Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm

@ugurluay

43.BÖLÜM

Çağla yıllarca aldatıcı yüzlere baktığını hissediyordu. Adımları Çakır’ı takip ediyordu. Bir yabancının mezarını ziyaret eder gibi hissediyordu. Sahip olmadığı, mahrum bırakıldığı bir hayatın matemini tutar gibiydi. Bir gün bir kapı kapanmıştı hayatında ve kaderi başka bir evrene atlamış gibiydi. Gaye, kardeşi bildiği genç kızın şimdi ona yıllarca düşmanlık ettiğini anlamıştı. Çakır’ı deli gibi kıskanan kardeşinin insafa gelmesinin sebebini de şimdi daha iyi idrak ediyordu. Ona eziyet ederek zulüm gösteren kız kardeşi sonra Çakır’ın öz abisi olduğunu öğrenince kardeşi gibi davranmaya başlamıştı. İyi bile geçindikleri söylenebilirdi. Ama aslında her şeyin bir sebebi olduğunu ve menfaat çıkar ilişkisi içinde olduğunu daha iyi anlıyordu. Gaye asla onu gerçek anlamda kardeşi bilmemişti. Gökçe onun için sadece Çakır’a giden bir yol köprüydü. Aklında binlerce soru ve cümle akıp giderken Çakır’ın, öz abisinin 2 mezarın ortasında duraksayarak dikildiğini gördü. Ayakları adım atamazken bedeninin titrediğini hissetti. Gözlerinden bir damla yaş süzülürken ait olduğu yere, ailesini yanına geldiğini hissetti.

“Buradalar.” Dedi kardeşine dönüp bakarak. Ne kadar sert, yıkılmaz durmaya çalışsa da küçük bir çocuğa dönüştüğünü gözlerindeki titremelerden, sesindeki tarazlı sesten anlayabiliyordu.

Çağla, titreyene dizlerine inat hiçbir şey söylemeden abisinin yanına geldi. Gözleri üzeri rengârenk çiçekler ile süslenmiş mezara bakıyordu.

“Sen sürekli geldin mi buraya? Çiçekleri sen mi getirdin?”

Ne ismi ile hitap ediyor ne de Çakır diyordu. Kızgın ve kırgındı. Bunca yıl bu kadar yakın ama bir o kadar uzak durması ağrına gidiyordu.

“Ben getirdim Ela’m, güzel kardeşim.” Dedi ona özlem dolu sesiyle.

“Bunca yıl neden sustun? Beni öz annemden ve babamdan neden mahrum bıraktın? Hakkın var mıydı buna?”

“Nasıl söyleseydim? Ben bataklığın dibindeyken, uyuşturucunun kucağına düşmüşken öğrendim senin benim kardeşim olduğunu. Tam da kardeşimi bulacağıma olan inancımı yitirmişken öğrendim her şeyi, sonra da söyleyemedim. Mutlu bir hayatın vardı. Seni üzmek istemedim. Nasıl olsa yanındayım dedim. Dünyayı başına yıkmak istemedim. Anla beni Gökçe, sana Ela dememek için ne kadar kendimi tuttuğumu bilemezsin. Ben ne kadar zorlandım, ne acılar çektim biraz olsun beni de anla.” Dedi isyan edercesine.

“Bak o mezar da ne yazıyor? Gülseren ve Kemal… Ben kimin? Onların kızlarıyım. Beni beklemediler mi sence? Abimin geldiği her vakit benim de gelmemi istemediler mi? Hakkın var mıydı gizlemeye? Hadi diğerlerini boş ver, sen benim kanımdansın, herkes yapar da sen nasıl yaptın? Beni annemden babamdan nasıl mahrum bırakırsın? Benim gerçekleri öğrenmem için bunca yıkımımı beklediniz.”

“Gökçe…” dedi kardeşine bir adım atmıştı ki elini havaya kaldırarak “Sakın.” Dedi ve onu durdurdu. “Sakın yaklaşma.” Diye haykırdı.

“Ben onları hiç tanımıyorum.” Gözleri mezar taşlarının üzerinde dolaştı. “Ben onlar için bir yabancıyım. Sen, sen de benim için yabancısın.” Diyerek hıçkıra hıçkıra ağlarken başı önüne düştü. Canı yanıyor, soluğu kesiliyordu. Dün geceden bu yana öğrendiklerini hazmedemiyordu. Kim gerçek kim yalan, kim dost kim düşman bilmiyordu artık. Hıçkırıklarının etrafta yankılanmasına daha fazla dayanamayan Çakır bir hışımla yanına gelerek onu kolları arasına aldı. Gökçe onun bu hareketi ile çılgına dönmüşçesine Çakır’ın göğsüne defalarca yumruklarını indiriyor “Dokunma bana, dokunma.” Diyerek kurtulmaya çalışıyordu.

“Yapma Ela’m, yapma artık dur. Kendine zarar vereceksin. Sen böyle konuştukça benim canım daha çok yanıyor. Yapma güzel kardeşim, bak yıllardır ben bugünün hayalini kurdum. Kardeşime sıkıca abisi olduğumu bilerek sarılmanın hayaliyle yaşadım ben.” Dedi o da artık ağlıyor gözlerine söz geçiremiyordu.

“Neden abi? Neden bizi bırakıp gittiler? Belki bambaşka bir hayatımız olurdu. Belki Ferit’i hiç tanımamış olurdum. Belki de anne olmamı engelleyecek o kazayı yapmazdım. Neden abi, bu kadarını yaşayacak, bu kadar acıyı çekecek ne günah işledim ben?”

Kardeşinin dilinde isyan içeren cümleleri duyduğu a dehşete kapıldı. Hemen ondan uzaklaşarak elinden tuttu ve babasının mezar taşının yanı başına oturdu. Yere çökerek ellerini avuçları arasına aldı. Yüzüne bakmasını sağlayarak “Sakın güzel kardeşim sakın bu şekilde konuşma. Allah’a isyan etme. Ömür dediğin şey bittiği vakit bir sebep alır götürür seni, annemin ve babamın ömrü de bu kadarmış. Hayatımıza gelince zamanında ben de sorguladım, neden dedim ama bu tavrımdan da sorgumdan da vazgeçtim. Neden biliyor musun?” dedi dikkatini daha fazla çekmek içindi niyeti.

“Neden?”

“Çünkü Allah hiç kimseye kaldıramayacağı bir yükü vermez. İmtihan dünyasındayız kardeşim, keşke diyerek kendini geçmişin alevleri içine mahkûm etme. Yaşadıkların sana tecrübe, bana tecrübe, geleceğimize tecrübe. Belki çok önceden söylesek bu kadar acı çekmeyecektin ama doğru zaman beklerken zamanın akıp gittiğini anlayamadık. Bu yüzden bizi affet ama yaşadığın tecrübe edindiğin, sana sınav diye gönderilen hiçbir durumu ya da olay için kendini ya da kaderi suçlama. Bu günlerde geçecek güzelim, bu günleri de birlikte atlatacağız.” Dedi onun konuşmasına fırsat vermeden yanı başına oturup göğsüne çekerek sakinleşmesine fırsat verdi.

“Ben, ben iyi değilim a-a-abiiii…” dedi ve gözleri karardı. Çakır telaşla kardeşinin yüzünü avuçları içine aldı.

“Gökçe…” dedi korku ve tedirginlikle “Ne olur? Ne olur kendine gel.” Diye acı içinde haykırdı. Uyanmadığını gördüğü an soluğunun kesildiğini hissetti.

“Gökçe, yalvarırım uyan güzelim.” Diyerek kardeşini kucakladığı gibi geldikleri yolun tersi istikametine gitmeye başladı. Bir an önce onu arabaya götürüp hastaneye yetiştirmek istiyordu. Geceden bu yana sürekli bu baygınlıklar korkmasına sebep olmuştu. Daha yeni kavuşmuşken kardeşini kaybetme korkusu içine sinsi bir yılan gibi çöreklenip oturmuştu. Kırık kelimeler ile yüreğine dualar yerleştiriyor, Allah’a yalvarıyordu. Yüreğinde tarifi imkânsız acılar yankılanıyordu. Görüşüne araba girdiği an derin bir oh çekerek hızla kapıyı açtı canını acıtmamaya özen göstererek onu arabanın arka kısmın yerleştirdi. Tam gitmek için şoför koltuğuna oturacakken başka bir araba yanı başında durdu. Camı açtığında gelenin Efe olduğunu anladı.

“Efe?” dedi sorgular gibiydi. Çakır’ın endişeli yüz ifadesi ve Gökçe’yi yanında göremeyişi adamın hızla arabadan inmesine sebep oldu.

“Aklım sizde kaldı o yüzden gelmek istedim. Gökçe nerede?”

“Gökçe baygınlık geçirdi onu hastaneye götürüyorum.” Dediği an arabanın şoför koltuğuna bindi. Efe duyduğu şey idrak etmekte güçlük çekerken kalbi sıkışarak refleks olarak Gökçe’nin bulunduğu kapıyı açarak onun başını kucağına usulca aldı. Bakışları Çakır’ın sert bakışları ile karşılaşınca ona aldırış etmeden “Sür hadi Çakır? Neyi bekliyorsun? Zaman kaybediyoruz.” Dedi inmeyeceğini hissettirir bir tavırla.

“Ya sabır.” Diyerek ön üne dönen adam her ne kadar bu durumdan hoşnut olmasa da ona bir yandan da hak veriyordu. Aynadan onları gözlerken bir yandan da araba kullanıyordu. Efe’nin dünyası yanıp küle dönmüş gibi bir acı vardı yüzünde. Korkuyordu Efe, artık Gökçe’nin ne olursa olsun acı çekmesini istemiyordu. Kucağında baygın halde yatan kızın yüzünü okşuyordu. Gözleri kızın yüzünde hicret eder gibiydi. “Ah be yağmur gözlüm!” diye fısıldadı. Çakır duysa da duymazlıktan geldi. Acısını çeker gibi bir nefes aldı. İnsanın elinden hiçbir şeyin gelmemesi o kadar kötüydü ki, çaresizliğe solumak gibi hissetti.

Loading...
0%