Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@ugurluay

“Gönlüme düşen gayb yağmurum…”

Zordur bazı sevdalar, dile gelmez, yaşanmaz, yaşatılmaz. Ne akıl ne duyular ile anlamlandırılamaz. Gizli kalması, görünmemesi, bilinmemesi, uzaklaşıp, gözden kaybolması gerekir. Öyle bir sevda masalıydı Nasuh ve Çiçek’in hikâyesi.

Çiçek Hanımın geceye davetsiz bir misafir olarak katılması en çok Nasuh Babayı şaşırtmıştı. “Bir daha asla adım atmam.” Dediği bu eve yıllar sonra evlat bildiği çocuklar için kendi ayağı ve isteğiyle gelmişti. Gözü öfkeyle parlayan kadın olacaklara yetişememiş olmanın hüsranı ile yanıp tutuşuyordu. Gökçe’nin babası Hikmet Bey gece yarısı onu arayarak Nasuh’un kendisini aradığını ve artık susmayacağını söylediğini anlatmıştı. Hikmet Bey ve eşi Gaye’yi bulundukları evden uzaklaştırırken Çiçek’e adeta yalvarırcasına “Lütfen git onunla konuş ve engelle beni dinlemiyor. Bir tek seni dinler.” Demişti Nasuh Bey için. Çiçek Hanım, Hikmet’in cümleleri ile büyük bir kahır içine sürüklenmişti. Yer ayaklarının altından kayıp giderken duydukları yüreğinin depremlere ev sahipliği yapmasına sebep olmuştu.

“Adını asla anmam, kapısına tek bir adım dahi atmam.” Dediği adamın evine kendi ayaklarıyla ve isteğiyle davetsiz bir şekilde çıkagelmiş ama olacakları engelleyememişti. Her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da Nasuh’u yıllar sonra görmek onu yerle bir etmişti. Bahçeye adım attığı anda Gökçe’nin yerlerde çırpınarak can çekişircesine isyanlarına şahit olmuştu.

Çakır, evlat bildiği biricik oğlu, canının, öz kardeşine yardım etmek için perişan olmuş haline şahit olmuştu. Ve tüm bu olanların sorumlusu Nasuh Efendinin köşede seyirci bir halde onları izlemesi asabını bozmuştu. Kulağının dibine kadar gelerek hesap sorarcasına “Mutlu musun şimdi?” demişti. Nasuh kulağındaki sesi, tenine yakın duran tanıdık sıcaklığı, burnuna dolup taşan efsunlu kokuyu hissettiği an bildiği tüm kelimeleri unutmuştu. Başını döndürdüğü anda onun öfke ile parlayan gözlerine ev sahipliği yapan bakışlarına tanıklık etti. Ağzını açıp tek bir kelime etmeye yeltendiği sırada eliyle adamın göğsünü sertçe geriye doğru ittirip yolundan çekilmesini sağladı. Koşar adım Gökçe ve Çakır’ın yanına gittiğinde yerlerde şok olmuş vaziyette can acısıyla çırpınan Gökçe’yi kolları arasına aldı. Gökçe Çiçek Hanımı gördüğü an biraz sakinleşerek Çakır’ın tutuşundan kendini kurtardı. Gözyaşları içinde Çiçek Hanımın ellerini avuçları arasına aldı. Yalvarırı gibi “Çiçek teyze, yalan de, anlatılanların yalan olduğunu söyle. Bu anlatınlar olmaz, imkânsız, Ben yıllarca bir yalanın içinde yaşamış olamam. Bunca yıldır ailem bildiklerimin ailem olmadığını söyleme bana. Yalvarırım sana sen evlatlık değilsin, ailen senin kanından de.” Dedi bin bir umutla.

Çiçek Hanımın bu manzara karşısında içi hüzün ile titredi. Yıllardır bu durumu sırf onlar zarar görmesin diye saklamışlardı. Belki hata, belki yanlış ama o an en doğrusunun bu olduğuna hep birlikte karar vermişlerdi. Gökçe’nin ailesi, Çakır’ın ailesi, Ferit’in ailesi… Bir tek Nasuh karşı çıkmıştı alınan bu karara fakat onu da hiçbiri dinlememişti. O günden sonra da Nasuh bir daha arkadaşlarının arasına adım atmamıştı.

Çiçek Hanımın ellerine küçük bir çocuk gibi sarılan ve yardım dilenen kızın yüzünü avuçları arasına aldı.

“Güzel kızım benim, Çakır benim evladım. Evladım olması, onu sevmem için illa kan bağına gerek yok.”

“Yok, yok, yok söyleme öyle, söyleme duymak istemiyorum.” Diyerek kulaklarını canını acıtırcasına kapattı.

Çiçek Hanım kulaklarını duyacaklarını engellemek için kapatan kızın ellerinden şefkatle tutarak aşağıya doğru indirdi. Gözlerinin içine umut doldururcasına baktı.

“Gökçe, güzel kızım benim, öğrendiklerin hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Annen baban geceden beri kahroldu. Sen öğreneceksin diye buraya geleceklerdi ben engelledim. İkisi de perperişan ,mahvoldular. Kim ne derse desin sen onların canlarından çok sevdikleri kızısın, senin tek bir damla gözyaşın için dünyaları yıkarlar. İlla kan bağının olmasına gerek yok onlar senin kandan candan öte annen ve baban.”

“Neden Çiçek teyze? Neden bunca yıl sakladınız? Çakır’dan, abim ile yan yanayken neden ayrı bıraktınız bizi? Bizim bu gerçeği bilmemize neden izin vermediniz?”

“Kızım, yıllar önce aldığımız bir karardı. Ne Çakır’a ne de sana söylemeyecektik. Bu sır bizimle mezara gidecekti?”

“Ne hakkınız vardı Çiçek teyze? Bu kadarına ne hakkınız vardı?”

“Güzel kızım, kendinizi eksik, yarım hissetmeyin diye, aile sıcaklığından mahrum kalmayın diye, evlatlık olduğunuzu bilirseniz rahat edemezsiniz, kendinizi yük hissedersiz, boynunuz hayata karşı bükük kalır diye, bunların olmaması için anlatmadık gerçekleri.”

“Ama gerçek anne ve babamı da benden sakladınız. Mezarlarını bile bilmediğim, gidip başlarında dua etmemi bile engellediniz. Onları tanımama izin vermediniz. Ben onların isimlerini bile bilmiyorum. Onlara yabancıyım ben.” Diyerek elleriyle yüzünü kapatarak hıçkırıklara boğuldu.

“Yapma güzel kızım, yapma böyle lütfen. Onlarda böyle olsun isterdi. Lütfen biraz sakin ol.”

Gökçe gece boyu yaşadıklarından ötürü bitkin tükenmiş hissediyordu. Konuşmaya mecali kalmamıştı. Çiçek hanım genç kızı omuzlarından tutarak yavaşça ayağa kaldırdı. Genç kadın bayıldı bayılacak gibiydi. Çakır kardeşine yaklaşamaya kalktığı an Çiçek Hanım gözleriyle onu durdurdu.

“Şimdi değil evladım, sonra, sonra.” Dedi ona sabırlı olması gerektiğini hissettirdi. Çakır her ne kadar bunu istemese de şu an annesine güvenmesi gerektiğini biliyordu. Başını olumlu anlamda sallarken Çiçek Hanımın gözleri acı çeken Efe’yi buldu. Sevdiği kadının üzülmesine engel olamadığı için çaresizlik içinde kıvranıyordu.

“Efe!” dedi buyurgan bir tavırla “Gökçe’nin dinlenmesi için içeriye götürür müsün?”

Efe Çiçek Hanımın sözleriyle koşar adım yanlarına gelerek dokunmaya kıyamadığı, konuşmaktan aciz, bakışlarını yerden kaldırmaya gücü olmayan, omuzları ağlamaktan sarsılan kıza destek olmak için koluna girdi.

“Tamam Çiçek teyze .” diyerek verilen göreve gönüllü olduğunu hissettirdi.

Gökçe, Efe’nin yardımı ile bahçeden eve doğru giderken Çiçek Hanım bakışlarını bu defa da oğluna çevirdi.

“Neden söyledin Çakır? Gökçe’nin yaşadığı bunca acının arasında nasıl bu durumu öğrenmesine izin verirsin? Kaldıramayacağını tahmin edemedin mi?”

“Yoruldum anne, ondan bir şeyler saklamaktan çok yoruldum. Artık öğrensin istedim Çiçek anne, ben kardeşime sizin yasak kıldığınız gerçek adıyla seslenmek istiyorum. Ben kardeşimi Gaye’nin yaptığı tüm kötülüklerden korumak istiyorum. Ben öz kardeşimi kocası olacak o şerefsiz it heriften sonsuza kadar kurtarmak istiyorum. Ve bunu Çakır olarak değil, öz abisi olarak yapmak istiyorum. Artık yanında arkadaşı değil gerçekten abisi olduğumu bilerek güvenle nefes almasını istiyorum. Ben kardeşimin, Ela’mın öz anne ve babasını tanımasını istiyorum. Mezarlarının başına giderek, bakın kardeşimi size getirdim demek istiyorum.”

Çiçek Hanım, oğlunun dilinden dökülen her bir cümle ile yerle yeksan oldu. Onun kardeşini ararken yolunu şaşırdığını biliyordu. Zaten sırf saplandığı bataklıktan kurtarmak için tüm gerçekleri ona anlatmıştı. Her zaman onun annesi olmak istedi ama Çakır’ın içindeki boşluğu doldurmayı başaramamıştı. Şimdi ise bu boşluğun yarattığı derin acıyla yüzleşmek onu hüsrana sürüklemişti. Oğluna şu an tek bir cümle söyleyecek gücü de cesareti de yoktu. Bakışları Nağme’yi bulduğunda “Nağme , kızım Çakır’ı da al içeriye götür. Yarın herkes sakin olduğunda bu mevzuyu ilk ve son kez konuşacağız.” Dedi cümlelerin asıl sahibi Çakır iken muhatabı Nağme’ydi.

“Tamam Çiçek teyze.” Diyerek Çakır’ın yanı başına gitti. Çakır kardeşinin bu hale gelmesinde diğerleri gibi Çiçek annesini de suçluyordu. Hırçın bakışlarla annesine baksa da Çiçek Hanımın bu gece daha fazlasına gücü kalmamıştı. Nağme Çakır’ın elinden tutarak “Hadi Çakır gidelim.” Diye çekiştirerek içeriye götürmeye çalıştı. Çakır öfke kusan bakışlarını annesinden ayırmadan oradan Nağme ile birlikte uzaklaştı. Çiçek Hanım onlarında gidişiyle derin bir soluk verdi. En azından daha büyük bir hasar almadan geceyi kurtardığını düşünüyordu. Daha kötüsünün olabilme ihtimali yüreğinin sıkışmasına sebep oluyordu.

Çiçek Hanım kendince bu şekilde düşündüğü sırada kendisine yaklaşan adamın varlığını ilmek ilmek ruhuna işlenircesine hissediyordu.

“Çiçek, buradasın, yıllar sonra yeniden burada, benim evimdesin.”

Adamın ağzında çıkan cümleler öfke ile bakışlarının ona doğru dönmesini sağladı. Çiçek Hanımın tek bir cümle dahi kurmaması adamı cesaretlendirmişti.

“Beni affetin.” Dedi gözleri umutla ışıldarken yüz hatları özlem ile kavruluyordu.

“Sakın Nasuh, sakın.” Dedi çok sert bir tınıyla.

“Çiçek.” Dedi hayal kırıklığı ile yalvarırcasına “Hala mı affetmedin beni?”

“Sen kendini affedebildin mi Nasuh? Onca yıl geçti kendini çektiğin köşenden insan içine karışabildin mi?”

“Ben sana yaşattıklarım yüzünden bir ömür kendimi affetmedim, affetmeyeceğim de.”

“Ne tesadüf, ben de bana yaşatmadığın her güzel an için bir ömür seni affetmedim, affetmeyeceğim de.”

“Beni hiç anlamadın Çiçek, ben senden değil kendimden uzaklaştım. Ben senden değil kendimden vazgeçtim.”

“Ben mi dedim vazgeç diye, şimdi utanmadan karşıma geçmiş onca yıl sonra sen bile kendini affedemezken benim seni affetmemi bekliyorsun. Ben senin için bin kere ölmeye razıydım Nasuh.”

“Ama ben senin benim için bir kere bile canının yanmasına razı değildim Çiçek. Seni tehlikeye atamazdım. Bizden vazgeçmek kolay mı sandın? Kalubelada ömrüme sevda diye yazılan kadına sırtımı dönmek kolay mı sandın? Yıllardır kızgın ateşlerde gönlümü dağladım ama bir adım ötene yaklaşmadım, yaklaşamadım ben.”

“Bir de marifetmiş gibi anlatıyorsun açtığın yaraları. Senin tek bir bakışın, tek bir sözün ayrılık rüzgârını estirdi benim hayatımda. Vedana bile aşk bestesi sığdırdım ben. Bahane edilen gerçeklerin feryadının derin izlerini taşıyor yüreğim.”

“Yıllar geçti affetmedin beni, ama hala kolyeyi boynunda taşıyorsun.” Dedi.

Çiçek Hanımın eli birden yıllardır bir an olsun boynundan çıkarmadığı kolyesine gitti. Ve o an buraya gelirken çıkarmayı unuttuğunu hatırladı. Ve adamın hala hatırlıyor olmasına şaşırdı. Yıllar geçmişti. Ağzından tek bir cümle dökülmez iken adım adım kadının karşısına geldi.

“Yusufçuk; ateşe sevdalı, aşkın, sadakatin, cesaretin simgesi. Aşkı için ateşe kendisini korkusuzca atar. Hala bıraktığım yerde hatırasını koruyor.”

Sonra kadının gözlerinin içine bakarak Cemal Süreyya’nın mısralarını seslendirdi.

“Uyandım uyandım hep seni düşündüm

Yalnız seni, yanız senin gözlerini

Sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım

Ben artık adam olmam bu derde düşeli” dedi ardından Çiçek Hanım adamın gözlerinin içine acı ile baktı.

“Biliyorum sana giden yollar kapalı

Üstelik sende hiçbir zaman sevmedin beni.” Dedi aynı şiirin mısralarından kendi gerçeğini dillendirirken adamın yüreği duydukları karşısında hırpalandı. Sesi titreyen kadın daha fazla beklemeye gücü kalmadığı için oradan gitmek için hareketlendi.

“Çiçek.” Dedi kadının gitmesini engellemek adına kolundan tuttu. Çiçek Hanım yandan bir bakış attığı adama ıstıraplı bir gülüş bahşetti. Ardından adamın da beklemediği şekilde boynundaki kolyeyi sertçe boynundan söküp aldı. Kolunu tutan adamın tutuşundan kurtuldu ve ardından onun avucunu açarak kolyeyi avuçları içine tutuşturdu. Gözlerinin içine bakarak “Bu hikâyede ne hatrın, ne hatıran kalmadı artık Nasuh Efendi. Şiir de bitti, sevda da.” Dedi ve oradan ardında yıkık dökük bir adam bıraktı.

“Nasuh Efendi gözleri dolu dolu ardından bakarken “Affetmedin ama bir gün mutlaka affedeceksin. Şu ahir ömrümde son nefesimde bile olsa senin dudaklarından o kelimeyi duyacağım. Anlamadın ama bir gün mutlaka vazgeçişimi anlayacak ve bana hak vereceksin. Çiçek’im evine hoş geldin, hoş geldin yaşayamadığım sevdam.” Dedi.

Loading...
0%