@ugurluay
|
Gökçe kaşları çatık bir halde suretinden kızgınlık okunurken karşısındaki adamın ondan geri kalır yanı yoktu. “Neden geldin?” dedi bir hışımla yerinden kalkarak ona doğru ilerledi. “Bir hoş geldini de mi hak etmiyorum Gökçe?” “Bana bak Çakır, defalarca aradın açmadım, mesaj attın dönmedim, annene gitmem gerek dedim, iyileşmem gerek dedim, daha iyi olmam için gitmem şart dedim.” “Bensiz mi Gökçe? Benden de mi uzağa gitmek istedin? Ben ne yaptım sana? Yanında olmaktan başka ne zararım oldu?” Öfke adamın damarlarına akın etmişti. Haraza duyguları yükselişe geçerken delirmemek için zor zapt ediyordu kendisini. Duydukları ruhunun darma durman olmasına sebep oluyordu. Gökçe ondan uzağa gitmek istedikçe o büyük bir enkazın altından can çekişiyordu. “Anlamıyorsun Çakır.” Dedi isyan edercesine. Adama sırtını dönerek elleriyle yüzünü sıvazladı. “Hiçbiriniz beni anlamıyorsunuz. Bırakın beni kendi halime, bırakın da doyasıya bir acımı çekeyim, kendime kızayım, içimde yanan ateşi söndüreyim. İzin verin, biraz olsun uzak durun beden.” “Allah kahretsin Gökçe.” Diyerek en yanında bulunan sandalyeye hiddetle bir tekme savurdu. Sandalye parçalara ayrılırken Gökçe onun bu kriz geçiren halini sessizce izlemekle yetindi. Biliyordu ki müdahale ederse daha büyük olaylar çıkardı. “Anlamıyorum, hiçbir zaman da anlamayacağım. O şerefsiz için acı çekmene tahammül edemiyorum. Tamam ağlamak istiyorsun ağla, acıdan kıvranmak istiyorsun kıvran, yanmak istiyorsun yan… Ama benim yanımda.” Dediyumruk yaptığı elinidefalarca göğsüne sertçe indirirken “Duydun mu beni? Ne yaşayacaksan benim yanımda yaşayacaksın. Aileni isteme, kardeşini isteme, tanıdık bir Allah’ın kulunu isteme, ama bana sırtını dönme. Hata yapsanda, hayatını da mahvetsen, dünyadaki herkes de seni bırakıp gitse ben gitmeyeceğim bunu bil. Ben seni sen istesende yalnız bırakmayacağım. İster burada, ister ailenin yanında istersen dünyanın öbür ucunda ol, yanında nefes alacak tek kişi benim bunu unutma.” Dedi gözleri dolup taşarken sesi giderek titremeye başladı. Gökçe ona yaşattığı ıstırabın farkına varırken içi burkuldu kalbi sarsıldı. “Çakır…” diyerek ona doğru bir adım attı. “Sen beni o uyuşturucu bataklığından kurtarmadın mı? Ailemi ararken ben ağlarken omzuna yaslanmadım mı? Çaresizliğin dibini sıyırırken elimden sen tutmadın mı? Ben sana defalarca git dediğimde sen gittin mi? Şimdi söylesene sen git derken ben nasıl gideyim? Seni yoksaymamı nasıl istersin benden?” Gökçe daha fazlasına dayanamadı. Koşarak adamın kollarına atıldı ve sımsıkı sarıldı. Hıçkırıklar arasında “Özür dilerim, özür dilerim Çakır.” Dedi. Gökçe’nin inadı kırılıp kendisini adamın kollarına atmasıyla Çakır derin bir soluk bırakmıştı. Sırtını şefkat donuşları ile okşarken saçlarının kokusunu derince içine çekiyordu. “Geçti canım geçti.” Diyor onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Gökçe bir an ondan uzaklaşıp dolu gözlerle adama baktı. “Ben sadece nefes almak istedim. Tanıdık tek bir yüz görmek istemedim.” “Ondan mı inleyen nağmelere sığındın?” dedi muzipçe bir tavır takınarak Gökçe’yi biraz olsun güldürmek istedi. Çakır üniversite de sık sık Nağme’ye inleyen nağmeler diye takılırdı. Yıldızları hiç barışamasa da yine de Gökçe sayesinde ayrı takılmazlardı. “Ya Çakır demesene öyle duyacak kız şimdi.” Diyerek hafifçe göğsüne vurdu. Çakır’ın muzipliği işe yaramış biraz olsa yoğu duygusallıktan sıyrılmayı başarmışlardı. “Ne?” dedi kaşlarını yapmacık bir kızgınlıkla çatarken “Sen daha dur onun da hesabını göreceğim ben. Sen iki dakika dur şurada tekrar konuşacağız bu kaçışı. Nereye gitti o kaçak?”diyerek az önce Nağme’nin gittiği yere doğru yöneldi. Çakır’ın arkasından bakarken yüzünde huzurlu bir tebessüm yerleşmişti. *** Çakır cafeye geldiği andan itibaren Nağme’nin eli ayağına dolaşmıştı. Kalbini ritminin değiştiğini hissetmişti. Yıllar sonra onu tekrar karşısında görmek hiç de sandığı kadar kolay olmamıştı. Derin nefesler alıp verirken sakinleşmek için büyük çaba sarf ediyordu. O ne yaptığını bilmez bir halde ortalıktaki eşyaları kaldırırken kulağında yükselen “İnleyen nağmeler…” şarkısının tınısı ile hareket etmeyi bırakmış ansızın öfke yağmuruna tutulmuş gibiydi kalbi. Ellerinin altındaki eşyaları sımsıkı tutarken canının acısını hissetmiyordu. Dişlerini sıktırırken yüzünün sinirden kızardığındanhabersizdi. Az önce onu gördüğünde hissettikleri için kendisine kızarken adama dönme gereği bile duymamıştı. Nerden çağırmıştı ki onu buraya? Hep kendi suçuydu tüm bunlar. “Ne o Nağme Hanım? O gül cemalinizi bana göstermeyecek misiniz?” Nağme yüzünü süslü bir gülümseme yerleştirip ona usulca döndü. “Olur mu hiç öyle şey dağ kaçkını ÇakırBey.” Dedi. “Dağ kaçkını mı? Bana bak Nağme …” dediği an birden üzerine atılmaya başlayan temizlik malzemeleri ile neye uğradığını şaşırdı. “Kızım dursana ne yapıyorsun?” diye bağırsa da Nağme onu hiç duymuyordu. “Sana yıllar önce de dedim şimdide diyorum bir daha bana o şekilde seslenirsen seni mahvederim. İnim inim inletirim seni Çakır.” Derken hala eline ne geçirdiyse fırlatmaya devam ediyordu. Çakır bir elini kendisine siper etmiş adım adım kıza doğru ilerlerken Nağme durmadan bir şeyler atıyor bir yandan da ağzına gelenleri saydırıyordu. Çakır tam ona yaklaşıp ellerinden tutarak kendisine hızlıca çektiğinde kız adamın göğsüne sertçe çaptı. Daha ne olduğunu anlayamadan kendi bedeninin adamın bedeniyle bütünleştiğini hissettiğinde gözleri fal taşı gibi açıldı. “Sana dur dedim Nağme.” Dedi ikaz eder bir tonda. “Bırak beni.” Diyerek onun tutuşundan kurtulmaya çalışsa da bunun mümkün olmadığını adamın tutuşundaki sertliğin artmasından daha iyi anlamıştı. “Neden bu kadar sinirlendin Nağme? Yoksa hala o korkak küçük kız mısın?” “Korkak olan ben değil sensin Çakır, senin karşında o eski Nağme yok artık.” “Görüyorum.” Dedi baştan aşağıya onu süzerken “Ama gördüklerimden pek de hoşnut olduğum söylenemez.” “Sen zaten benimle ilgili neden hoşnut oldun ki Çakır?” diye karşılık verdi sitem edercesine büyük bir kırgınlıkla. “Nağme birileri geldi ve…” dediği an içeriye giren Gökçe ile birden birbirlerinden uzaklaştılar. Gökçe yanlış bir zamanlama yaptığının farkına varırken utangaç bakışlarını kaçırarak “Şey içeride birileri varve şey temizlik şirketinden geldiklerini söylüyorlar. Ben onları çağırmadığımızı söyledim ama ısrarla seninle görüşmek istediler.” Dedi. Nağme eliyle alnına vurup “ Ah ben onları tamamen unuttum.” Dedi. “Nasıl yani? Sen mi çağırdın onları?” Sesi hayretler içinde çıkmıştı. “Evet onlarbugün gelecekti ve…” “Ve sen ona rağmen bana saatlerdir temizlik mi yaptırıyorsun?” dedi şaşkınlıkla ağzı açıldı. Nağme onun vermiş olduğu tepkiye büyük bir kahkaha atarak “Ne yapayım kuzum bir terapiye ihtiyacın vardı. Bende dedim en iyi terapi temizliktir.” “Sağ ol ya sayende ellerim terapiden fazlasıyla payını aldı.” Dedi ellerini havaya doğru kaldırırken ona öfkeli bakışlarını göndermekten geri durmadı. Nağme arkadaşının yanına gelerek yanağından küçük bir makas aldı. “Ne güzel işte sayemde bir işe yaradılar. Hadi çok konuşmada hazırlan ben içeridekilerle görüşeyim eve gidelim.” “Eve mi?” “Ya ben sana bunu da söylemeyi unuttum değil mi? Burasının üst katında yaşıyorum ben. Sağ olsun annemler her şeyi öyle ince ayrıntıya kadar düşünmüşler ki…” dedi yüzü mahzunlaşıp sesi kırıklaşırken. Gökçe onun ruh halinin sebebini anlayarak ortamdaki gerginliği azaltmak adın hızla konuşmaya çalıştı. “Tamam hadi sen içeriye git görüş de gece uzun bol bol konuşacak vaktimiz olacak.” Dedi. Nağme tam içeriye yönelmişti ki “Beni de unutmuyorsunuz değil mi hanımlar?” Diyen ses ile kız adım atmayı bıraktı ve kaskatı kesildi. Derin bir nefes bırakıp ona dönerek “Pardon.” Dedi söylediğini daha net idrak etmek için. “Neyi unutmuyormuşuz?” “Bensiz hiçbir yere gidemezsiniz, ya benle ya hiç.” Dedi itiraz kabul etmeyeceğini hissettirircesine. “Seni evime kabul edeceğimden o kadar eminsin yani.” “Emin olmak bir yana biliyorum Nağme. Sen de beni özledin.” “Çakır…” “Efendim inleyen Nağme.” “Ben senin var ya…” diyerek yumruğunu sıkıp adamın üzerine yürüdüğü sırada araya Gökçe girdi. “Tamam canım sakin ol, sen bakma Çakır’a , bırak gelsin. Hem sen çekip gittiğinde arkandan ne kadar üzüldüğünü, uzun süre toparlanamadığı günleri de anlatırım sana.” Dedi meydan okurcasına. Duydukları ile şaşkınlığa uğrayan genç kız “Ben gidince gerçekten üzüldü mü?” dedi. “Gökçe.” Diyerek onu uyarmak istese de onun aldırış ettiği söylenemezdi. Belli ki kızın damarına basmıştı ve bazı gerçekleri dillendirmekten de zarar gelmezdi. “Hem de nasıl?” “Yok öyle bir şey.” Diyerek araya girmeye çalışsa da Gökçe buna fırsat vermeden “Nağme sen git içerideki işlerini hallet ben de hazırlanayım sonra madem Çakır Beybizimle gelmek istiyor benim hatırıma izin ver. İzin verde senden sonra neler yaşadığımızı sende bil.” Dedi göz ucuyla Çakır’ı süzerek. “İyi madem siz hazırlanın da dinleyelim bakalım Çakır beyimiz yasımızı nasıl tutmuş?” Dedi ve içeriye yöneldi. “Gökçe sen ne yaptığını sanıyorsun?” “Ben bir şey yapmıyorum Çakır? Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? Yaralı bir kadının daha fazla acı çekmesi için bu çaban niye?” “Ne oldu ki? Nağme neden yaralı? Yoksa o kocası…” “Çakır, lütfen daha fazlasını bana sorma, o anlatmak isterse anlatır. Ama Nağme eski bildiğimiz arkadaşımız değil, acılarına saygı duy ve onu daha fazlası için zorlama.” Dedi. Çakır duyduklarından hiç de hoşnut olmamıştı. Nağme’yi gördüğü anda gözlerindeki o eski neşeyi görememişti. Aslında gördüklerimden hoşnut olmadığım dediğinde kastettiği de gözündeki ışığın sönmüş olmasıydı. Hayat onları öyle bir savurmuştu ki her biri ayrı yerlerde paramparça olmuş şimdi kırıklarını toparlarken birbirlerine ihtiyaç duyuyorlardı. Her bir parçayı yerinetekrar yerleştirirken kanamaya devam ediyorlar ama inatla yaşamaktanvazgeçmiyorlar hayata sıkı sıkıya tutunuyorlardı. |
0% |