@ugurluay
|
Gökçe “Şaka yapıyorsun öyle değil mi?” dedi dehşet içinde bakarken. “Neden öyle dedin ki canım ya?” “Nağme sen bana bir hafta sonra açılış var dedin. Beni ufak tefek şeyler için yardıma çağırdın. Ama burası, burası….” Derken sesi kısıldı. Etrafa göz gedirirken yaşadığı büyük hayal kırıklığı tüm bedenini ele geçirip yüzüne sirayet etmişti.Çünkü her yer yıkık dökük, boyasız, içindeki eşyalar paramparçaydı. “O kadar da kötü değil aslında biraz temizlik, azıcık boya badana, biraz o biraz bu derken biz seninle burayı bir haftada adam ederiz ortak.” Dedi elini omzuna atarken dişleriyle sırıtıyordu. “Ortak?” Dedi ima dolu bakışlarla. Tek kelimenin altında cevap bekleyen binlerce soru yatıyordu. “Tabi canım o kadar çalıştıracağım seni ortak olmasak olmaz şimdi.” “Nağme ben…” Dese de kızın onu dinleyeceği yoktu. “Hadi çok konuşmada bir an önce temizliğe başlayalım. Kovalar ve temizlik malzemeleri içeride.” Dedi onu sırtından doğru ileriye itekleyerek mekanın mutfak bölümüne doğru ilerletti. Gökçe hala nasıl böyle bir kumpasın içine düştüğüne inanamıyordu. Uzun yıllar geçmesine rağmen Nağme’nin hiç değişmemiş muzip halleri bir yandan hoşuna gitse de şimdi bir elinde çamaşır suyu diğer elinde leğen ile şaşkın bakışlarını arkadaşına dikmiş bir şekilde bakıyordu. Eline aldığı bir bandanayı Gökçe’nin şaşkınlığını fırsat bilip başına geçirdi. Ardından diğer bandanayı da kendi başına geçirdi. “Hadi bakalım ortak mekanımızı çiçek gibi yapma zamanı geldi. İş başına. Marş marş…” Diyerek heyecanla ellerini çırptığında Gökçe hala yaşadıklarının gerçekliğini idrak etmekle meşguldü. “Aaa Gökçe hadi kuzum ya böyle elindeki malzemelerle akşama kadar dikilirsen iş nasıl ilerleyecek?” dedi kaşlarını hafiften çatarak yapmacık bir kızgınlıkla. Derin bir nefes bırakan Gökçe teslim olurcasına “Tamam. Nereden başlıyorum?” Dedi.Belki de hırsını temizlikle atarsa tüm gücünü tüketirse biraz olsun rahatlayabilir dün gecenin gönül yorgunluğunu üzerinden atabilirdi. “Sen mutfak dolaplarından başla ben de içerideki atılacakları toparlayayım.” dedi ve daha fazla konuşmadan içeriye doğru yöneldi. Arkadaşının bu tavırlarının sebebini anlayabiliyordu. Yıllar sonra iki dost yan yana gelmiş ama birbirleri olmadan geçen zamanda yaşadıklarını bir anda konuşmak yerine sanki hep bir aradaymışçasına yok saymışlardı. Elbet konuşacaklardı ama ikisi de gerçek anlamda anlatamaya hazır olduklarında. Dost dediğinde böyle olmaz mıydı? Gözüne baktığında anlarsın ne hissettiğini, ne beklediğini, ne düşündüğünü? O bakışlar zamanı var daha der ise susarsın, kelimeleri yüreğinden terk ettirirsin. Şimdi de vakit cümlelerin bir süre yok olma zamanıydı. Gökçe elindeki malzemeleri alıp temizlik için hazırlığa başlamıştı. Saatler geçmiş Gökçe de Nağme de iyice kendilerini temizliğe kaptırmışlardı. Ne açlıkları ne de yorgunluklarını düşünmeden durmadan temizlik yapıyorlardı. Gökçe bir an tezgahtaki bir lekeye öyle odaklandı ki ne kadar uğraşsa da bir türlü çıkarmayı başaramıyordu. Ne denediyse de olmamış, inatçı leke bir türlü çıkmamıştı. Sinirleri iyice bozulan Gökçe hırsla lekeyi silerken kendi kendine kızgınlıkla konuşmaya başlamıştı. “Çıksana artık, çıksana. Bıraksana tezgâhın peşini, düşsene yakasından, çıksana be kör olası çıksana.” Diyerek bağırmaya başlamıştı. Gözlerinden akıp giden yaşlardan haberdar dahi değildi. Parmakları arasında tuttuğu bezi öyle sıkıca kavramıştı ki parmak boğumlarındaki morarmaları hissetmiyordu bile. Nağme içeriden yükselen sesi fark etmiş işini bırakıp hızla arkadaşının yanına gelmişti. Gökçe’yi tezgâhın başında elinde bir bezi hırsla kazırcasına sürttüğünü gördüğünde gözleri korku ile kocaman açıldı. Koşarak yanına gelip “Gökçe sakin ol.” Dedi elindeki bezi almaya çalışarak. Gökçe büyük bir şok içindeydi sanki, hırsla tezgâhı silmeye devam ediyor, elindeki bezi bir an olsun bırakmıyordu. Öfkesi yükselişteyken sesi şiddetini arttırıyordu. “Bırak beni Nağme çıkaracağım o lekeyi , kurtaracağımtezgâhı bu kirden.” Nağme onu hızla döndürüp sıkıca arkadaşına sarıldı. “Tamam yaparsın, çıkarırsın ama şimdi sakin ol kuzum. Sakin ol.” Dedi. Bu dokunuş ve dostane sarılış Gökçe’nin ansızın sinirlerinin boşalmasına, gardını düşürmesine, elinin kolunun hissizleşmesine sebep oldu. “Çıkmıyor Nağme, o leke o tezgâhtan hiç çıkmayacak. Üzerinde hep bir yara gibi kalacak.” Dedi hıçkırıkları arasında. Nağme onun ne demek istediğini yürekten anlıyordu. Sırtını okşuyor “Tezgâh o lekeyi gerekirse kendisi üzerinden atar, yara olmasına izin vermez.” Dedi biraz olsun kendisinden uzaklaştırıp gözlerinin içine baktı. “İzin verme Gökçe, içinde hiçbir şeyin yara olmasına izin verme, o kişi zamanında senin için yar olsa da izin verme.” “Dayan diyorum yüreğime, dayan… Ama yüreğim dayanmıyor be Nağme…” dedi kızın tutuşundan kurtulup yere çöktü ve sırtını mutfak dolaplarına dayadı. Derin bir soluk alıp veren Nağme arkadaşının yanı başına oturdu dizlerini karnına çekerek ellerini dizlerine dayadı. “Dayanır kuzum, gün gelir öyle şeyler yaşarsın ki o yürek öyle dayanır öyle dayanır ki sen bile şaşar kalırsın.” “Gönlümdeki susuzluğu onun bana sunduğu aşk kırıntılarıyla dindiririm sandım. Meğer yüreğimde közlenen sadece benim aşkımmış. Gerçekleri öğrendiğim anda gözlerimden akıp giden damlalar hiç yalnız bırakmadı beni. Kalbim, ruhum, gözlerim hep hüzne boyun eğdi. Onca yıl kalbim onun kalbini kıblesi bilmişti. Evlendiğimiz gün alnımda hissettiğim buse yalnızca bir öpücük değildi. O bir sözdü, ömrümün geri kalanında aldığım her nefes için kaderimizi mühürleyen ölümsüz, sonsuz bir sözdü. En azından ben öyle zannediyordum. Nerden bilebilirdim ki çorak toraklarda nefes almaya niyetlendiğimi. Şimdi ise merhamet etmediği yüreğimin aşkına sahip olmak istiyormuş. Yüzsüzce… Ne kadar dik durmaya çalışsam da yüreğim dayanmıyor Nağme, şimdi boşanma mahkememizi bekliyorum. Delicesine sevdiğim adamdan kurtulmak için gün sayıyorum. Asla sahip olamayacağım bir bebeğin acısını yaşarken karşımda aşığının kızına annelik yapmamı bekleyen adamdan kurtulmak için gün sayıyorum. Ya Nağme, yıllar bildiğin tanıdığın Gökçe’yi nereden nereye aldı ve ne hale soktu.” “Hayat bu Gökçe, her birimiz aşkımızın peşinden sürüklenerek heba olmadık mı? Bak bana, yüzüm ne kadar gülse de şen kahkahalar atsam da ben eskisinden daha iyiyim desem de bununla ancak beni gerçekten tanımayanları kandırabilirim. Gece yarısı aynanın karşısında gördüğüm sureti aldatmam o kadar kolay olmuyor. Hayat be Gökçe, bak beni de yıllar sonra zamanında eğitimi mi, ailemi, dostlarımı yitirdiğim şehre yeni bir hayat kurmak için geri getirdi. Karşında aşkı uğruna tüm her şeyi yok sayıp Mardin’e gelin giden bir ağa karısı duruyor.” Dedi gözyaşları içinde. “Baksana bana kahkahalarım acılarımın perdesi sen bunu anlayan nadir insanlardansın. Biliyorsun çok sevdim, sevdiğim adama kaçıp gidecek kadar çok sevdim. Ama her şey onun memleketine adım atana kadarmış. Meğer sevdiğim adamın imam nikahlı iki tane karısı daha varmış. Beni İstanbul da göklere çıkaran adam memleketinde önemsiz bir eşya gibi davranmaktan geri durmadı. Sonrasında da işin foyası ortaya çıktı. İstanbullu bir gelin, çocuk veremeyen iki karısından sonra ona çocuk verecekti. Ama o kalın kafasının idrak edemediği tek şey kendisinin kısır olduğuydu. Çok direndim karısı olmamak için neler yaptım, çok kere kaçmayı denedim, kaçtım da… Ben kaçtım o yakaladı, ben direndim o zorladı.En sonunda da benimle uğraşamayacağını anlayıp başka bir kadın daha getirdi. O çocuk sevdası ile uğraşırken ben de ilk fırsatta tekrar kaçtım. İstanbul’a geri dönemedim. İşin aslı yüzüm yoktu geri dönemeye, hata yaptım demeye. Farklı şehirlerde yaşadım yıllarca. İzimi kaybettirdim. Herhalde ağa bozuntusunun artık benden vazgeçmiştir diye düşünüyorum. Ama günün birinde annem ve babamın bir uçak kazasında öldüğü haberi gelince işte o vakit geri döndüm. Beni evlatlıktan reddettiklerini zannederken onlar bana bir gelecek bırakmışlar. Vasiyetlerini bana bıraktıkları mektupları okudukça daha erken onların yanına dönmediğim için bin pişman oldum. Bu mekânda onların bana emaneti, annem bir mektubunda bir gün geri dönersen sana bir cafe açacağım diye yazmış. Hayallerini sıralamış. Belki vefalı bir evlat olamadım, onları çok üzdüm ama şimdi beni izlediklerini biliyorum. Kendim için değil onların bana güvenini geri kazanmak için burayı onların hayallerinden daha güzel yapmak için çalışacağım. Ve sen küçük hanım sen de bana yardım edeceksin. Bu mekân bizim yaralarımızı saracak, yeniden doğuşumuz olacak. Anlaşıldı mı?” dedi elini anlaşma yapmak adına ona uzatırken gözlerinden ona destek olmasını istediğini hissettiren bir bakış vardı. Gökçe, Nağme’nin yaşadıkları karşısında bir an şaşkınlığını gizleyemedi. Hayat onları nasıl yollara sürüklemişti böyle? “Anlaştık mı ortak?” dedi onay istercesine. Gökçe bir Nağme’ye bir de uzattığı eline baktı. “Bir şartla.” Dedi gözlerini kısarak. “Neymiş?” “Bana ilk fırsatta o şahane browninden yapacaksın.” Nağme onun bu cümlesiyle bir kahkaha daha attı. “İstediğin browni olsun be kuzum.” derken iki arkadaş gözyaşları içinde el sıkışıp ortaklıklarını kutluyorlardı. Onlar acıyı da mutluluğu da bir arada yaşarken “Neşeniz bol olsun hanımlar.” Diyen bir ses iki kadının da birden bakışlarının kapıya döndürmelerine sebep oldu. Gökçe bir an Nağme’ye kısık gözlerle baktığında bu işin içinde onun da olduğunu anladı. Tam ağzını açacakken ayağa hızla kalkan kız “Ben şey yiyecek bir şeyler sipariş edeyim. Açlıktan ölüyorum.” Diyerek heyecan ve panik içinde içeriye doğru kaçışırken Gökçe gerçektenbu duruma düştüğü için sinirlenmişti. |
0% |