@ugurluay
|
“Çaylar geldi.” Nağme neşeli bir halde elinde tepsiyle salondan içeriye girdi.Ama gördüğü manzara karşısında sesi kısıldı kelimeleri geldiği gibi geriye kaçtı. Kanepe de uyuyakalmış, küçük bir çocuk gibi cenin pozisyonunda kıvrılan kadına şefkatli bir tebessümle baktı. Elindeki tepsiyi masanın üzerine bırakıp kendi odasına gitti. İnce bir battaniye alarak salona yöneldi. Elinde tuttuğu battaniyeyi arkadaşının üzerine örterken onu uyandırmamak için gayret sarf etti. Gün boyu sırf kendini rahatlatsın, yüreğini ferahlatıp, aklını dağıtsın diye onu öylesine çok çalıştırmıştı ki şimdi durumu biraz fazla abarttığını daha iyi anlıyordu. Arkadaşının başını okşayıp salonun lambasının yaydığı aydınlığı kısarak onu rahatsız etmeyecek loşluğa getirdi. Gözleri etrafta dolanırken Çakır’ı aradı. Gökçe uyuya kalmıştı ama adam ortalarda görünmüyordu. Gözüne balkonun kapısının açık olduğu ilişti. Ses çıkarmamaya özen göstererek ıssız adımlarla oraya doğru yöneldi. Perdeyi kaldırıp da onun heybetli duruşunu seyrederken yüreğinin nefesinin kesildiğini hissetti. Hayata karşı yenik düşmüş ruhu ona doğru bir adım daha atmakta güçlük çekiyordu. Omzunu balkon kapısının pervazına dayadı derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Ona doğru gitmek için güç toplamaya ihtiyacı vardı. Çakır ellerini ceplerine yerleştirmiş gecenin karanlığında adeta ateş böcekleri gibi yanıp sönen ışıklara bakıyordu. Her bir ışık bir hayat demekti. Aklı darma duman olmuştu. Sabah annesinden Gökçe’nin evde olmadığı haberini alır almaz deliye dönmüştü. Defalarca arasa da karşılık bulmayan aramaları onu büyük bir cenderenin içine sürüklemişti. Aramadığı yer gitmediği kapı kalmamıştı. Çaresizce tükendiği sırada ona gelen bir mesaj ve adresle şaşkına dönmüş ama bir o kadar da rahatlamıştı. Her ne kadar mesajın sonundaki isim onu afallatsa da o an onu düşünmek istememişti. Soluğu Nağme’nin göndermiş olduğu adreste alırken gördüğü bazı ayrıntılar hiç de hoşuna gitmemişti. Şimdi gecenin en koyu karanlığında soluk alıp verirken yaşadığını hissetmeye ihtiyacı vardı. Hayata karşı dik durması gerektiğinin farkındaydı ama giderek daha fazla yorulduğunu hissediyordu. Bitmeyen sıkıntıları artık kasaveti almıyordu. Huzursuzluğun ev sahipliği yaptığı bezginlik onu esir almıştı. Ne yapacaktı? Nasıl yapacaktı? İşleri nasıl yoluna koyacak? Gaye’yi, Nağme’yi hayatının neresine koyacak, Gökçe’yi nasıl toparlayacaktı bilmiyordu? Huzur istiyor ama gideceği yolu bir türlü bulamıyordu? Ruhunu okşayacak gerçek bir şefkate ihtiyacı vardı. Ona yol gösterecek elinden tutup ömrüne ışık yakacak birine ihtiyacı vardı. Ama her şey o kadar zor ve imkansızdı ki… “Ne o Çakır Efendi karanlıklar içinde yitip gitmeye çok meyillisin bakıyorum da.” Diyen sesin tınısı ima doluydu.Ardından duyduğu ses ile kafasını kadına döndüren adam onun tavrına şaşırıyordu. Sesi sitem doluyken yüzünde çektiği acıyı perdelemek için kat be kat maske takıyordu. “Yitip gitmeler sana yakışır Nağme Hanım, ben kimim ki yitip gideyim?” Nağme Çakır’ın cevabı ile büyük bir hüsrana uğrasa da kalbinin çektiği ıstırabı, ruhundaki düş kırıklıklarını ona hissettirmek istemiyordu. Kahır onun, elem onun, dert de çile de onundu. Hiç kimseye bunları pay etmeye niyeti yoktu. Yüzüne yakıştırmakta güçlük çektiği tebessümü sesinin tınısına da dizerken büyük zahmete girmişti. “Bana laf sokmadan günün geçmeyecek yine değil mi?” diyerek adamın yanı başına geldi. Sırtını balkonun korkuluklarına dayadı. Ellerini kucağında birleştirdi ve yönünü ona doğru döndü. Yüzünü adamın ay ışığında parlayan suretine döndürürken gözlerindeki cesarete şaşırıyordu. Yıllar sonra karşılaşmışlar ve gözlerine ilk defa gerçek anlamda korkusuzca bakıyordu. Ürkmeden, ürpermeden, çekinmeden dosdoğru adamın gözlerinin harelerini ezberlercesine bakıyordu. “Hiç öyle bir niyetim yok.” diyerek bakışlarını Nağme’den kaçıran Çakır içende hissettiği tuhaf duygularla afallamıştı. “Niyetin ne peki Çakır?” “Benim mi niyetim ne?” derken bir anda kadına öfke ile döndürdü bakışlarını. Gözleri kocaman açılan adam elini göğsüne götürerek defalarca dokundu. “Benim niyetim ne öyle mi Nağme Hanım?” “Evet, doğru duydun niyetin ne? Zorla kendini davet ettirdin, neden Gökçe’yi bırakmadın? Biz bize kalacakken neden bu gece buradasın?” “Nağme senin de dediğin gibi ben Gökçe için buradayım, başka bir sebebi yok, asla olamaz da…” dedi keskin tınısı gecenin karanlığında yankılanırken haraza duyguları yükselişe geçmişti. “Biraz rahat bırak şu kızı, izin ver bir süre uzak dursun herkesten ve her şeyden, görmüyor musun ne halde? Kör bir kuyunun içine düşmüş kurtulmak için çırpınıyor. ” “Görüyorum ama orada tek başına olmasına izin vermeyeceğim. Ben varım Nağme, onu o karanlıkta bir başına bırakmayacağım.” “Sen izin vermezsen asla ayağa kalkamayacak. Sürekli düştüğünde kaldırdığın için kalkmayı öğrenemedi. Suçlusun Çakır, hem de çok büyük suçlusun.” “Sen neden bahsediyorsun Nağme? Gökçe’nin toparlanamamasının kabahatlisi ben miyim şimdi?” “Ne o? Neden şaşırdın? Yalan mı Çakır? Tamam çok iyi arkadaşsınız, tamam senin kardeşin gibi, kolluyorsun , koruyorsun anladık da … Bu korumalar kollamalar yüzünden acı çekmesine izin vermiyorsun. Sürekli acılarının üzerini örtüyorsun, bazen acı çekerek büyümesi gerektiğinin farkına var. Bırak ağlasın, yıkılsın, acı çeksin, düşsün, bırak artık düştüğü yerden senin desteğinle değil kendi çabasıyla kalksın. Zamanında her şeye bu kadar müdahale etmemiş olsan Gökçe şu an bu kadar acı çekiyor olmazdı. Düştüğü gibi kalkmasını da bilirdi. Onun sana değil kendine güvenmeye ihtiyacı var.” Çakır duydukları karşısında duvara çarpmış gibi hissetti. Nağme’nin sözleri kulaklarında yankılanırken gerçekler bir bir suratına çarpıyordu. Gecenin zifiri karanlığında fütursuzca sarf edilen sözler adamın kalbinde büyük bir ağırlığa sebep olmuştu. Nağme Çakır’ın afalladığını hissetse de yapacağından geri durmayacağını anladı. Ellerini serbest bırakarak “Kime ne anlatıyorum öyle değil mi?” dedi boşuna konuştuğunu hissetmişti. “Sen yine bildiğini okuyacaksın, faydam dokunsun derken o kızı yine en büyük zararı sen vereceksin.” Dedi işaret parmağını içeride uyuyan kızın bulunduğu odayı işaret ederek konuşmuştu. “Senin için daha fazla kelimelerimi israf etmeyeceğim.” Diyerek onu ardında bırakıp içeriye yönelmişti. Tam kapının eşiğinden içeriye adım atacakken ardından duyduğu “Neden gittin Nağme?” sözüyle gözleri istemsizce kapandı,ayakları taş kesilirken kalbinin içinde fırtınalar koptu. Adam onda yarattığı etkinin farkında olarak ona konuşma fırsatı tanımadan durmadan konuşmasını devam etti. “Neden hiçbir şey söylemeden, daha bir hafta tanıdığın adamın peşine takılıp gittin? Neden onca yıl sonra şimdi çıkıp geldin? Neden o kadar zaman izini kaybettirip bir haber dahi vermedin? Neden Nağme? Neden?” dedi saatlerdir içinde tuttuğu tüm her şeyi ortalığa döküp saçarken sırtı kendisine dönük kızın da dökülüp saçıldığının farkında değildi. “Konuşmayacak mısın? Yine yokluk içinde yitip gidecek misin?” “Çakır, yapma…” “Ne yapmayayım Nağme?” dedi onun yanına gelerek omuzlarından tutup kendisine döndürdü. Kadının gözlerinden akıp giden yaşları gördüğünde şaşkınlığa uğradı. “Zorlama Çakır, ne benim gücüm yeter bunları konuşmaya ne de senin yüreğin yeter duyacaklarını hazmetmeye.” “Onca zaman ne yaşadın Nağme? Bu kadar dillendirmekten korktuğun gerçeğin, gerçeğimiz ne?” dedi diline hapsettiği bir acıyı söküp atarken kalbinin yıllardır çektiği sıkıntıyı serbest bırakmıştı. Genç kadının yüzünü gözyaşları istila ederken gülümsemeye çalıştı. “Kaderin ne olduğunu anlatamam dedi Şems ama ne olmadığını anlatabilirim… Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “Ne yapalım, kaderimiz böyle…” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisinne de hayat karşısında çaresizsin.(Şems-i Tebrizi) ”derin bir soluk bıraktı kadın kendisini Çakır’ın tutuşundan kurtardı. “Belki bir gün yaşadığım kaderi senin tabirinle gerçeğimizi sana anlatırım ama şimdi değil. Dediğim gibi ne ben anlatmaya ne de sen duyacaklarını hazmetmeye hazır değilsin.” Dedi ona tek bir kelime daha konuşmasına fırsat vermeden arkasını dönerek hızla içeriye yöneldi. Ardında kafası karışmış yüreği darma durman olmuş çaresizlikler içinde çırpınan bir adam bırakmıştı. |
0% |