@ugurluay
|
“Zamanın kalbi…” Sessizlik içinde yenilmeye çalışılan yemeklerin ardından herkes alev alev yanan ateşin etrafında yerini almıştı. Çakır, Nasuh Babanın evine gelenleri görse de hiçbir tepki vermemişti. Onun bu hali Nasuh Baba dışında herkesi tedirgin etmişti. Ellerine aldıkları çaylar ile konuşmaktan çekinen dudaklarına eşlik eden kaçacak yer arayan gözleri ortalarda dolanıyordu. Nasuh Baba hiç kimsenin konuşmayacağını anladığı an ellerini kucağında birleştirip geriye doğru yaslandı. “Eee gençler hepinizi bir arada böyle görmeyeli yıllar oldu. Her biriniz farklı zaman dilimlerinde kapıma geldiniz ama bu şekilde bir araya gelmeyeli uzun zaman oldu.” Dedi. Herkes kaşları çatılı halde bir anda bakışlarını birbiri üzerine gezdirdi. “Nasıl yani baba?” dedi Gökçe, “Herkes sana ara ara geldi ve sen bize söylemedin öyle mi?” “Söylememi gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyorum Gökçe?” dedi büyük bir rahatlıkla. Efe “Ama baba biz senin diğerleriyle görüştüğünü bilmeden…” dedi rahatsız olduğunu dile getirmeye çalışsa da cümlenin devamını getirmedi. Onun yerine bu görevi üstlenen adam genç adamın yarım bıraktığı cümleyi tamamladı. “Diğerleriyle görüştüğümü bilmeden anlattınız değil mi? Yaralarınızı… Ama Efe benim diğerlerime görüştüğümü bilseydin kapıma Gökçe’nin evlendiği gün gelir miydin?” “Gelmezdim Baba.” Dedi başını öne eğerek. “Peki ya sen Nağme, Ömer’den kaçtıktan sonra bu şehre geri döndüğünde çalar mıydın kapımı?” “Çalmazdım baba.”dedi itiraf edercesine. “Peki sen Gökçe, Ferit’in seni yıllarca aldattığını öğrendiğinde sığınmadın mı bu kapıya?” “Sığındım baba.” “Gelelim sana Çakır Efendi, diline mühür vursan da bu gece o mühür kırılacak. Ne kalbinde ne de yüreğinde taşıyacak yükün kalmayacak. Bu zamana kadar defalarca geldin kapıma, dostumu kaybettim dedin Efe’yi anlattın, sevdamı yitirdim dedin Nağme’yi anlattın, kardeşimi kaybettim dedin Gökçe’yi anlattın.” “Yapma baba sakın.” Dedi bir anda dilinden kelimeler arka arkaya dökülürken canı alevlerin içinde korku ile yanmaya başladı. “Bunu yapma.” Dedi yalvarırcasına. Nasuh Baba ellerini kucağında serbest bıraktı bir bir gençlerin üzerinde gözlerini dolaştırdı. “Siz beni bu zamana kadar hiç mi anlamadınız çocuklar? Her birinizle ayrı ayrı defalarca konuştum ben. Boşuna mıydı tüm sözlerim. Size hayata karşı sorumluluk alın dedim. O yükleri omuzlayın ama gücünüzün yettiği kadarını asla daha fazlasını değil. Altında ezilecek kadar yük taşımak size, karakterinize, hayatınıza yazık eder. Bu yüzden artık sır yok, yalan yok, yanlış anlamalarla atılan adımlar yok anladınız mı beni? Ya adam gibi kendiniz anlatın ya da ben bir bir bildiğim her şeyi anlatırım ki bu hiç hoş olmaz.” “Ne istiyorsun bizden baba? Ne için topladın hepimizi buraya?” Diyerek sesini yükselten Çakır bir anda ayağa bir hışımla fırladı. Adam istifini bozmadan karşısında öfke patlaması yaşayan sabırsız genç adamı gözleriyle takip etti. “Gerçekleri istiyorum evlat, sadece taşıyamadığınız, elinize yüzünüze bulaştırdığınız gerçekleri.” “Gerçek merçek yok.” Dedi elinde tuttuğu bardağı sertçe önündeki masaya bırakarak “Görmem gereken bir hesap varken ben niye hala buradaysam ki zaten.” Dedi ve oradaki herkesin ayağa kalkıp onu durdurmaya çalışmasına aldırış etmeden gitmek için adım atmıştı ki Nasuh Babanın bahçede gürleyen sesi onun bir adım daha atmasını engelledi. “Kime hesap soracaksın sen? Annesi ve babası tarafından şehir dışına çıkarılan Gaye’ye mi? Nağme’ye hayatı zehir eden adamlarım tarafından bir depoda tutulan Ömer’e mi?” Bahçede yankılanan bu cümleler herkesi çivi gibi yerine çakmıştı. Anlamaz gözlerle birbirine bakan gençler şaşkınlıkla her şeyi bilen ve önlem alan adama baktılar. Yüzünde ne hissettiği, ne düşündüğü anlaşılmayan Nasuh Baba ayağa kalkarak doğruldu. Emin adımlarla gençlerin yanına geldi. Bakışlarını Çakır’a tekrar dikti. “Şimdi söyle bana kimden hesap soracaksın? Şu an nereye gidersen git ulaşamaya gücünün yetemeyeceği, elinin uzanamayacağı insanlardan mı?” “Bunu yapmış olamazsın? Nerede onlar? Yerlerini söyle bana.” Dedi dişlerinin arasından öfke ile tıslarken iki yanında tuttuğu yumruklarını sıkıyordu. “İki gündür buradasın, iki gündür sessizce tek bir kelime dahi etmeden oturuyorsun, ama sen hala akıllanmamışsın. Sabretmeyi bilmediğin sürece sana hiç kimseyi vermem. Duydun mu beni evlat? Hiç kimseyi. Şimdi karar verin ya bu gece her sır düğümünüz çözülecek ya da bir daha bu kapı ne halde olursanız olun size açılmayacak.” Dedi ciddi tehditkâr bir tonda çıkmıştı sesi. Ayakta kararsız kalan gençlere rağmen Nasuh Baba az önce kalktığı yere geriye oturdu. Arkasına yaslandı çayından bir yudum aldı. Artık ayakta ne yapacaklarını bilmez halde kıpırdanan gençlere bakmıyordu. İlk önce Gökçe kabullenerek yerine oturdu. Ardından Efe takip etti onu. Nağme az önce Gaye ve Ömer ile ilgili sorunun anlamlandıramadığı bir şekilde kısa süreli de olsa çözülmüş olmasının rahatlığıyla derin bir nefes alırken bakışlarını Çakır’a çevirdi. Gözlerinden akmaya hazırlanan kedere rağmen yüreğinde umut tomurcukları açmıştı. Bakışları Çakır’ın öfkeli bakışlarını bulurken genç kızın gözlerinde umut güneşi doğmuş ve ışık saçıyordu. Çakır’a hiç beklemediği bir anda elini tutması için ona doğru uzattı. Çakır kaşlarını çatarak ona ne yaptığının farkında mısın bakışını attı. Nağme dudaklarında yaydığı tebessümle başını olumlu yönde sallarken Çakır’ın içinde de sararıp solan sevdanın yeniden yeşermeye başladığını hissetti. Genç kızın elinden tutarak onu kendisine doğru çekti. Kokusunu derince içine çekerken kelimelere ihtiyaçları olmadığını şimdi daha iyi anlıyorlardı. Başına sevdasını hissettiren gerçek bir buse konduran adam bu dokunuş ve yakınlıktan büyük bir güç aldı. Az önceki vazgeçmişlik, umursamazlık, kaybedecek bir şeyim yok tavırları silinip gitmişti. Artık kaybedecek çok şeyi vardı. Nasuh Baba hiç kimseye bakmasa da çevresinde olup biten her şeyin farkındaydı. Onların yakınlığından mutluluk duyarak anlayışlı bir gülüşü yerleştirdi dudaklarına. Çakır ve Nağme el ele bahçe de ki koltuklara yerleşirken herkesin gözleri Nasuh Babaya kaydı. Efe’nin bakışları ise Gökçe’de takılı kalmıştı. Kim bilir? Dedi içten içe Kim bilir belki bir gün bizde? Dese de aklında cereyan etmeye başlayan düşünceleri silmek adına hemen kendisini toparladı ve o da bakışlarını ihtiyar adama döndürdü. “ Eee baba nereden başlıyoruz o zaman?” dedi artık bir an önce bu gecenin bitmesini istiyordu. Çünkü Gökçe’nin etrafında oldukça düşüncelerine, bakışlarına, kalbine hâkim olmakta güçlük çekiyordu. “Başlayalım evlat, her zaman ki gibi öncelikle anlatacaklarım var size. Malum özlemişsinizdir kıssadan hisseleri.” Dedi. Herkesin yüzündeki gerginlik bir nebze olsun silinmişti. Biraz rahatlamaya ve yıllar sonra bu şekilde bir arada olmaya alışmaları ve konuşacaklarını zihinde toparlayıp cesurca anlatabilmeleri için zamana ihtiyaçları vardı. Ve bu zamanı Nasuh Babaları onlara tanıyacaktı. “İnsanoğlu ömrü hayatı boyunca imtihanlar içinde yaşar. İmtihan bir anlamda belaya maruz bırakılmaktır. Maksat doğru cevabı bulmasını sağlamaktır. Doğru cevabı bilmediği sürece verdiği yanıtın hiçbir hükmü yoktur. Yani fani dünyada o imtihan senin için başarısızlıkla sonuçlanırsa sınavdan kalırsın. İmtihanın yolu beladan geçer. Bu bela para, pul, mevki, hastalık, zenginlik, fakirlik, varlık, yokluk, aşk, ayrılık, sevda, evlat, aile, dost, arkadaş gibi birçok şeyden gelir. Sabır makamı peygamberi Hz. Eyyüb’ün (a.s.) hayatı ise ağır imtihanlarla geçmiş. Hayatının ilk yıllarında mal, mülk, evlat olarak bolluk yaşan peygamber hayatının ortalarına doğru bolluğunu yaşadığı birçok şey ile imtihana tabi tutulmuş. Mallarını, evlatlarını, zenginlik içinde yaşadığı her şeyi kaybetmiş. Bu süreçte asla Allah’a isyan etmemiş, onu bu yola sevk etmeye çalışan iblisi ise kahretmiştir. Peygamberlik görevlerinden bir an olsun vazgeçmeyen, verenin de alanında Allah olduğunu bilmiştir. Derken bedeninde meydana gelen hastalık tüm vücudunu sarmıştır. Vücudunda kurtlar barınmaya başlamış ve etrafında karısı Rahime Hatun dışında kimse kalmamıştır. Bu süreçte tüm hastalığına rağmen ibadetinden vazgeçmemiş, Allah’a tutulduğu imtihan ,çektiği acılar ve ıstıraplara rağmen asla isyan etmemiştir. Hastalık kalbi ve diline bulaştığı zaman dua edememekten korktuğu vakit Allah’tan şifa dilemiştir. Ardından emrolduğu gibi ayağını yere vurması ile sıcak ve soğuk olmak üzere yerden iki pınar çıkmıştır. Sıcak su bedeninin dışındaki hastalığı giderirken , soğuk su ile içindeki hastalıklar şifa bulmuştur. Ardından mükafat olarak malı, mülkü , zengin hayatı geri verilmiş, yeniden evlatları olmuştur Hz. Eyyüb’ün (a.s.) imtihanının cevabı sabırmış. Kuran-ı Kerim’de “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şey ile yükümlü kılmaz; lehine olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır.(Bakara 286)” yazmaktadır. Atalarımız da zaten boşuna dememiş sabırla helva koruk olur, dut yaprağı atlastan kumaşa döner. Tırtılın yolun sonu dediğine usta kelebek dermiş. Peki siz bu geceden sonra tırtıl mı olacaksınız? Yoksa usta mı? Buna da siz karar vereceksiniz.” |
0% |