaklanan Gökçe adamın bakışlarında bir an bambaşka bir hissiyata kapıldı. “Sende yola çıkacaksın bugün yeteri kadar iş açtım zaten başına.”

“Lütfen bu şekilde konuşma Gökçe.” Dedi ve pes edercesine o da gitmek için ayağa kalktı. “Seni kaldığın yere bıraktıktan sonra bende hava alanına gideceğim merak etme. Geç falan kalmam.” Dedi onun içini bir nebze olsun rahatlatmak için.

“Tamam.” Diyerek onu onaylayan kadın çay bahçesinin çıkışına doğru yöneldi. Efe’nin gidecek olması içten içe onu huzursuz etse de az önce konuşarak içini boşaltması onu rahatlatmıştı.

Loading...
0%