@ugurluay
|
44.BÖLÜM Endişe, korku, panik, telaş, üzüntü… Efe ve Çakır Gökçe için aynı anda bir sürü duyguyu yaşıyor ama çaresizlik ellerini kollarını bağlıyordu. Sevdiği insanın içeride olması ama kendilerinin içeriye giriş yapıyor olmamaları daha büyük bir üzüntü içine hapsediyordu onları. Çakır bir sağa bir sola giderken daha fazla dayanamayarak tekrar içeriye girmek için kapıya yöneldiği sırada Efe onu omuzlarından tutarak “Dur Çakır yapma.” Diyerek engellemeye çalıştı. Onun bu hareketi dinmek bilmeyen adamın öfkesini daha da arttırarak delirmesine sebep oldu. “Bırak beni Efe, saatlerdir içerideler bir Allah’ın kulu haber vermiyor. Kardeşime ne yapıyorlar? Durumu nasıl bilmek istiyorum. Bu benim hakkım.” Dedi can yangını içinde haykırdı. “İçeriye girip onları engellemekten başka bir şey yapmayacaksın. Bekle biraz, bende meraktan deliriyorum ama ona zarar vermek istemiyorum. Dur burada adam gibi.” “Bırak beni.” Dediği an Efe onu sertçe duvara doğru geriye ittirdi. Çakır sırtının duvara sert temasının ardından canı yansa da bu acı biraz olsun onu kendine getirmeyi başardı. Bir an hareketsiz kalan adam “Allah kahretsin!” diyerek sırtını dayadığı duvara döndü ve elini defalarca sertçe vurmaya başladı. Efe ne kadar istese de buna engel olacak dirayette değildi. Rahatlasın, diye engel olmadı. Çakır’ın aralıksız yumruğunu duvara indirdiği sırada “Çakır.” Diyen kişi onun hareketlerinin durmasını sağladı. Çakır yumruğunu vurmayı bıraksa da ardındaki sese bakacak gücü de cesareti de yoktu. “Böyle mi sahip çıkıyorsun kardeşine? Kendine bile sahip çıkamazken.” Diyen ses sitemkârdı. Başını duvara yaslayan adam ardında dağ gibi duran Çiçek annesine bakacak yüzü yoktu. Çiçek Hanım onun kendi yüzüne bakmayacağını anladığı an hızla yanına gitti. Suratını döndürdü ve çenesini tek eliyle avuçlayarak kızgın bir şekilde oğlunun gözlerinin içine baktı. O bakış hesap soruyordu oğluna. “Bana bak Çakır, Gökçe’nin şu an yaşadığı travmaya hakkı var ama senin yok.” Ne yapmamı bekliyorsun anne, içeride ne halde olduğunu bilmiyorum. Neden söylemedin dedi bana, herkes tamam ama sen benim kanımdandın dedi. Annem ve babamdan beni neden mahrum ettin dedi.” “O şartlarda en doğru olan buydu Çakır, bunu sende çok iyi biliyorsun. Doğru zaman gelmedi bir türlü sen de biliyorsun.” “O doğru zamanı bulmalıydık anne, Gökçe haklı. Bizim ondan ailesini, beni, gerçek adını saklamaya hakkımız yoktu.” “Oğlum kendini toparla artık. Ne zaman söyleseydik? El kadar bebekken mi anlayacaktı? Ya da konuşmaya başladığında mı? İlkokulu, ortaokul da mı? Lise de sınava hazırlanırken mi? Yoksa seni uyuşturucu bataklığından kurtarırken mi? Ya da Gökçe bir anda evlilik kararı almışken ya da hamile kalmışken, bebeğini kaybetmişken, ihanete uğramışken… Ne zaman söyleseydik Çakır.” Dedi ona haklılığına inandırmak için. Çakır’ın başı önüne düşmüş ne diyeceğini bilemiyordu. Çiçek Hanım oğlunu sakinleştirmeyi başardığını hissettiği an “Nağme.” Dedi keskin emrivaki bir sesle. Çakır başını bir anda kaldırdığında annesinin bir adım ötesinde kendisine dolu dolu olmuş gözlerin sahibi sevdiği kızı gördü. Dudaklarını ısıran, çektiği acıyı dillendiremeyen genç kadın Çiçek teyzesinin sesiyle yanı başına gitti hemen. “Çakır’ı buradan al götür de eline pansuman yaptır.” Çakır kaşlarını huzursuzca oynatırken yumruk yaptığı eli dikkatini çekti. Duvara vurmaktan yara bere içinde kalan ve kanayan elini güçlükle açıp kapadı. “Gerek yok anne.” Dese de Çiçek Hanımın sert ve taviz vermez bakışlarına maruz kaldığı an sesini kesti. Nağme “Tamam, Çiçek teyze.” Diyerek Çakır’ın yanı başına gitti. Yara olmayan elini sımsıkı tutarak onu sürüklemeye başladığında tek bir cümle dahi kurmamıştı. Ve bu sözsüz tavrın tek sebebi vardı. Tek bir cümleye karşılık geliyordu. “Kes sesini ve peşimden gel.” Çakır’ın sessiz kalıp boyun eğmekten başka çaresi yoktu. Annesi ve Efe nasıl olsa buradaydı. “Bir gelişme olursa haber verin bana hemen.” Dedi arkası dönük sürüklenmeye devam ederken. Tamam, dercesine başını sallayan kişi Efe oldu. Çakır’ın ardından Çiçek Hanımın da hiçbir şey söylemeden bir anda ortadan kaybolmasıyla yapayalnız kalmıştı Efe. İnsan yıllarca sevdiği kadının her yaşında ayrı bir olay ve durumla acı çekmesini seyretmek zorunda kalması ne kadar insafsızca diye düşündü. Efe Gökçe’nin sürekli üzgün hallerinde yanındaydı. Ve bu durum giderek anını sıkmaya başlamıştı. Oturduğu yerde elleriyle yüzünü sıvazlayan adam derin bir soluk bıraktı. Gözleri yerdeki fayanslara sabitlenmişken kulağına dolup taşan “Çok zor değil mi?” sesiyle kaşlarını çatarak tepesinde dikilen Çiçek teyzesine baktı. Gözlerindeki anlayış ve şefkatten onunla konuşabileceğini anlamıştı. Alaycı bir gülüşle gelerek bakışlarını kaçırdı. Çiçek Hanımın Efe’nin yanı başına oturdu ellerini göğsünün altında birleştirdi. “Cevap vermedin Efe.” Dedi bir yanıt beklediğini hissettirdi. Konuşmasını, susmamasını, içine atmamasını istiyordu. “Sevdiğin kadının sürekli can acısına şahit olmak ve hiçbir şey yapamamak çok zor Çiçek teyze. Bak şurada bir adım ötemde ona ne olduğunu, ne halde olduğunu bilmiyorum. Bildiğim tek şey kaldıramadığı yükler altında ezildiği, gücünün tükenerek bu hale geldiği ve ben…” dedi soluğu kesildi. “Ben onun için hiçbir şey yapamıyorum. Biri çıkıp gelse, sen kimsin, nesi oluyorsun dese, ne diyeceğim? Onu bile bilmiyorum.” Dedi kederle. “Ne demiş Özdemir ASAF; Aşka gönül ile düşersen yanarsın. Zekâ ile düşersen kavrulursun. Duygu ile düşersen gülünç olursun. “Anlamadım?” dedi duyduklarına anlam veremeyerek. “Artık bir yol seçmen lazım Efe, serseri mayın gibi ortalarda savrulup gidemezsin. Bir yanın yurtdışında diğer yanın buralarda.” Dedi. Efe Çiçek teyzesinin ima ettiği şeyi duyduğunda bir an soluğu kesildi. Herkesin bir sırrı vardı şu hayatta elbet ki onunda herkesten gizledikleri vardı. Birden doğruldu “Siz? Nasıl?” dedi tereddütle. “Biliyorsunuz.” Diyerek bir aydınlanma yaşadı. Düşünceler içini kemirmeye başlamışken cümleleri nasıl kuracağını, kendisini nasıl doğru ifade edeceğini düşünüyordu. Kendisini bir anda büyük bir stres altında hissetti. “Çiçek teyze.” Dedi sesindeki tedirginlik sertlik hissediliyordu. “Ben...” diyerek gevelediğinde elini havaya kaldıran kadın onun susmasını sağladı. “Sen bu açıklamayı bana değil hastaneden çıktıktan sonra Gökçe’ye yapacaksın. Ama önce şuna karar vermen lazım. Burada mı kalacaksın? Yoksa bekleyenine mi döneceksin?” Efe tam ağzını açmış bir cümle söyleyecekti ki içeriden doktorun çıkmasıyla ayaklandılar. “Gökçe nasıl o iyi mi?” diyen Efe’nin yanında telaşlı bir halde Çiçek Hanım da bulunuyordu. “Hastamız ağır bir duygusal travma yaşamış, fiziksel anlamda bir sıkıntısı olmasa da ruhsal olarak çok iyi görmedim. Şu an kendine geldi ama kısa zamanda bir psikiyatriye göstermeniz de fayda var. Geçmiş olsun.” Dedi ve onları orada bırakarak uzaklaştı. Çiçek Hanım ve Efe’nin gözleri birbirine değdiğinde “Bana biraz zaman ver Çiçek teyze, sonra söz her şeyi Gökçe’ye anlatacağım. Bu kadar yıkımın ardından benden duyacaklarının onu hırpalamasını ya da yaralamasını istemiyorum.” Doktorun cümlelerinin ardından Efe’nin isteği Çiçek Hanıma makul geldi. “Ama geciktirme Efe, Gökçe bunu senden değil de başkasından öğrenirse yıkılır. Olma ihtimalinizi ortadan sonsuza kadar kaldırma sakın.” “Tamam, Çiçek teyze sana söz veriyorum en hazır olduğunu düşündüğüm anda onunla konuşacağım.” Dedi. Başı önüne düşmüş mahcup bir haldeydi. Herkesten sakladığı sır gibi geçmişi ilk defa birinin diline dolanmıştı. Ve şimdi gerçek dünyaya ayak basmıştı. “Çakır gelmeden içeriye girip Gökçe’yi gör, bende onları bulup geleceğim. Yalnız kalmasın Gökçe.” Dedi anlayış dolu bir ses tonuyla omzuna dokundu. “Hadi gir içeriye oğlum.” Dedi ve az önce Çakır’ın gittiği yöne doğru koridorda ilerledi. Efe derin bir soluk bırakırken çöken omuzlarını dikleştirmeye çalıştı. Ayazda kalmıştı yüreği, titriyordu bedeni amansızca. Ama mecburdu, içeriye girerek Gökçe’nin gözlerinin içine bakmaya, orada gördüğü minicik bir umut kırıntısına sıkı sıkıya tutunmaya ihtiyacı vardı. Tek tesellisi o umut kırıntısında var olan gelecekte biz olabilme ihtimaliydi. Efe ürkek adımlar ile kapıdan içeriye girdiğinde beyaz örtüler içinde gözleri cama dönmüş bir halde Gökçe’yi gördü. İçi titredi bir an, ne diyeceğini nasıl giriş yapacağını bilemedi. “Gökçe.” Dedi varlığını hissettirmekti niyeti. Ama genç kadın sesin geldiği tarafa döndürmedi başını, bir milim bile kıpırdamadı. “İyi misin?” diye devam ederek bir nebze olsun sesini duymak karşılık almak içindi tüm çabası. Fakat karşılığında bulduğu tek şey sessizlikti. Zifiri bir sessizlik odayı ele geçirirken Efe pes etmişçesine ağır aksak adımlar ile camın kenarında bulunan koltuğa yöneldi. Gökçe’nin bakışlarını misafir eden koltuğun ardındaki pencerenin önünde bulunan koltuğa oturduğunda gözlerindeki hüsranı yakalayıp yok etmek istedi. İmkânsız olduğunu bilerek. “Biliyorum çok öfkelisin herkese, belki bana bile. Ama hep birlikte bu günleri de atlatacağız. Belki zor olacak ama atlatacağız. Bana inan lütfen.” Dedi onun hissiz bakışlarına teslim olmuştu. Boş bakışlar ile sanki orada değil gibiydi Gökçe, gözlerinin feri kaçmış, güçsüz düşmüş bedeniyle bambaşka bir âlemde gibiydi. “Geçecek,” diye fısıldayan Efe onun ne kadar dikkatini çekmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Gökçe, sabah Efe ile konuştuğunda atlatabilirim sanmıştı ama anne ve babasını mezarı başına gittiğinde orada yüzleştiği sarsıcı gerçek onun bunu atlatmasının o kadar da kolay olmadığını anlamasını sağlamıştı. Yükünü kimsenin sırtına da vermeye de teselli cümleleri duymaya da ihtiyacı yoktu artık. Efe hiç yapmaması gereken bir şey yaparak Gökçe’nin ellerini avuçları içine aldı. Bu temas onun birden ürpermesine sebep oldu ve elini Efe’nin avuçları içinde hızla geriye çekti. Bu geri çekiliş adamın yüreğini alazlar içinde bırakırken nefesinin kesilmesine sebep oldu. Elleri boşlukta kala kalan Efe parmakları titreyerek geri çekti kendini. Ardından Gökçe’nin dilinden dökülen “Yalnız bırak beni.” Sözleri kaşlarını istemsizce havaya kaldırmasına ve yerin ayaklarını altından bir anda çekilerek boşluğa düşmesine sebep oldu. Şu an gözlerinin içine bakan kadının irislerinde gördüğü öfke sadece ailesi ya da Çakır değildi. O öfkenin paydaşlarından biri de Efe’ydi. Ne kadar anlam veremese de onu yalnız bırakmak istemese de onu daha fazla üzememek için “Tamam.” Diyerek ayaklandı ve dışarıya çıktı. Kapının ardında kalan Efe sırtını duvara yaslayıp sertçe bıraktı kendini. Yere çöküp kalan Efe tepkisine bir anlam yüklemeye çalışsa da başaramıyordu. Soğukkanlılığını ve anlayışını muhafaza etmeye çalışsa da yüreği çektiği acı karşısında şikâyetçiydi. Kaç dakikadır oradaydı bilincinde değildi. Fark ettiği şey yanına Çakır’ın korku ile gelip omuzlarından tutarak sarsmasıydı. “Efe bir şey mi oldu? Neden buradasın?” Çakır’ın Efe’yi sarsmasıyla kötü bir kâbustan uyanır gibi olan adam “Ben, şey…” derken cümle kurmaktan acizdi. Alabora olmuştu ve kurtulma şansı hiç yok gibi bakıyordu. Çakır istediği cevapları alamadığı için hızla Gökçe’nin odasının kapısına yöneldi. Tam da o anda Çakır içeriye adım atamadan Gökçe üzerini giyinmiş bir şekilde yorgun, bitkin ve tükenmiş bir şekilde dışarıya çıktı. Çakır “Gökçe” diye adım attığı sırada bir adım geri çekilen kadın onun durmasını, ayaklarının taş kesilmesini sağladı. “Kardeşim.” Diye fısıldadığında genç kadın alayla güldü yüzüne, acı çiçek açıyordu gözlerinde, hüzün sağanak halinde yağmak için vaktini kolluyordu. Gökçe, gözleriyle Efe, Nağme, Çakır ve Çiçek teyzesine baktı. Baktığı her yüz farklı duygular hissettiriyordu ona. Sadece tek bir isim çıktı dudağından “Nağme.” Dedi şefkatle. Arkadaşı onun sesinin tonundan destek olmasını istediğini anladı. Çakır’ı da aşarak hemen arkadaşının yanına yöneldi ve onun koluna girerek ayakta güçlükle duran arkadaşına yardımcı oldu. Çakır ve Efe şaşkınken, Çiçek teyze beklediğini bulmuşçasına gülümsedi. Sadece olanları izledi. Çünkü Gökçe’nin ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Gökçe arkadaşının gözlerinin içine baktı diğerlerini görmezden gelerek. “Gidelim mi? Evimize, işimize, yeni hayatımıza. Sadece sen ve ben.” Dedi oradakileri yok sayarak. “Gidelim canım.” Dedi gözünden bir damla yaş akıp giderken bir yandan da Gökçe2nin yürümesine yardımcı oluyordu. Efe ve Çakır gözlerinin önünden akıp giden sahneye ne müdahale edebiliyorlar ne de tek bir söz söyleyebiliyorlardı. Nağme ve Gökçe yavaş yavaş koridorda uzaklaşırken Çakır arklarından gitmek için bir adım atmıştı ki Çiçek Hanım” Sakın.” Dedi, “Sakın şu anı bozacak bir söz ya da hamlede bulunma.” “Anne.” Dedi isyan edercesine çıktı sesi. “Bakın onlara, ikisi de şu an hiç olmadıkları kadar güçlü ve dirayetliler. Onların şimdi size değil birbirine ihtiyaçları var. Erkek olarak sizlerin ne bir sözüne ne de desteğine ihtiyaç duymuyorlar. Çektikleri tüm acılara rağmen nasıl da dimdik ayakta durabildiklerine bir bakın. Bakın ve rahatsız olmak yerine bu güzel cesur kadınlara hayran kalın. Yoksa yapacağınız tek bir saçmalık sonsuza kadar onları kaybetmenize sebep olacak.” Dedi kendinden emin bir şekilde. Efe ve Çakır, Çiçek teyzelerinin ne demeye çalıştığını kavramaya çalışırken gözleri sevdikleri kadınları takip ediyordu. Sevdiklerinin taviz vermeyen hayran kaldıkları dik duruşlarını seyrediyorlardı. Hastane koridorunda yeni bir şey öğrenip hayat dersi alıyorlardı. |
0% |