@ugurluay
|
42.BÖLÜM Gökçe büyük yüzleşme için bahçeye doğru adım adım ilerliyordu. Zihninde kelimeleri adım adım yürüyor ve sadece gerçeği istiyordu. Hayatına sağanak halinde yağıyor gizlenen tüm her şey, engel olmak mümkün değildi. Fırtınaya mahkûm edilen geleceği, dün gece bir kelebeğin ölümünü acımasızca gerçekleştirdi. İflah olmaz bir arsızlığa sahipti öfkesi, can çekişiyordu umudun acı feryadı. Bastığı zemin sarsılıyor ama ilerlemekten asla vazgeçmiyordu. Çünkü artık öğrenmek istiyordu. Efe haklıydı. Önemli olan görmezden gelmek, bildiğini değiştirmek, yok saymak değildi. Önemli olan tüm kusurları, eksikleri ve yanlışları ile olanları olduğu gibi kabullenmekti. Ne kadar öfkeli de olsa aklının ve kalbinin bir köşesinde ona öz ailesi gibi davrandıklarının gerçeği yankılanıyordu. Şimdi bahçede herkes oturmuş onu bekliyordu. Efe arkasından gelirken elinden tutup ona güç vermek istiyor ama şu an Gökçe’nin kanunlar önünde halen evli olması buna engel oluyordu. Her ne kadar boşanma sürecinde olsalar da şu an bu saygısızlığı yapmayı doğru bulmuyordu. Ama gönlü bambaşka bir feryat koparıyordu. Gökçe bahçeye çıktığı an tüm gözler ona dönmüştü. Nasuh baba, Çiçek teyze, Çakır, Nağme, Gaye, Ferit ve aileleri… Gökçe’nin gözleri perişan halde bulunan omuzları çökmüş babasına kaydı ardından gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmış olan annesine baktı. Bakışlarındaki o sevgiyi hissetti bir an Gökçe, candan öte olduğunu derinlerde bir yerlerde varlığını fark etti. “Kızım.” Diyerek ayaklanan annesi koşarak ona sımsıkı sarıldı. Gözyaşları akmaya devam ederken Gökçe’nin tepkisizliği herkesi korkutmaya başlamıştı. “Affet kızım, affet bizi, seni sizi korumaktı tek istediğimiz. Emanet gibi hissetmenizden, boynunuzun bükülmesinden korktuk.” Dedi biraz uzaklaşıp gözlerini içine baktı. “Minicik bir bebektin kucağıma verildiğinde, kıyamadım gül kokulu meleğim, öğrenirsen canın yanar üzülürsün diye çok korktum. İzin vermedim kimsenin senin üzmesine, sen bizim evimizin neşesi, gün ışığıydın. Ne olursun affet bizi güzel kızım.” Dedi yanaklarını okşarken. Babası da ayağa kalktı. Dili dönmüyordu konuşmaya, kelimelerini yitirmiş gibiydi. Ama hali, tavrı ve suretinden çektiği acı ve pişmanlık okunuyordu. Tek bir şey yaptı canı bildiği kızına kollarını açarak evi bildiği, sırtını dayadığı babasının kolları arasına yuvasına gelip konmasını istedi. Gökçe daha fazla dayanmadı ve babasının kolları arasında yerini aldı. Annesi kızının sırtına başını gömdü ve saçlarını hıçkırıkları arasında koklamaya başladı. Orada bulunan herkes bu eşsiz ve güzel anın atmosferine eşlik ederken Çiçek Hanımın yanağından bir damla yaş süzülüp gitti. Onun gözünden akıp giden yaş Nasuh Babanın yüreğine kor gibi ateşin düşmesine sebep oldu. Ortamdaki hüznü dağıtmak adına “Eee hadi herkes sofraya dün geceden bu yana mahvoldu herkes.” Dedi şu an konuşmanın yeri ve zamanı olmadığını çok iyi biliyordu. Onun girişimleri ile ayaklanan herkesin bir anda durmasını sağlayan ise Gökçe’nin sözleri oldu. “Ben yemek yemek falan istemiyorum. Annemin ve babamın mezarına benimle gitmek istiyorum. Yalnız.” Dedi üstüne basa basa. Herkesin hareketleri duraksarken onun isteğini haklı bulan Nasuh Baba itiraz seslerine aldırış etmeden “Çakır.” Dedi emredercesine. “Sen ne yapman gerektiğini biliyorsun. Gökçe istediği yere götür. Sonra akşam herkes burada toplanacak.” Dedi çocukların ailelerinin gözlerinin içine bakarak. Nasuh babaya itiraz edecek gücü bulamayanlar sessizliğe boyun eğmek zorunda kaldı. Çakır Gökçe’nin yanına gelerek ona sımsıkı sarıldı. “Birlikte ailemizin yanına gideceğiz, ben yanındayım Ela’m” dedi yıllardır seslenmek istediği ama diline kilit vurduğu ismi zikretti. Efe ve Ferit aynı anda gitmek için hareket ettiklerinde ikisini de durduran Çakır’ın sert bakışları oldu. “Kardeşim yalnız gitmek istiyor.” Dedi Efe’den anlayış beklerken Ferit’e nefret kusar gibi bakıyordu. “Ya sabır!” çeken Ferit şimdilik sessiz kalmıştı ama Efe’nin oradaki varlığından ciddi rahatsızlık duyuyordu. Çakır ve Gökçe ailesinin mezarlığına doğru yol almak için gittiler. Ferit Nasuh Babaya duyurmadan dişleri arasından tıslayarak “Senin ne işin var burada?” diyerek tehditkâr bir şekilde konuştur. Aynı sertlikte “Şu saatten Gökçe neredeyse ben de oradaydım. Beni görmeye alışsan iyi olur Ferit Efendi.” dedi ona karşılık veren Efe’nin sabrı ve sağduyusu tükenmek üzereydi. “Bana bak”. Diyerek Efe’nin yakalarına yapışan adam “Karımdan uzak duracaksın, evliliğimize gölge etmeyeceksin. Yıllar önce de başaramadın şimdi de başaramayacaksın. Gökçe’nin etrafında dolanıp kafasını karıştırmakta vazgeç. O bana geri dönecek.” “Eğer kafası karışıyorsa zaten sen ondan bitmişsin demektir. Ki yaptıklarından sonra hala hangi yüzle konuşma cesareti gösteriyorsun hayret doğrusu.” Diyerek o da onun yakalarına yapıştı. Tam birbirlerine gireceklerken Ferit’in babasının ortamda yankılanan sesi “Ferit adam gibi durmayacaksın defol git.” Etrafta buz etkisi yarattı. “Ama baba…” diye itiraz etmeye kalksa da babasının “Söylediğimi duydun, Gökçe’yi üzecek tek bir hareket yapacaksan çık git buradan. Senin yaptıkların boyunu aşalı çok oldu.” Dedi öfkesi gözlerinden okunuyordu. Sertçe Efe’nin yakalarını ittiren Ferti babasının duymayacağı şekilde “Bu iş burada bitmedi.” Dedi ve içeriye doğru yöneldi. Efe ise az önce Gökçe’nin çıkıp gittiği kapıya dikti gözlerini, orada olmak yanı başında ona teselli vermek isterdi ama Gökçe’nin kararlarına saygı duymaı gerektiğinin farkındaydı. Bu özel anı bisiyle birlikte yalnız yaşamak istemişti. Herkes içeriye girerek Gaye huzursuz ve hırslı bir şekilde Nağme’ye “Birlikte misiniz?” diye sordu. Nağme kaşları çatık halde utanmadan yanı başında peyda olan kıza bakarak “Pardon!” dedi. “Çakır ile birlikte misiniz? Cevap ver.” “Sana ne? Hem sen hangi sıfatla soruyorsun bana böyle bir şeyi.” Dedi ve içeriye gitmek için yeltendiğinde kolundan sertçe tutularak geriye çekildi. “Aklın varsa yaklaşmazsın Çakır’a, daha önce başına gelenleri biliyorsun. Onca yaşadığın şeyi unutmuş olamazsın Nağme. Bu defa canını dahi kurtaracak gücü bulamazsın.” Efe hızla yanlarına gelip Nağme’nin kolunu Gaye’nin kıskacından kurtardı. Bakışları sert sesi taviz vermezdi. “Ne sen ne de yarım akıllı Ömer efendi bir daha Nağme’nin etrafında olamayacaksınız. Şimdi edebinle git annene babana destek ol da bir işe yara.” Dedi ik defa nezaketinden ödün verircesine çıkmıştı sesi. Gaye Efe’den böyle bir çıkış beklemediği için şaşkındı. Afallayarak ailesinin peşinden içeriye girdiğinde Nağme elleriyle alkış tutmaya başladı. “Bravo sana Efe, bravo.” Dedi. “Ne yapıyorsun?” “Seni alkışlarla tebrik ediyorum. Söylesene Çakır ile vakit geçirmeye başladığından bu yana ondan biraz nezaketsizlik mi bulaştı sana? Gerçi minik şeytan daha fazlasını hak ediyor ya neyse.” “Nağme.” Dedi aklı başka yerde olduğu ses tonunun yumuşamasından belliydi. “Efendim.” “Sence, toparlayabilecekler mi?” “Bilmiyorum Efe, çok şey atlattı ama her şey o kadar üst üste geldi ki. Ne istiyor, ne hissediyor ben de artık bilmiyorum. Umarım kendini kaybetmez. Az sonra yaşayacağı çok daha acı ve farklı olacak.” “Umarım.” Dedi ve başını önüne eğdi. Nasuh Baba evin verandasından onlara seslenip içeriye geçmelerini istediğinde Efe Nağme’nin omzuna eline attı. “Yine de sizinle bir arada olmayı özlemişim. Tüm her şeye rağmen.” “Ferit’in varlığına rağmen mi?” “Nağme.” Dedi uyarırcasına. “Tamam , tamam bir şey demedim sustum. Sizin hakkınızdan anca Gökçe gelir zaten.” |
0% |