@ugurluay
|
45.BÖLÜM Gökçe diline mühür vurmuşçasına günlerdir konuşmuyordu. Gözü, gönlü, dili adeta anahtarı kaybolmuş ve açılmayan bir kilide sahipti. Ne bir kelime ne de bir kimse onu açabilecek anahtar olmayı başaramamıştı. Gökçe’nin asıl isteği artık anlatmak değil anlaşılmaktı. Delicesine kaçmak istiyordu. Artık hiçbir şekilde hiçbir şey ile mücadele edecek, yüzleşecek cesareti yoktu. Yeni bir şey öğrenmek istemiyor ve bu yüzden iletişime kendisini tamamen kapatıyordu. Ama kaçmanın mümkün olmadığını, nereye giderse gitsin öğrendiklerinin ve kendisine derin yaralar açan gerçeklerin ağır darbelerini de beraberinde götüreceğini çok iyi biliyordu. Nağme gün sabaha dönerken su içmek için kalkmıştı. Mutfağa gidip bardağı dolaptan aldı. Durgundu, dalgındı, günlerdir odasından dışarıya çıkmayan, kendisi dışında hiç kimsenin suratına bile bakmayan, sürekli uyuma numarası yapan arkadaşını düşünüyordu. Onun bu hali gerçek anlamda tedirgin ederek korkutuyordu. Çakır ve Efe defalarca gelse de Nağme onların Gökçe’nin odasına girmelerine müsaade etmemişti. Onlarda günlerdir bir arabanın içinde Nağme’nin haberi olmadan onun evinin önünde perperişan bir haldelerdi. Gökçe’nin onlara edeceği tek bir sözün, ağzından çıkacak cümlenin kölesi olma yolundaydılar. Ama istekleri ve beklentileri hep karşılıksız kalıyordu. Nağme derin bir soluk bırakıp bir bardak daha su alarak odasına yöneldi. Tam içeriye girecekken Gökçe’nin odasına gitmek istedi. Üzerini açmış olma ihtimali zihninde uyandığında kendi odası yerine arkadaşının odasına gitmeyi tercih etti. Sessiz olmaya özen gösterip kapıyı açtığı an gördüğü manzara ile birden soluğu kesildi. Elinde tuttuğu su bardağı avuçları arasından kayıp giderken “Hayır! Olamaz.” sesi dudaklarından haykırış gibi çıkmıştı. Yere düşen bardağın kırılma anına eşlik eden etrafa saçılan su sesi gecenin karanlığının sessizliğini yok etmişti. Nağme hareketsiz olduğu yerde kala kalmışken gözleri göremediği ile şoka uğramıştı. Gökçe günlerdir mesken ettiği yatağında yoktu. Oda bomboştu. “Gökçe…” dedi fısıltı halinde. Vücudu istemsizce hareket ederken heyecan, korku ve tedirginlik tüm bedenini ele geçirdi. Sesi kademeli olarak yükselirken “Gökçe.” Diye bağırırken evin tüm odalarını didik didik etmeye başladı. Ama yoktu, hiçbir yerde yoktu. “Nerdesin? Nerdesin Gökçe?” dedi gözleri dolup taşmaya başladığında hızla koşarak eline telefonu aldı. Aklına gelen ilk isme dokunduğunda sanki aramasını beklermiş gibi hemen açılan telefondan karşıdaki sesi duydu. “Çakır.” Dedi ve daha fazla dayanamayan yüreği, dudakları arasından bir hıçkırık kopardı. “Nağme, güzelim. Ne oldu sen iyi misin?” “Ben, ben iyiyim ama Gökçe…” dedi tek bir kelime daha dökülmezken dilinden bir hıçkırık daha yankılandı adamın kulaklarına. “Gökçe mi? Bir şey mi oldu Gökçe’ye?” diye bir hırsla can yangını ile bağırdı. Nağme eline anahtarlarını alıp üzerine geçirdiği bir hırkayı alarak hızla kapıyı kapatarak evden çıktı. O sırada Efe’nin “Gökçe’ye ne oldu?” diyen sesini duydu. “Efe mi? O da mı senin yanında? Ya Gökçe ona da gitmediyse kime gitti? Allah kahretsin ya!” “Sakin ol Nağme, bana ne olduğunu anlat.” “Bak, su içmek için kalktım, odasına bakayım dedim, ama yoktu. Evde hiçbir yerde yoktu.” Dedi merdivenleri nefes nefese kalarak inerken bir yandan da Çakır’a durumu anlatmaya çalışıyordu. “Nağme bizi bekle ayrılma bir yere geliyoruz hemen.” Dediğinde arabanın kapısının kapanma sesini duydu. “Hayır Çakır bekleyemem, benim Gökçe’yi bir an önce bulmam lazım.” Dedi dış kapıyı açtığında gözleri bir an gördüğüne şaşırdı. Elinde telefon “Çakır” derken karşısındaki adamın endişe dolu bakışlarıyla şoka uğradı. Yanında ise nefes nefese kalmış bir Efe vardı. “Siz burada, nasıl yani ya? Ne işiniz var burada, bu kadar kısa zamanda?” dedi aklına gelen tüm gerçekler bir bir acımasızca yankılanırken sinirlenmeye başlamıştı. “Senin kızacağını bildiğimiz için sana söylemedik. Biz ilk günden bu yana senin kapının önünde bekliyoruz. Sana ya da Gökçe’ye bir şey olmasın diye…” “Benim kapımı, evimi dikizliyorsunuz ama bana bir şey söylemiyorsunuz öyle mi Çakır? Öyle mi Efe?” “Nağme sonuna kadar haklısın ama şimdi sırası değil, öfkeni de hırsını da sonra alırsın şimdi Gökçe’yi bulmamız lazım.” “Merak etme zevkle çıkaracağım bunun acısını ama önceliğimiz Gökçe.” Dedi tehditkar bakışlarını iki genç adam üzerinde bir ileri bir geri götürdükten sonra küçümser gibi “Beklemişsiniz de bir işe yarasaydı bari, kız çıkıp gitmiş ruhunuz bile duymamış.” Diye konuştu. “Nağme şimdi gerçekten sırası değil, nereye gitmiş olabilir Gökçe?” diyerek araya giren Efe’nin gözlerinde acı, sesinden korku hissediliyordu. “Bilmiyorum ki hastaneden çıktığından beri tek cümle kurmadı ki, bir ip ucu olsun yakalardım ama …” “Bir dakika.” Dedi Çakır aklına gelenler bir anda yüzünün aydınlanmasına sebep oldu. “Gökçe gitse gitse ya Nasuh babaya ya da Çiçek anneme gitmiştir. Her birimiz zor zamanımızda onlara sığınmadık mı? Efe sen Nasuh Babayı ara, Nağme sende Çiçek annemi, hadi gidiyoruz.” Dedi ve arabasına doğru yönelmişti ki Nağme’nin “Durun.” diyen sesi ile ikisi de oldukları yerde kala kaldılar. Efe ve Çakır arkalarında bıraktıkları Nağme’ye yüzlerini döndüğünde onun sabit bir yere çok dikkatli baktığını gördüler. “Nağme ne oldu? Niye duruyorsun öylece? Vakit kaybetmemiz gerekiyor, hadi gel artık.” “Baksana Çakır, cafenin mutfak kısmından ışık yansıyor,” Dedi. Efe ve Çakır onun ne demeye çalıştığını anladıkları an önce birbirlerinin yüzlerine baktılar ardından koşar adım cafeye yöneldiler. Nağme de arkalarından koşarken cafenin kapısına sonunda ulaştılar. Heyecanla kapıyı ittirdiklerinde kapının kilidinin açık olduğunu gördüler. Bakışları Nağme’yi bulduğunda “Bakamayın bana öyle ben günlerdir cafeyi açmıyorum.” Dedi tek seferde. Sessiz olmaya özen göstererek mutfak kısmına doğru yönelen üçlü usulca kapıyı araladılar. Adım adım içeriye süzülürken her biri gördükleri manzara ile ne diyeceklerini bilemediler. Günlerdir odasından çıkmayan, kimse ile tek kelime etmeyen Gökçe gecenin bir yarsısında günlerdir açılmayan cafeye gelerek pasta, börek, çörek, kurabiye aklına ne gediyse yapmıştı. Mutfaktaki tüm tezgâhların üzerinde çeşit çeşit ürünler sıralanmış ve halen fırında pişmekte olan kurabiyeler vardı. Mutfağın içini enfes kokular sararken şaşkın bir halde ona bakan üçlünün olanlara anlam vermekte zorlandıkları yüzlerindeki ifadeden anlaşılıyordu. Geldiklerini fark etmediklerini düşünen üçlü Gökçe’nin “Nağme ocakta çay var bardakları hazırla masaya yerleştir.” Emri ile birden yerinde irkildi. Ardından Efe ve Çakır’a neler oluyor ? Bakışını atarken bu defa da Gökçe’nin “Neyi bekliyorsun Nağme hadisene?” diyen keskin sesiyle sözünü ikiletmemesi gerektiğini anladı. Zira bakışlarındaki alev atan hissiyat etrafı yakıp kavuruyordu. “Siz de yalı kazığı gibi dikilip durmayın da her birimize bir tabak hazırlayıp masaya geçin. Sizinle konuşacaklarım var.” Dedi. Efe ve Çakır, Nağme’den idmanlı bir şekilde onun sözünü ikiletmeden hareket ederken tedirgin bakışlarını onun üzerinde gezdirmeye devam ediyorlardı. Gökçe elindeki kek hamurunu da kaba boşalttı. Fırındaki kurabiyeleri çıkarıp keki de yerleştirdikten sonra elinde tuttuğu fırın eldivenlerini kararsızca masaya bıraktı. Ardından korku dolu gözler ile masada oturmuş kendisini bekleyen arkadaşlarının yanına gitti. Sandalyesine oturduğunda ellerini göğünde birleştirdi. Çakır var olan sessizliğe ve bu gece yaşananlara anlam veremezken tahammül sınırını çoktan aştığını hissetti. “Gökçe neler oluyor burada? Sen iyi misin? Ne konuşacaksın bizimle?” dedi kardeşinin gözlerinin içine bakarak. Gökçe göğsündeki ellerini çözerek kollarını masaya dayadı. Elleriyle yüzünü sıvazladı ve derin bir soluk bıraktı. Nağme’nin eli kadının omzuna dokunduğunda yüzüne masum bir tebessüm kondu. “İyiyim merak etme.” Dedi can dostu gördüğü kadına. “Gökçe.” Dedi Efe, ne diyeceğini bilemez bir haldeyken kadının bakışlarının öfke dolu bir duyguya büründüğünü gördüğünde içi ürperdi. Yoksa, dedi içten içe, yoksa her şeyi öğrendi mi? Diye geçirdi içinden. Gökçe bakışlarını masaya odakladı ve derin bir nefes alıp verdi. “Biliyorum çok endişelendiniz, çok korktunuz. Ama buna gerçekten ihtiyacım vardı. Herkesten ve her şeyden gerçek anlamda uzaklaşacak bir geceye ihtiyacım vardı. Bana kalsa daha günlerce o yataktan kalkmazdım. Ama aldığım bir mesaj beni o odadan o yataktan çıkardı.” “Ne mesajı Gökçe? Kim mesaj attı sana?” diye korku ile araya girdi Efe, aklına gelenlerin başına gelmesinden delice korkuyordu. Kendisi anlatmadan Gökçe’nin öğrenmesinden delice korkuyordu. “Ferit.” Dedi tek seferde, gözleri sadece Efe’yi bulmuştu. “O şerefsiz ne demeye sana ulaşıyor hala, öldüreceğim onu.” Diyerek ayağa kalkan adamın koluna giren Nağme’ye rağmen onu durduran tek şey Gökçe’nin “Otur yerine abi.” Sözü oldu. Yıllarca onun ağzından abi kelimesini duymak isteyen adam kardeşinin ağzından hazırlıksız şekilde duyduğu kelimeyle öylece kala kaldı. “Gökçe’m, Ela’m.” dedi gözlerinin irisleri titrerken herkes bu duydu atmosferi içine çoktan girmişti. “Abi lütfen otur yerine ve lütfen hiç kimse konuşmalarımı bölmesin. İnanın konuşmak o kadar, zannettiğiniz kadar kolay değil.” Dedi. Çakır Nağme’nin desteğiyle yerine oturduğunda Efe duyacaklarını hissetmiş gibi başını önüne eğmişti. Bu gece burada her şey konuşulacaktı. Sır diye sakladıkları da bir bir ortaya çıkacaktı. Hissediyordu, Gökçe’nin bakışlarından artık her şeyi anlayıp net bir şekilde okuyordu. “Ferit bana mesaj attığında Nağme yeni uyumuştu. Garibim zaten günlerdir peşimde sersefil olmuştu. Siz de Nağme’den saklayabilirisiniz kendinizi ama benden asla.” Dedi gülerek. “Sizin de günlerdir o arabanın içinde olduğunuzu bildiğimden size gözükmeden cafeye girdim ve Ferit’in de size gözükmeden girmesini söyledim. Başardı da. Her neyse…” dedi işin zor kısmının şimdi başladığını o da arkadaşları da çok iyi biliyordu. “Uğursuz herif kim bilir neler anlattı?” dedi Nağme tiksinircesine. “Aslında buraya boşanmak istemediğini, kızını birlikte büyütmemizi teklif etmek için gelmiş.” “Ölümüne mi susamış bu adi pislik?” Diyerek kükreyen Çakır’ı durduran da susturan da Gökçe’nin bakışları oldu. Derin soluk alıp verirken “Ya sabır!” dedi. Sakin kalmak giderek onun için zorlaşıyordu. Efe sessizce sadece dinliyordu. Bu konuşmanın sonu ona bağlanacaktı bunu artık çok iyi biliyordu. “Ona boşanacağımı, iki dünya bir araya gelse bile asla geri dönmeyeceğimi, onu sevmediğimi ve artık ondan nefret bile etmediğimi söyledim. Tabi aramızda başka konuşmalar da geçti ve sözlerimin ağırlığıyla can acısıyla bana Efe’nin çocuğunu büyütmek için mi benden ayrılıyorsun dedi.” işte bu son cümle ortama bomba gibi düşmüş etrafta soğuk rüzgârların esmesine sebep olurken herkesin içi ürpermişti. Gökçe’nin son cümlesi ile bütün gözler Efe’ye dönerken, adamın bakışları sadece açıklama yapmak istediği kadının gözlerindeydi. “Bazılarımızın hala sırları varmış.” Dedi alaycı bir gülümsemeyle. “Saçmalama Gökçe, o herife inanmıyorsun öyle değil mi?” dedi Çakır inanmayarak. “Ne yalan söyleyeceğini şaşırdı düzenbaz herif seni kaybedince, hem Efe’nin çocuğu olsa biz bilmez miyiz?” diyerek Efe’ye baktı Nağme. Ama onun sessizliği kaşlarının çatılmasına sebep olurken “Öyle değil mi Efe? Öyle bir şey olsa en azından ben bilirdim değil mi? Susmasana konuşsana.” dedi. Efe gözlerini kaçırmadan sadece Gökçe’ye baktı. Konuşacaklarının tek muhatabıydı kendisi. Ondan başkasına da bu açıklamayı asla yapmazdı. Tam onu kazandım derken kaybedemezdi. Artık hayatlarında yalan yoktu. “Ferit doğruyu söylemiş, benim dünyalar güzeli bir kızım var.” Dedi tek solukta. “Bu ne demek ulan, senin kızın varsa bir de karın vardır, karın varsa benim kardeşimin neden etrafındasın.” Dedi yakalarına yapışıp onu ayağa kaldırdığı an suratına sert bir yumruk indirdi. Gökçe ve Nağme koşarak onları ayırırken Çakır bağırmaya devam ediyordu. “Ne ayaksın oğlum sen, seviyorum demedin mi? Ben Gökçe’den asla vazgeçmedim demedin mi?” derken Nağme güçlükle onu tutuyordu. Gökçe ise yere düşmüş ağzından kan sızan adamın yanı başına endişe ile eğilmiş onu kaldırmaya çalışıyordu. “Abi lütfen dur artık, dur.” Dedi sesi titrerken konuşmakta güçlük çekiyordu. “Böyle yaparsan bir dakika daha durmayacağım burada, sınırını zorlama artık, bir dur.” Dedi. “Söylediklerini duymuyor musun Gökçe? Çocuğum var diyor ama hiçbirimizin haberi yok, bizden de senden de gizliyor bu herif. Söylesene bana bu herifin Ferit’ten ne farkı kaldı şimdi?” “Beni o herif ile aynı kefeye koyamazsın.” Diyerek öfke ile düştüğü yerden kalkıp arkadaşının suratına bir yumruk da kendisi indirdi. Sonra yakalarından tutup gözlerinin içine bakarak “Evet benim bir kızım var, ama babası ben değilim. Anladın mı? Öz babası ben değilim.” Diye haykırıp bir yumruk daha savurdu gözü dönmüş bir şekilde. Herkes bir anda duydukları ile kaskatı kesildi. Çakır çenesini tutmuş gözlerine kısarak ne dediğini algılaya çalışırken anlam vermesi imkânsız bir kargaşaya sürüklenmiş gibi hissediyordu. “Kız seninse, babası nasıl sen olmuyorsun oğlum.” Efe derin bir soluk bıraktı ve gözleri Nağme’yi buldu. “Nağme al şu sevgilini yukarıya çıkar dudağına da pansuman yap. Yoksa elimden bir kaza çıkacak. Gökçe ile biraz konuşmamız gerekiyor.” “Gitmiyorum ben bir yere.” Diyerek mızırdanmaya başlayan Çakır’a , Efe ve Gökçe öyle sert bir bakış attı ki ellerini havaya kaldırıp teslim olurcasına kaldırırken “Tamam, tamam ben gidiyorum. Ne haliniz varsa görün.” Dedi sinirle çıkıp gitti. Nağme elinde tuttuğu hırkayı Efe’ye uzatırken “Bunun hesabını da soracağım ama şimdi değil, sonra bir bir görüşeceğiz Efe bey. Al şunu da.” Diyerek elindeki hırkayı uzattı. Arkadaşı eşofmanlı çıkmış üzerine hiçbir şey almamıştı. “Biraz buradan uzaklaştır Gökçe’yi ,yoksa canım sevgilim meraktan duramayıp burayı darma duman etmeye gelebilir.” Dedi göz kırparak. Efe başını olumlu anlamada sallarken suratına acı bir tebessüm yerleşti. Nağme’de cafeden çıkarken adım adım Gökçe’nin önüne geldi ve gözlerinin içine baktı. Büyülenmiş gibi birbirlerine bakarken elinde tuttuğu hırkayı kadının omuzlarına atarak giyinmesine yardımcı oldu. “Neden bu kadar sakinsin?” “Eğer bir şeyi benden sakladıysan mutlaka bir sebebin vardır. Ayrıca beni de ilgilendirmezdi öyle değil mi Efe? Sonuçta ben kimim ki?” “Evet, bir sebebi var. Hayır, benim hayatımla ilgili her şey seni de ilgilendirir. Ve sen kim misin? Sen benim her şeyimsin. Bana dair her şeysin. Şimdi buradan bir süreliğine gidelim mi? Sensiz zamanlarda nasıl bir kızımın olduğunu sana anlatmaya gerçek anlamda ihtiyacım var.” “Olur, gidelim.” Dedi ve kapıya yöneldi. Efe ise onu takip ederken korkularının yersiz olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Onlar eski Efe ve Gökçe değildi artık. Büyüyen, olgunlaşan, hayatlarında hatalar yaparak dersler almış tecrübeli insanlardı. Onlar artık yara aldıkları yerden tekrar yaralanmayacaklardı. |
0% |