Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@ugurluay

Bazen asla geriye dönmeyecek bir yolcu gibi düşmek istersin yollara, herkesi her şeyi umarsızca ardında bırakıp çekip gitmek istersin. Hiç düşünmek istemezsin sonrasında neler olacağını… Gücün yetmez bazen aklını toparlamaya, doymak bilmeyen bir nefse sahipken.

Gökçe ölçülere uyum sağlayamayan zamanların içinde can gözüyle görmüştü yar yüreğini. Ferit’e duyduğu aşk üzerine kurmuştu bütün dünyasını.Ama bilmediği aşkının heybesine doldurduğu tek şey hüzün çilesiydi. Ferit’in zamanla insani özelliklerini yitirmesine sebep olacağını bilemezdi. Tene hapsolmuş bir aşkın yüreğini yoksayacağını hesap edememişti.

Ne çok şey öğrenmişti bu zamana kadar .Sınırlarını aşan her insana haddini bildirmesi gerektiği konusunda her an hazır olması gerektiğini bellemişti aklı. Bir insan birini sevdiği zaman ona karşı aciz olmamalıydı. Dilini suskunlaştırıp, kalbini zaafının esaretine kurban etmemeli, ruhunu kara zindanlarda dehşet verici ıstıraplara mahkûm bırakmamalıydı. Sevdiği insan karşısında biçare bekleyerek acizliği, kimsesizliği, yalnızlığı mesken etmemeliydi. Vefakarlığın kör bir saplantı gibi yüreğine sahip olmasına izin vermemeliydi. Sevmek elbette güzeldi. Ama asıl özel ve güzel olan hakkını vererek sevmekti. Bir insanın gözlerinin kadrajına girmek öyle her baba yiğidin harcı olmamalı, o kadar kolay olmamalıydı.

Gökçe kahır içinde bir yüreğe sahipti. Kırılıp, dökülmüş ve her geçen saniye toparlanmakta biraz daha güçlük çekiyordu. Her şey üzerine üzerine gelirken sabahı zor etti. Ama daha fazla orada durmaya gücü kalmamıştı. Çiçek teyzesini meraklandırmamak adına “Beni merak etme Çiçek teyze ama iyi olmam için gitmem gerek.” Yazılı bir not bırakarak hiç kimseye ses etmeden sabahın ilk ışıklarıyla birlikte evden çıkmıştı. Zaman su gibi akıp giderken ayakları yönünü nereye gideceğini bilmiyor, hangi kapıya giderse daha rahat nefes alabileceğini hesap edemiyordu. Saatler sonra kendini bir bankta öylece çevresinde koşuşturan insanları boş bakışlarla izlerken buldu. Herkes kendince bir şeyler yapıyor bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Derin bir nefes bıraktığı sırada telefonundan gelen arama sesi kaşlarını çatmasına sebep oldu. Telefonunu çıkarttığında ekranında gördüğü isim hiç de onu şaşırtmamıştı. Arayan tabi ki Çakır’dı. Gökçe ona laf anlatacak gücü kendisinde bulamıyordu. Ruhu çok yorgundu ve bir sığınağa ihtiyacı vardı. Bu düşünceler arasında kıvranırken arka arkaya gelen aramalar Gökçe’yi sinirlendirmeye başladı. Daha fazla bu duruma katlanamayan kız bir hırsla telefonu açtı.

“Ne var Çakır? Ne arayıp duruyorsun? Meşgule attığıma göre konuşmak istemiyorumdur öyle değil mi?” diyerek tek nefeste konuştuğunda karşı taraftan ses gelmemesi bir an gözlerinin kısılmasına sebep oldu.

“Çakır?” diyerek seslendiğinde karşı taraftan “Gökçe” diyen bir kadın sesi duyacağını tahmin etmemişti.Kaşları duyduğu ses ile ansızın çatılan kız hızla telefonun ekranına tekrar baktı. Arayan Çakır değildi. Telefonun diğer ucundaki üniversiteden arkadaşı Nağme’ydi.

“Nağme,” dedi şaşkınlıkla “Pardon ben seni Çakır sandım kusura bakma.” Dediği an karşıdaki ses yüksek perdeden bir kahkaha patlattı.

“İlahi Gökçe yıllar geçti siz değişemediniz. Hala o yontulmamış dağ kaçkını ile didişmeye devam mı?”

Nağme’nin bu konuşmaları onu gülümsetmeyi başarırken bir an onu ne kadar çok özlediğini fark etti. Nağme üniversiteyi okurken yarıda bırakıp âşık olduğu adam ile evlenerek başka bir şehire taşınmıştı. Eğitimi yarım kalmış buna bahane olarak da yaşadığı büyük aşkı göstermişti. O gittikten sonra da aralarındaki bağ bir bir kopmuş ondan bir daha haber alamamışlardı.

“Çakır kendisine dağ kaçkını dediğini duysa çok bozulur biliyorsun.”

“Aman bozulursa bozulsun mendebur ne olacak.” Diyerek bir kahkaha daha patlattı.

“Uzun zaman oldu senin kahkahalarını duymayalı.” Dedi derin bir özlem tınısıyla.

“Öyle oldu kuzum ya, kaç yıl geçti inan ki ben de saymadım.” diyerek pişmanlık kırıntıları ile dolup taşan kelimeleri derin bir nefes bırakmasına sebep oldu.

“Eee anlatın bakalım Nağme hanım dillere destan büyük aşk ne alemde?” dediğinde karşı tarafta oluşan ölüm sessizliği hiç de hoşuna gitmedi.

“Nağme?” diye tereddütle çıkan sesi bir an gerilmesine sebep oldu. Bozuntuya vermemeye çalışan kadın yapmacık bir gülüşle “Büyük aşk büyük yalan oldu.”dedi ,yutkunmakta güçlük çeken Gökçe “Şey, ben özür dilerim bilmiyordum.” Dedi mahcubiyetle. O kadar uzun zaman olmuştu ki görüşmeyeli ikisi de birbirinin hayatlarından habersiz iki yaralı ceylandı.

“Ay Gökçe iki dakikada içimi baydın, Allah aşkına telefonun öbür ucunda kırılıp dökülme. Bak sana ne diyeceğim? Ben aslında seni bir davet için aradım. İstanbul’a döner dönmez hayalimdeki mekanı açmaya koyuldum. Ve sonunda başardım. Bu hafta sonu açılış var. Ama hala işlere tek başıma yetişemiyorum. Bu vefasız arkadaşına vefa gösterip yardıma gelir misin? Lütfen!” dedi küçük bir çocuk gibi. Bir an gözünün önünde onun o hali canlandı ve gülümsemesini sağladı. Belki de gitmesi gereken yön Nağme’ye doğruydu.

“Hem sana büyük aşkımın nasıl yalan olduğunu da anlatırım. Büyük hezeyan.”dedi durumuyla dalga geçercesine.

“Tamam.” Dedi Gökçe şu an daha iyi bir seçenek yoktu önünde. Belki eskilerden birilerini görmek, asıl çevresinden uzaklaşmak ona iyi gelebilirdi.

“Ooo süpersin, harikasın, bitanesin vefalı arkadaşım benim, beni yarı yolda bırakmayacağını biliyordum. Hadi şimdi kaldır o poponu da sana atacağım konuma gel çok işimiz var çok.” Dedi ve tek kelime daha etmeden telefonu kapattı.

Onun bu tavırları Gökçe’yi gerçek dünyadan adeta koparıp almıştı. Acıları, sıkıntıları, derdi, kederi bir rafa kaldırmış gibi hissetti. Herkesten ve her şeyden uzaklaşmak biraz nefes almak, hayatını yoluna kaymak için ayağa kalktı ve Nağme’nin ona attığı adrese doğru adım adım ilerlemeye başladı. Bazen çalan bir telefon, arayan eski bir dost insanın hayatına ışık tutabilir. Kim bilir? Belki de Nağme Gökçe’nin şu zamanda hayatına geri dönen insanlardan dirayetini geri kazanma sebebidir.

Loading...
0%