@ugurluay
|
Meçhul bir gecede esrarlı anılar dillenmeye niyetlenmişken bir sır gibi mühürlemişti Nağme dilinden dökülecek her bir cümleyi. Bir süre daha gömülü kalsın istemişti en mahrem duygularının esrarengiz kuytularında. Gecenin ağır yükü yürekleri sarıp sarmalarken ruhları sarp kayalara çarparcasına eziyetli çetin bir yolculuğa sürüklemişti. Geçmişin hesaplarını düşünürken ne Nağme kafasını koyduğu yastıkta kendisini uykuya esir etmişti, ne de Çakır bulunduğu balkondan bir adım atarak içeriye geçmişti. Balkonda bulunan sandalyeye öylece çöküp kalmış sabaha kadar tüm hayatını sorgulamıştı. Nerede ne hata yapmıştı ki şu an burada bu konumdaydı? Sebebini bilmediği şeylerin kurbanı olduğunu hissediyor ve alamadığı cevaplar onun daha fazla acı çekmesine sebep oluyordu. Eğer bugün Nağme ortaya çıkmasaydı belki de içindeki şüphe ile ömrü tükenip gidecekti. Bu hikâye de eksik bir şeyler vardı ve Nağme’nin mühürlü dili çözülmedikçe kayıp yarım kalmışlıklarının sebebini öğrenemeyecekti. Zamanı var demişti Nağme? Ama o zamanın tam net süresini belirtmemişti. Onca yıl geçmiş ve hala gerçekleri öğrenmesi için yeterli vaktin gelmediğini dile getirmişti kadın. Daha ne kadar beklemesi gerekiyordu bilmiyordu ama bilinmezliklerin sebep olduğu acıları çekmeye tahammül etmek canını giderek sıkıyor sınırlarının zorlanmasına sebep oluyordu. Çakır saatler geçtikçe yorgunluğun esiri olmuş ve daha fazla dayanamayarak gözlerini uykuya teslim etmişti. Saatler sonra gözlerini ovuşturarak uyanan adam üzerinde bir battaniye olduğunu yeni fark etmişti. Üzerine üşümemesi için örtülen battaniyeyi eline alarak ayağa kalktı. Vücudu gecenin serinliğinden tutulmuş gibiydi. Gerinerek bulunduğu yerde bir nebze olsun kendine gelmek için çabaladı. İçinden bir ses bu battaniyeyi getirenin Nağme olduğunu söylese de dışındaki ses saçmalama diyerek onu azarlamıştı. Battaniyeyi kalktığı sandalyenin üzerine yerleştirerek içeriye yöneldi. Kapının eşiğinden adım attığı an odanın içinde yankılanan şen şakrak kahkahalar bir an kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Ne Nağme’den ne de Gökçe’den böyle bir performans beklemezken içeriye ellerinde tabaklarla giren kızları görmek kaşlarının şaşkınlıkla yukarıya doğru kalkmasına sebep oldu. Nağme’nin bakışları Çakır ile karşılaştığında yüzündeki gülümse solarken Gökçe “Uyandın mı sonunda? Biz de seni daha uyur diye tahmin ediyorduk. Kahvaltı hazırlığı bitince seni kaldıracaktık.” Dedi. “Kahvaltı?” dedi kızların elindeki tabaklara imalı bakışlar atarak. Gökçe elindeki tabakları masaya yerleştirirken Nağme’de ki anlık değişimi hissetmiş ama o an için görmezden gelmişti. “Evet kahvaltı Çakır, hani şu senin asla yapmadan evden çıkmadığın öğün.” “Sen iyi misin?” dedi endişeli bakışlarla ona bakarken yüreğinin sıkıştığını hissediyordu. Gökçe hiç de normal gözükmüyordu. “İyiyim, hem de hiç olmadığım kadar iyiyim.” Dedi istihzayla gülümseyerek. “Ben neden öyle olduğunu düşünmüyorum acaba?” derken kadının bakışları ve sözlerinin anlamsızlıklar içinde çatıştığını hisseden Çakır bir terslik olduğunun farkındaydı. “Pardon bölüyorum ama isterseniz kahvaltıya geçelim hem sizinle konuşmak istediğim daha doğrusu anlatmam gereken bir durum var.” Diyerek onların tartışmasını engel olmak isteyen Nağme elindeki tabakları masaya yerleştirdi. Gökçe ve Çakır bir an birbirlerine manidar bakışlar gönderdiler. Gökçe sandalyeye otururken Çakır “İyi bakalım öyle olsun. Nağme Hanım bugün neler yumurtlayacak acaba?” derken sesi bezgin çıkmıştı. “Çakır Bey bugün de formunuzdan bir şey kaybetmemişsiniz.” Derken adama meydan okuyordu. “Sayenizde Nağme Hanım, sayenizde.” Diyerek ağzındaki kelimeleri mırıldarcasına çıkardı. Nağme onun bu tavrını ve sözlerini görmezden gelerek her birinin masada onu pür dikkat dinlemesini bekledi. Tüm gözler ona döndüğünde derin bir nefes bırakarak konuşmasına başladı. Niyeti dün sadece Gökçe ile konuşmaktı Çakır’ın kalmak için diretmesi ve beklenmedik durumların yaşanması ile konuşmasını bu sabaha ertelemekzorunda kalmıştı. “Eee…” dedi Çakır sabırsızlıkla “Sizi dinliyoruz Nağme Hanım.” Derken ses tonundaki serzeniş ve dilinden dökülen kelimelerin altından yatan binlerce söylenmemiş iğneli cümle kızın ruhuna batmıştı. “Bakın araya yıllar girmiş olsa da ben bazı yönlerden değişmiş olsam da değişmeyen bazı şeyler var. Bilirsiniz yıllar önce de sevmezdim yalan dolanı şimdide sevmiyorum.” Çakır “Bilmez miyiz?” dedi homurdarcasına ellerini göğsünde birleştirerek geriye doğru yaslandı. Genç kızı göz hapsine alırken kaşlarını istemsizce öfkeyle çatmıştı. “Çakır.” Diyerek onu ikaz dolu bir tonda uyaran Gökçe “İzin ver de kız konuşsun.” Dediğinde “Tamam.” Diyerek keyifsizce ona onay verdi. “Gökçe ben Çakır’a aldırış etmeyi bırakalı yıllar oldu. O yüzden sen de sıkma canını. Her neyse dediğim gibi yalan dolandan nefret ederim. Her ne kadar yaşadığım bazı şeyler nefret ettiklerim ile beni karşılaştırsa da bu benim için değişmez bir kural oldu. Gökçe…” dedi yanı başında oturan arkadaşının elinden tutarak “Sana şimdi söyleyeceklerimin seni üzmesini istemiyorum. Sen benim için gerçekten çok değerlisin. Bunları sonradan öğrenip kırılmanı yanlış anlamanı kesinlikle istemiyorum. Ben normalde buraya döndüğümde hiçbirinizi aramayacaktım. Hiçbiriniz ile iletişime geçmeyecektim. Ta ki…” dedi bakışlarını kaçırarak. Bir an kararsızlık yaşadı. Söylemek zor söylememek imkansızdı onun için. “Ta ki…” diyerek onu tekrar etti. Öne doğru eğilen adam dirseklerini masaya dayadı ve gözlerini kısarak bu cümlelerin ardından gelecekleri deli gibi merak etmeye başladı. “Ta ki dün Efe beni arayana kadar.” Dedi tek bir solukta. Efe ismini duyar duymaz refleks olarak elini arkadaşının elleri arasından çekti. “Nasıl?” dedi şaşkınlığı yükselişe geçerken. “Bakın.” Diyerek elleriyle yüzünü ovaladı. “Ben yıllar önce buradan gittiğimde sadece Efe ile görüştüm. Onun yaşadıklarını nasıl bir tek ben biliyorsam benim ne yaşadığımı da bir tek o biliyor. Biliyorsunuz Efe benim uzaktan akrabam ben geçmişimden sadece onunla görüştüm yıllarca. Sonra benim hayatımda işler karışınca onunla da bir süre görüşemedik. Tabi o beni uzun zaman sonra buldu. Bana destek oldu. Nasıl ki sen…” dedi Çakır’a bakarken “Gökçe’ye bir abi oldun o da bana bir abi oldu. Yani işin özü benim seni aramam, sizin telefon numaralarınızı bulmam hepsi Efe sayesindeydi. Gitmeden bana olanları anlattı. Benim yanımda daha iyi olacağını söyledi. Ben o söylemeseydide olanları öğrendikten sonra seni arardım. Aradım da… Gökçe, bunları sonradan öğrenip hayal kırıklığına uğramanı istemiyorum. Efe benim uzaktan akrabam olabilir ama gittiğinden bu yana onunla bir daha görüşmedim. Seninle ilgili hiçbir şey bir daha konuşmadım. Zaten kendisi de aramayacağını, önemli bir durum olursa bana ulaşırsın diyerek görüşmemizi sonlandırdık. Bak sana dün gece aşağıdaki mekânın hikayesini anlattım. Ben bu hayalimi tek başına gerçekleştirmek istemiyorum. Sana dün de dediğim gibi bu mekân ikimizin de yaralarını sarsın istiyorum. Benimle var mısın? Yeniden hayata dönmeye, kaldığımız yerden eskisinden daha da iyi olmaya var mısın?”dedi gözleri ışıl ışıl parlarken umutla arkadaşına bakıyordu. Gökçe duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Efe gitmeden yine yapmıştı yapacağını. Gözleri boşluğa dalıp giderken dilinden tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Çakır duydukları karşısında artık sabır çizgilerini aşmıştı. Elini masaya sertçe vurarak birden yerinden fırladı. “Yeter artık Nağme, oyun bitti. Dün gece onca nutuk attın şimdi ise Efe yüzünden bize ulaştığını söylüyorsun. Senin amacın ne?” dedi kızı keskin gözlerle süzerken onun yüzüne sertçe baktı. Öfkesi öyle bir yükselişe geçmişti ki kendisini dizginlenmekte güçlük çekiyordu. Onun bu ani çıkışı Nağme’nin de dur durak bilmeden sesinin yükselmesine sebep olmuştu. “Benim ne amacım olabilir Çakır? Neyi kastediyorsun sen?” “Senin derdin Efe’ye sürekli Gökçe’den haber iletmek değil mi? Şimdi de utanmadan çöpçatanlığa mı başladın.” Dediği an ortamda etin ete değen sert bir tınısı yankılandı. Nağme’nin eli Çakır’ın suratına indiğinde ortamda sinir bozucu bir sessizlik oluştu. Nağme gözleri yaşlı bir halde adamın suratına baktı. “Bak ,bana bak.” Diye öfke ile soludu. Çakır bakışlarını kıza döndürdüğünde gördükleri karşısında az önce söylediği her bir kelime için bin pişman olmuştu. “Benim ben, Nağme, yıllar önce senin için ölüyorum dediğin kadınım. Şimdi karşıma geçmiş asla yapmayacağım bir şey için beni önyargılarınla infaz ediyorsun. Sırf zamanında yanlış seçimler yaptım diye utanmadan beni suçluyorsun. Ben bu kızı senin koruma kollamalarına kurban etmeyeceğim. Ne sen, ne de Ferit şerefsizi… Siz bir kadına gerçekten nasıl davranmanız gerektiğini bilmiyorsunuz. Korkarım ki asla da öğrenmeyeceksiniz. Gökçe’nin , benim ya da başka bir kadının sizin gibi erkeklere ihtiyacı yok. Onlar sizsiz daha güçlü. Şimdi defol git evimden.” Dedi eliyle çıkması için kapıyı adama gösterdi. Çakır’ın yediği tokat aklını başına getirse de evden kovulmak ağrına gitmişti. Kıza tek bir şey demedi. Bakışlarını Gökçe’ye döndürüp “Seni aşağıda bekliyorum Gökçe, burada da Nağme ile de işin bitti artık.” Dedi. Hırsla kapıya yöneldiği sırada arkasından gelen “Ben gelmiyorum Çakır.” Sesi ile bir anda olduğu yerde dona kaldı. Derin bir soluk bıraktı, söylenen cümleyi duymazdan geldi. “Seni aşağıda bekliyorum.” Diyerek zehir gibi tısladı. Gökçe onun bu tavrına giderek sinirleniyordu. Bütün kelimelerin üzerine tek tek bastırarak “Ben gelmiyorum. Burada Nağme ile kalıyorum.” Dedi. Çakır dün geceden bu yana iyiden iyiye kendine kaybetme sınırlarında dolaşıyordu. Bu iki kadın ona kafayı yedirecekti sonunda o olacaktı. “Gelmiyorsun öyle mi?” dedi ona dönerek. “Gelmiyorum.” Diyerek onu onayladı. Nağme’nin yanına gitti ve ona destek verircesine omzunaşefkatle dokundu. Çakır’ın gördüğü bu hareket iplerin koptuğu andı. “İyi…” dedi öfkeyle soluyarak “Ne haliniz varsa görün.” Diyerek hırsla çıktı ve kapıyı ardından sertçe kapattı. Çarpan kapının sesi ile bulundukları yerde ürkerek zıplayan iki arkadaş acı ve keder dolu bakışlarla onun gidişini izlediler. Sabah başladıkları keyifli kahvaltı hiç beklenmedik bir sona gebe kalmış ve sonunda olanlar olmuştu. Bakalım onları artık nasıl bir hayat bekliyordu? |
0% |