Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@ugurluay

“Kalubelada ömre yazılan sevdalar…”

Nasuh Baba’nın dilinden dökülen her bir cümle orada bulunan herkesin kalplerini muhatap almıştı. Hüzün yoklamıştı yüreklerini. Nasuh Baba heybetli oturuşunu dikleştirdi. Yeterli zamanı vermiş olmanın gönül rahatlığı ile sır düğümlerinin bir bir çözümlemenin zamanının geldiğinin farkındaydı.

“Çok şey yaşadınız, geride acı anılar, hatıralar bıraktınız. Ama artık bazı şeyleri unutma zamanı. Atlatamadığınız, gerçek anlamda geride bırakamadığınız şeyler var. İnsan, nisyan ile maluldür derler, yani insan unutur. Unutamam dediğiniz şeyleri gün gelecek hatırlamayacaksınız bile. Bu yüzden zihninizdeki geçmişte takılı kaldığınız her şeyi bugün burada konuşacağız ve yarın herkes artık önüne bakacak. Geriye bakmaktan bügününüzü yaşayamıyorsunuz, yarın için hayal kuramıyorsunuz. Bazı şeyler yaşanır, engel olamazsınız, çünkü insansınız ve tecrübe edinmeniz nasihat ile değil yaşama ile olur. Yaşadıklarınızdan ders çıkarıp artık gününüzü yaşamalısınız. Şimdi ben mi sorayım yoksa siz mi konuşmaya başlarsınız. Geride bırakamadığınız içinde debelenip durduğunuz tüm sırlarınızı şu ortada yanan ateşe anlatın. Anlatın ki sözleriniz alevler ile birlikte ardından küle dönsün.” Dedi. Ortamın sessizliğini bozmaya cesaret edemeyen gençler Nasuh Babanın bakışlarına maruz kaldığında artık kaçacak yeri olmadığını anlayan yıllardır içinde biriktirdiği her şeyi muhatabı da buradayken anlatmak istedi. İlk konuşmak isteyen Efe oldu.

“ Aşkı bilmeyen, üstüne dalga geçenlerden biriydim ben. Hatta Nağme lise yıllarımızda birçok kızla aramı yapmaya bile çalışmıştı. Ama olmadı. Benim ruhumun aradığı o eşsiz tınıyı bulamamıştım. Gözlerim bir kıza baktığında onu sadece insan olarak arkadaş olarak görüyordum. Ta ki üniversite de onu görene kadar. Nağme’nin en yakın arkadaşı Gökçe… Bilmeliydim, bana baktığı o an, bakışlarının yüzüme değdiği o eşsiz an alnıma kader diye nakış gibi yazıldığını, işte ben aslında o an anlamalıydım. Sevdası yüreğime ağır, bakışları kaderime tuzaktı. Dünya benim için o an dönmeyi bıraktı. İnsan kalbinin nefes aldığını, gerçek anlamda nefes aldığını âşık olduğunda hissediyormuş. İşte ben Gökçe’ye o ilk anda âşık olmuştum. Yüzündeki her bir tebessüm huzmesi dünyama ışıklar saçarak aydınlatmaya yetiyordu. Bunları konuşmak benim için çok zor.” Dedi nefes alıp vermesindeki zorluğu orada bulunan herkes fark etmişti ama Efe’yi bölmeye de cesaret edemiyorlardı.

“Ben çok âşık oldum, çok saçmaladım, bu süreçte çok üzdüm, çok üzüldüm. Ama asla bilerek üzmedim. İnsan âşık olduğu kızın ağzından başkasına olan aşkını dinleyince biraz şirazesi bozuluyor tabi. Onu bir gölge gibi takip eder olmuştum. Attığı adımı, aldığı nefesi, her şeyi takip altındaydım. Ona giden tüm yolları ezberlemiş olsam da onun farklı yöne giden aklına engel olamamak ve beni görmemesi çıldırtıyordu beni. Ben de onun ağzından nefret ettiğim adamın adını duydukça öfkelendim, öfkelendikçe hırçınlaşıp hata üstüne hata yaptım. Belki o zamanlar biraz daha sağduyulu davranabilseydim Gökçe’nin bir şeyleri daha erken fark etmesini sağlayabilirdim. Ama en büyük hatam usta olmayı değil tırtıl olmayı seçmek olmuş Nasuh Baba. Ben aşkımın sabır imtihanından kaldım ve sonsuza kadar seveceğim tek kadını kaybettim. Ne kadar yalvarsam da düğün günü onu kararından vazgeçiremedim. Ne çok isterdim onun elinden tutup oradan götürebilmeyi. Ama yapamadım. Gücüm de sevgim de yetmedi. Gökçe benim gözlerimin içine bakarak o adama evet dedi ve ben o gün öldüm. Nefes alıyorum, bir şekilde yaşıyorum ama artık sadece öleceğim günü bekliyorum. Benim sırrım yaşayan ölü olmam Nasuh Baba, sadece yaşayan bir ölü…” dedi bakışlarını kaçırırken bir an Gökçe ile göz göze geldi.

Kızın gözlerindeki acıyı, pişmanlığı, ıstırabı yüreğinden hissetmişti. Gözlerinden bir damla yaş yanağından süzülüp gitmiş hızla yanağından silmişti. Efe o an ne çok isterdi Ağlama artık demeyi, yıllar önce ölmüş biri için ağlama demeyi ne de çok isterdi. Ama diyemedi, diyemezdi, çünkü onu gerçekten kaybettiğine olan inancı kalbine mühür vurmasını sağlamıştı. Onu sevdiği kadın yapamamış ama iyi bir arkadaş olarak yanında nefes almaya niyetlenmişti. Bunu da kaybetmemek adına sustu ve takılı kaldığı gözlerden bakışlarını kaçırdı.

“Sen ölmemişsin evlat, sen kendini kaçarak ıssız sessizliklere mahkûm etmek istemişsin. Niyetin sadece diğer insanların zihninden ve hayatından kaybolmakmış. Seçtiğin yol kendine ihanetten başka bir şey değil.” Efe’nin cevap verecek gücünün kalmadığını hisseden adam bakışlarını Nağme’ye döndürdü.

“Peki, sen Nağme kızım, sen sırtına aldığın hangi yüklerle hayat yolculuğunda hamallık yapmaya heveslendin.” Dedi. Nağme adamın neyi kastettiğini çok iyi anladı.

“Baba benim hikâyemi biliyorsunuz zaten ne anlatayım ben şimdi?” diyerek kıvırmaya çalışsa da Nasuh Babanın “Nağme!” diyen azarlayan ses tonu onun seslice yutkunmasına sebep oldu. El ele oturduğu adamın gözlerine bakışlarını döndürdüğünde Çakır’ın Anlat diyen bakışı ve onaylarcasına kafasını aşağıya yukarıya sallaması onun cesaretlenmesini sağladı. Şimdi anlattıklarından sonra Gökçe bir daha yüzüne bakar mıydı? Bilmiyordu ama artık sırtındaki yüklerden kurtulmak istiyordu.

Bakışlarını Gökçe’ye çevirdi. “Az sonra anlatacaklarımdan sonra bana kırılmanı istemiyorum Gökçe? Ben sadece daha fazla üzülme diye ufacık, pembecik yalanlara birazcık başvurmuş olabilirim.”

“Ne demeye çalışıyorsun sen Nağme?”

“Yani bak sonuna kadar dinle ve sakın kalkıp gitmeye falan çalışma tamam mı?”

“Hiç hoşuma gitmeyen şeyler anlatacaksın değil mi?” dedi. Az önce Efe’nin cümleleri darma duman etmişken şimdide Nağme’nin sözleri huzursuz etmişti onu.

“Anlat Nağme bu gece canım çok yanacak hissediyorum zaten. Tek seferde anlat da bitsin şu iş.” Dedi itiraf edercesine.

“Tamam.” Dedi bir eliyle alnını ovuşturdu. Kalbi çok hızlı atıyordu. Çakır kızın elindeki tutuşu sıkılaştırıp güven vermek istedi. Cesareti yerine gelen kız sonunda konuşmaya başladı.

“Ben sana yalan söyledim Gökçe. Bu durumu nasıl anlatsam bilmiyorum? Ben Ömer’i hiç sevmedim. Onunla severek ve isteyerek kaçmadım. Ben şu hayatımda Çakır’dan başka hiç kimseyi sevmedim. –“ dedi bakışları adamı buldu.

“Ne saçmalıyorsun sen Nağme? Bana anlattığın o hikâye neydi o zaman? Ne için böyle bir şey yaptın? Madem sevmiyordun, âşık değildin neydi o halleriniz? Siz sevgili gibiydiniz. Sonra da bir anda gittin ve yok oldun. Söyler misin bana? Anlattığın hangi hikâye doğru senin?” dedi öfke saçlarını havalandırıp yerinden kalktı. Volta atmaya derin derin nefesler alıp vermeye çalıştı.

“Sakin ol kızım.” Dedi Nasuh Baba az sonra öğreneceklerinin onu derinden sarsacağını biliyordu.

“Mecburdum Gökçe? Gitmek zorundaydım.”

“Neye mecburdun? Neden mecburdun Nağme?”

Nağme onun haksız öfkesine, yargısız infazına sinirlenmeye başlamıştı. Birden o da ayağa fırlayıp onun dibine kadar geldi. Gözlerinin içine baktı ve arka arkaya acımasıza cümlelerini sıraladı.

“Çünkü senin kişiliksiz kardeşin Gaye bana lisede saplantılı derecede âşık olan adamı üniversitede bulup başıma bela etti. Sırf Çakır ile tekrar olabilmek için benimle olma ihtimalini ortadan kaldırmak için beni yok etmeyi seçti. Çünkü doğum gününde tüm sevdiklerimin bulunduğu anda, Ömer’in Gaye ile işbirliği içinde evinize bomba yerleştirmişti. Ben onunla o gün gitmeseydim şu an hiçbiriniz yaşamıyordunuz anladın mı beni? Ben sırf siz yaşayın diye ölümlerden döndüm, trafik kazası geçirdim, aylarca tedavi gördüm. Sırf siz hayatınızı yaşayın diye ben kendimden vazgeçtim. Doğru sana bambaşka hikâye anlattım. Çünkü o kadar acının ardından bir de kardeşinin kalleşliğini öğrenip üzülme dedim. Al sana sırrım Gökçe. Çakır da yaşadıklarımı yeni öğrendiği için sizin evi o yüzden basmaya gitmişti. Ama Nasuh Baba yaşanacak bir rezilliği önlemiş. Kişiliksiz kardeşini kurtarmış. Anladın mı neden mecbur kaldığımı?” dedi.

“Se-sen…” dedi kekeleyerek eli kalbine gitti. “Ne dediğinin farkında mısın?” dedi sesi bıçak gibi boğazını her bir kelimede kesip atıyordu.

“İster inan ister inanma Gökçe, benim sırrım, gerçeğim buydu. Ben ona asla âşık değildim. Siz beni ne kadar az tanımışsınız ki gözlerimdeki çaresizliği bile göremediniz. Siz sadece görmek istediğinizi gördünüz.”

“Be-ben…” Dedi donuklaşan bakışlarla eliyle alnını ovuşturdu. “Kendimi iyi...” Dedi ve cümlesini tamamlayamadan gözleri karardı. Nağme arkadaşındaki tuhaflığı hissettiği an “Gökçe...” diyerek haykırdı ve yere düşmek üzereyken onu kucakladı.

Efe, Çakır, Nasuh Baba da hızla yanlarına geldi. Çakır kardeşini büyük bir korkuyla kucaklayarak koltukların üzerine yatırırken deliye dönmek üzereydi.

Yüzüne usulca dokunuşlarla sarsmaya çalışıp “Gökçe, ne olur kendine gel, yalvarırım kendine gel.” Diyordu. Nağme yaşanan bu yüzleşmeye onun yüreğinin dayanmayacağını anlamamıştı. Elini ağzına kapatıp kendisine suçlayarak hıçkırıklara boğulmuştu.

Nasuh Baba “Efe koş git içeride dolapta kolonya var alıp getir. Çakır sende açıl biraz kız nefes alsın.” Dedi. Onları biraz genç kızın yanından uzaklaştırıp nabzını falan kontrol etti. Efe koşarak getirdiği kolonya ile bileklerini ovuşturup onun kendine gelmesi için deli gibi dualar ediyordu. Bu gece onun bu hale gelebileceğini hiç düşünememişti. Nağme’nin konuşması ile bu hale gelmiş ise Çakır konuştuğunda ne olacaktı? Çok korkuyordu.

***

“Uyanmadı mı hala?” dedi odadan içeriye giren Nasuh Baba.

Efe, asabı bozuk bir şekilde “Hayır hala gözlerini açmadı.” Dedi. Sesindeki sert tınıyı hisseden ihtiyar adam nüktedan bir gülümseme ile ona baktı.

“Niye öyle bakıyorsun baba? Bu yüzleşmenin olması illa şart mıydı? Bu kadarını öğrenmek ile ne hale geldiğini görmüyor musun? Daha fazlasını kaldıramaz. Artık hiçbir gerçek onun yanında yüksek sesle dile getirilmeyecek.”

“Buna kim karar verdi Efe?”

“Ben karar verdim baba.”

“Sen kimsin Efe? Sen onun neyisin? Ne hakla böyle bir şeye karar verebilirsin?”

“Baba! Yapma, bunu bana yapma.”

“Asıl sen yapma Efe, üslubunu ölç tart ona göre davran ve konuş. Karşıma geçip ahkâm kesmeye kalkarsan aynı hızla seni de yere çekmesini bilirim. Şu zamana kadar adam gibi konuşmayı becerebilseydiniz bu kadar sert yüzleşmeleri yaşamak zorunda kalmazdınız. Ne zaman, ne de mekân ayarlayabiliyorsunuz. Dünya bir sizin acınızın etrafında dönüyor zannediyorsunuz. Sizden başka sizin dışınızda dışarıda akıp giden hayat var. Onu da kendini de bir fanusun içine kapatıp yaşayamazsın. Sen istesen de istemesen de bu yüzleşmeler yapılmadan biriniz bile şu çiftliğin kapısından adım atamazsınız. O yüzden kes sesini edebinle Gökçe’nin uyanmasını bekle.” Dedi sırtına adama dönüp gitmek üzereyken Efe acı dolu sesi ile “Korkuyorum baba, çok korkuyorum. Yine onu kaybetmekten, acı çektiğine sürekli şahit olmaktan, ona nefes olamamaktan çok korkuyorum. Ben ne kadar uzak durmaya çalışsam da ben onsuz ölüyorum, ben ondan yıllar geçmesine rağmen vazgeçemiyorum.”

“Vazgeçmiş olsan yaşadığın sevda olmazdı. Vazgeçmiş olsan ruhun Gökçe diye haykırmazdı. Korkma evlat, senin için yazılmışsa eğer ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar zaman geçerse geçsin, mesafeler girse de aranıza döner dolaşır yine birbirinizi bulur, birbirinizin olursunuz. O yüzden bazı şeyleri oluruna bırakmayı öğren, zorlamadan, yormadan, kırmadan. Şimdi biraz olsun sakinleştiysen ben bir de Nağme ile Çakır’a bakayım. O kızcağız da olanlardan kendini suçlayıp duruyor, sakinleştiyse onları da alıp geleceğim.” Dedi.

Efe onaylarcasına sessizce başını aşağıya yukarıya salladı. Nasuh Baba, Çakır ve Nağme’nin yanına bahçeye yol alırken Efe titrek adımlarla kanepede uzanmış öylece baygın yatan kıza bakıyordu. Dokunmaya kıyamadığı, bakmaya doyamadığı, yüzünün her bir zerresini ezbere bildiği kızı izliyordu. Onu uyandırmadan başucuna yere çöktü. Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.

“Ah be gönlümün güzeli, kalbimin yâri, ruhumun eşi… Tam buldum geri kazandım derken yine mi avuçlarımın içinden kayıp gideceksin. Tam her şey düzeliyor derken fersah fersah benden, bizden yine mi uzaklaşacaksın?” Dedi eli kadının saçlarının üzerine doğru giderken Gökçe huzursuzca yattığı yerde kıpırdandı. Parmak uçlarına saçlarının teline bile değmeden tedirgince elini geriye çekti.

“Uykuda bile saçının teline dokunmama izin vermiyorsun, öyle olsun be yüreğimin güzel yâri, öyle olsun, canın sağ olsun.” Dedi gözünden bir damla süzülürken Gökçe kıpırdanmaya devam etti. Yağından akıp giden acının izini hızla sildi.

Gözlerini ovuşturmaya başlayan kızın yerinde doğrulmaya çalışmasıyla süratle ayağa kalktı. Gökçe başucunda Efe’yi gördüğünde afallasa da bozuntuya vermemeye çalışarak “Efe!” dedi. “Bana ne oldu? Niye buradayım.” Diyerek yaşadıklarının gerçekliğine idrak etmeye çalışıyordu.

Efe yüzünü ovuşturarak “Öğrendiklerinden sonra biraz sarsıldın Gökçe, baygınlık geçirdin. Bizde seni salona taşıdık. Nağme kendisini suçlu hissettiği için Çakır onu sakinleştirmeye çalışıyor. Nasuh Baba da şimdi onların yanında.” Dediği an Gökçe heyecanla ayağa kalktı. Ani kalkışı başının dönmesine ve dengesini kaybetmesine sebep olurken düşmek üzereyken onu belinden yakalayan Efe endişe ile kendisine doğru çekti.

“Sen ne yapıyorsun Gökçe?” dediği an kızın elleri adamın göğsüne çarptı. Efe’nin elleri kızın beline dolanmışken nefesini çok yakınında hissediyordu. Bu yakınlık, bu sıcaklık ikisinde de şaşkınlığa ve utanmalarına sebep olmuştu. Bir an ikisi de ne diyeceklerini bilemezken, yüzünü ateş basan ve kızaran kadın bu yakınlıktan kurtulmak için adamı geriye doğru ittirerek onun uzaklaşmasını sağladı. Efe onun bu tepkisine içten içe sinirlense de bu konuyu uzatmamak için “Sen baygınlık geçirince doktor çağırdık, o da senin dinlenmeni ve kendini yormamanı söyledi. O yüzden ani hareket etmezsen iyi olur.”

“Tamam, ben şey seni ittirdiğim için kusura bakma, bir anda öyle olunca…”

“Tamam, Gökçe hiçbir hareketin ya da sözün için bana açıklama yapmak zorunda değilsin. Şimdi kendini iyi hissediyorsun eğer Nasuh Babaların yanına gidelim. Nağme de Çakır’da senin için çok endişelendiler. Beni kendinden uzaklaştıracak kadar güçlendiysen dışarıya da çıkman için bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum.” Dedi keskin ve ima dolu bir tavırla.

Efe’nin bu haksız tepkisine sinirlenen Gökçe ona cevap verme gereği bile duymadan hızla odadan çıkarak adamı beklemeden bahçeye doğru yöneldi. Efe daha yeni uyarı da bulunduğu halde bu şekilde ani hareketler etmesine “Kime diyorum ben Allah aşkına? Yavaş olsana Gökçe?” diyerek arkasından söylenerek koşturdu.

Nasuh Baba, bahçeye giriş yapan ikiliyi gördüğünde onların surat ifadelerinden ters bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Gökçe tek bir kelime etmeden ve hiç kimsenin suratına bile bakmadan yerine bir hışımla oturarak kollarını göğsünün üzerinde bağladı.

“Ya sabır.” Diyerek Gökçe’nin karşısına oturan adam “Ben boşuna söyledim değil mi tüm her şeyi, bildiğini okumaya devam edeceksin öyle değil mi?”

“Sus Efe, sus ve sakın konuşma. Sayende kendime geldiğime bile sevinemedim.”

“Ben mi suçlu oldum şimdi?”

“Suçlusun Efe, sus dedim sana.”

“Hayda… Ne yaptım da suçluyum söylesene bana?” diyerek öne doğru eğilip el kol hareketleri ile cümlesini destekler biçimde konuştu.

Gökçe tam ağzını açacak iken ağlamaktan gözleri kızarmış ve şişmiş olan Nağme kahkaha atmaya başladı. Herkes bir anda bakışlarını genç kıza çevirdiğinde kendisini durdurmayan Nağme ayakları ile yere vurup tekrar kahkaha attı.

“Nağme iyi misin ne oluyor?” diyen Çakır’ın kaşları çatık kızın sakinleşmesini beklerken neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordu. Nasuh Baba ise anlamlı bir gülüşle onları seyrediyordu.

“Ya, ya şunlara baksana Çakır, aynı üniversitedeki halleri, o zamanda aynı böyle birbirlerinin canını okurlardı.” Sonra kahkahası azalıp yüzü solgun bir hale geçerken yüz hatları ciddileşti. “Sanki yıllar hiç geçmemiş, onca şey yaşanmamış, hiç ayrılmamışız gibi.” Dedi ve bu defa da gözyaşlarına engel olamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Onun bu hallerine çok da alışık olmayan arkadaşları şaşkınca olup bitenleri seyrediyordu. Çakır ellerini avuçları arasına alıp minik buseler kondurdu üzerine.

“Şimdi sakinleş biraz Nağme, her şey eskisinden daha da güzel olacak, bu geceden sonra biz her şeyi el birliği ile yoluna koyacağız. Ne olur güven bana, sözlerime inan olur mu?” dedi gözlerinin içine bakarak. Nağme adamın ışıl ışıl parlayan gözlerinin içine bakarak bakışlarındaki umuda sıkıca sarıldı ve başını tamam dercesine onayladı. Nağme’den aldığı onayın ardından bu defa da ayağa kalkıp Gökçe’nin yanına oturdu.

“Gökçe iyi misin ağabeycim.” Dedi. Onun bu şefkatine sığınmak isteyen kadın “Daha iyi olacağım, sizinle birlikte.” Diyerek karşılık verdi.

“Efe, Çakır siz çayları tazeleyin oğlum, zaten gün de ağarmak üzere, eğer Nağme ve Gökçe kendilerini daha iyi hissediyorlarsa kaldığımız yerden devam edelim. Eğer dinlenmek isterlerse de odalarınız hazır, yarın devam ederiz.” Dedi.

“Hayır, Nasuh Baba artık araya bir şeyler girsin istemiyorum, kırk gün uykusuz da kalsam artık her şeyi öğrenmek istemiyorum.”

“Tamam, Gökçe kızım, Peki Nağme sen dayanabilecek misin?”

“Sorun yok Nasuh Baba, bir an önce olsun bitsin artık her şey uzadıkça işkenceye dönüşecek, konuştukça rahatlayacağım. O yüzden devam edelim lütfen.”

Nasuh Baba, Efe ve Çakır’a çayları getirin bakışını attıktan sonra sessizce isteğini yerine getirmek için ayağa kalkan erkekler semaverin başına gittiler. Çakır, Efe’nin öfkeli suskunluğuna daha fazla tahammül edemezken “Oğlum ne oldu size iki dakika da? Nasuh Baba senin Gökçe’nin başında ne kadar üzgün ve tedirgin olduğunu söylediği an içeriye ateş ve barut gibi geldiniz. Ne ara Gökçe uyandı, ne ara birbirinize girdiniz de bu hale geldiniz? Ben hiçbir şey anlamadım.”

“İnan bende anlamadım Çakır, inan bende anlamadım. Ateş ve barut işte çok fazla yan yana kalınca birden bu halde buluveriyoruz artık kendimizi.” Konuşmak istemediğini ima edercesine başını bardaklara çevirdi.

Çayları bardaklara dolduran genç adamlar semaverin başındaki sohbetlerini yarıda bırakıp bahçedeki mobilyalarda oturan ve sessizce onları bekleyenlerin yanlarına gittiler.

Nasuh Baba çayını aldıktan sonra Efe, Gökçe’ye çayını uzattığında kaşları çatık bir halde bakışlarını adama döndürdü.

“Zahmet oldu size de Efe Bey.” Dediğinde “Ya sabır.” Diyerek kendisini içten içe sakinleştirmeye çalıştı. Çakır’da Nağme ve kendisinin çayını aldı. Herkes koltuklara oturduğunda gözler Nasuh Baba’ya döndü.

“Hayat yolculuğunda daha önünüze çok şey çıkacak gençler, bu gece ömrünüze derin bir iz bırakacak bunu çok iyi biliyorum. Sizler yarın bu evden giderken içine düştüğünüz çıkmazlar için birlikte el ele vererek bir çaresini bulup yaşamaya kaldığınız yerden devam edeceksiniz. Bundan eminim. Çünkü söyleyemedikleriniz, gizledikleriniz, acılarınız, kısaca her şey şeffaflığın vuslatına erişecek. Şimdi kaldığımız yerden devam etme zamanı öyle değil mi Çakır?” dedi bakışlarını ona döndürdü.

Çakır her ne kadar gerçek anlamda hazır olmasa da bu sırrı ölene kadar saklayacağına dair kendisine de Çiçek annesine de zamanında söz vermiş olsa da artık konuşma vaktinin de geldiğini hissediyordu. Bu şekilde olduğu sürece onu Gaye’den ve Ferit’ten gerçek anlamda koruyamıyordu.

“Haklısın Nasuh Baba, artık kaldığımız yerden devam etme zamanı.”

Çakır oturuşunu dikleştirdi. Gözlerini kapattı, titreyen kalbinin ritminin hızlandığının farkındaydı. Derin bir nefes alıp verirken ellerine dolanan sıcacık elleri hissetti. Bu ona güç vermek isteyen Nağme’nin parmaklarıydı. Tedirgin ve huzursuz bir şekilde kaygılı olduğunu hissettirmemek adına meyus bakışlarla Ela’sına, kardeşine bakıyordu.

“Gökçe, ağabeycim… Biliyorsun sana bu şekilde seslenmeyi çok seviyorum, senin de bundan çok hoşlandığını biliyorum. Benim hikâyemi az buçuk biliyorsun aslında. Annemi ve babamı bir trafik kazasında kaybettim. Kazadan sadece ben ve kardeşim kurtuldu. Çok küçüktük. O da minicik bir bebekti. Hiç bilmedi gerçek ailesini, beni. Önce onu evlatlık aldılar sonra da Çiçek annem ve eşi tarafından ben evlat edinildim. Yıllarca kaybettiğimi kardeşimi, Ela’mı aradım. Annem ve babamdan sonra onu da kaybetmek istemedim. Başlarda evlatlık verildiğim aileye zulüm ettim. Hep aradım kardeşimi hatta bazen de birlikte aradık. Ama bulamadık. Ümidi kestiğim anda uyuşturucuda buldum çözümü. Yok olmak istedim. Bittiğimi, tükendiğimi hissettim. Yine sen vardın yanımda çoğu zaman beni o bataklıklardan çekip aldın. Sabahlara kadar benimle konuştun. Derdimi dinledin. Gecelerce omzunda ağladım. Benim bir abi olarak seni kurtarmam, korumam gerekirken sen bana ablalık yaptın. Affet abim, sana bunu çok önce söylemek istiyordum ama üzülmenden korktuğum için, Çiçek anneme söz verdiğim için söyleyemedim. Dünyan başına yıkılsın istemedim.”

“Çakır, sen, nasıl yani?” dedi nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Eli kalbinin üzerine gitti. “Hayır, saçmalama, böyle bir şey imkânsız.” Dedi gözyaşları çoktan akmaya başlamıştı. “Bu düpedüz saçmalık. Yeter artık dinlemek istemiyorum hiçbirinizi. Ben, ben gitmek istiyorum buradan.” Dedi ve hızla ayağa kalkıp herkese sırtını dönerek çıkışa doğru yöneldi. Çakır ışık hızıyla ardından giderek ona haykırdı. Efe, Nağme, Nasuh Baba da çoktan ayaklanmıştı.

“Yapma Ela’m, yapma güzel kardeşim. Ben senin abinim, sen de benim yıllarca aradığım, öğrendiğimde gözümden sakındığım, annemin babamın emaneti canım kardeşimsin. Canım taaaaa içi Ela’msın. Bana sırtını dönme, bu defa beni kurtaramazsın.” Bu sözler kızın bir adım daha atmasını engellemişti. Bedeni taş kesilmiş gibi olduğu yerde kalakaldı.

Gökçe, ardında bıraktığı Çakır’a döndü. “Ama bu çok saçma, sen benim karşıma geçmişsin ve yıllardır yaşadığın hayat kocaman bir yalan diyorsun.” Yüzü acıdan şekilden şekle giriyordu. Istırap sesinin her zerresinden hissediliyor, gözyaşları yağmur gibi yanaklarından aşağıya akıyordu.Annesini, babasını, kardeşini düşündü. Olabilir miydi? Gerçekten Çakır onun abisi olabilir miydi? Geçmişe dönüp baktığında yapbozun parçaları bir bir tamamlanıyor, hayatındaki boşluklar Çakır’ın itirafıyla dolarken anlam veremediği her şey bir bütünlüğe erişiyordu.

“Ne desen haklısın? Ama öğrendiğim an açıklayamadım, dünyanı başına yıkmak istemedim.”

“Şimdi ne yaptın peki Çakır? Bak bana ruhumda, kalbimde tek sağlam bir yer kaldı mı benim? Bak bana…” diyerek iki elini yanlara doğru açarak kendisini gösterdi. “Nasıl dayansın artık yüreğim tüm bunlara? Neye dayansın artık bu yürek?”diyerek defalarca kalbine yumruk vuran kızın öfkesi şiddetini arttırırken Çakır daha fazla dayanamayarak koşarak yanına gitti.

“Yapma, yalvarırım dur artık, kendine eziyet etme, dur.” Diyerek acı içinde haykırdı. Kalbine defalarca yumruk indirmesini engellemeye çalıştı. Gökçe hıçkırıklara boğulurken ayakları daha fazla onu ayakta tutmaya gücü yetmedi ve yere düştü. Çakır acının esiri olan kardeşinin yanına çökerek ona sarılmaya kalktı.

“Dokunma bana, bırak beni.” Diyerek bu defa ona saldırdığında Çakır kardeşini sakinleştirmek için sımsıkı sarıp sarmaladı.

“Sakin ol Ela’m, sakin ol küçük meleğim. Ben artık hep yanındayım, seni asla yalnız bırakmayacağım. Affet, affet zamanında yanında olamadığım için, affet küçük meleğim benim.” Dedi saçlarını okşayıp hıçkırıklarını azaltmak için büyük çaba sarf ediyordu.

Nağme ve Efe onların bu manzarası karşısında ne yapacaklarını şaşırmış bir haldeydiler. Nasuh Baba ise yıllardır saklanmış bu sırrın sırtına yüklediği yükten kurtulmanın hafifliğini yaşarken kulağında duyduğu ses erken bir sevinme olduğunu anlamasını sağlamıştı.

“Tebrik ederim Nasuh Efendi, sayende yıllardır sırf çocukları düşündüğümüz için sakladığımız her şeyi bir gece de açıklayarak hayatlarını alt üst etmeyi başardın. Mutlu musun şimdi?”

Bu ses… İşte bu sesin sahibi kalubelada ömrüne sevda diye yazılan kişinin sesiydi. Bu ses hayalini hayallerine sığdırdığı, gönlünü ayağa kaldıran fısıltının sahibiydi.

Loading...
0%