Yeni Üyelik
49.
Bölüm

49. Bölüm

@ugurluay

49.BÖLÜM

Gökçe yeni hayatının ilk gününde Amasra’ya doğru yolculuğa çıkmıştı. Annesi ve babasının memleketine, anne ve babasının evliliklerine karşı çıkan ailelerinin sebeplerini öğrenmeye, onları yetimhaneye terk eden akrabalarının kimliğini öğrenmeye, anne ve babasının çocukluğunun geçtiği gençliklerin nefes aldıkları, adım adım gezdikleri Bartın’ın Amasra ilçesine doğru yol alıyordu.

Eli bileğine gittiğinde parmakları arabaya binmeden önce Efe’nin kaş ile göz arasında bileğine taktığı pandora bilekliğine tebessüm ile baktı. Şefkatle okşadı bilekliğin üzerindeki kelebek ve yıldız ayrıntısını. Efe son anda kulağına fısıldamıştı.

“Kelebek saf sevgidir, mutluluk ve huzuru çağrıştırır. Yıldız kâinatı dolayısıyla evreni temsil eder, birlik ve sonsuzluk anlamı taşır. Belki yanında olamayacağım ama bileğine her baktığında varlığımı ve sana şans dilediğimi unutma. Her ne olursa olsun her zaman yanındayım ve bir telefon uzağındayım. Sakın aklından çıkarma.” Dedi herkesin büyük bir kargaşa yaşattığı veda anında o yine varlığını en derinden hissettirmeyi başarmıştı.

Gökçe derin bir nefes bırakarak bir eliyle alnını ovuşturdu. Efe ve Ferit ile yüzleşmesinin ardından geride kalan herkese kahvaltı sofrasında gideceğini açıklaması ve gittiği yeri bildirmemesi büyük bir kaosa neden olmuştu. Annesi ve babası karşı çıkarken, Çakır öfke kusuyordu. Ferit’in ailesi ise oğullarının hataları yüzünden suskun ve çaresiz iken çok sevdikleri gelinlerinin oğullarıyla anlaşmalı boşanma kararları yüzünden üzgündüler. Çiçek Hanım ise tek bir kelime etmeden gözünde suçlayıcı bakışlar ile Nasuh Beye bakıyordu. Büyük bir suskunluğa ev sahipliği yapan dudaklarının gün gelecek en büyük cezayı Nasuh Efendiye keseceği belliydi. Gözlerinde “Bunu yapmamalıydın? Bu kadarını anlatmamalıydın?” der gibi bakıyordu. Ama Nasuh Bey Çiçek teyzeye nazaran daha ılıman ve şefkat ile karşılıyordu onun sözsüz sert bakışlarını.

Gökçe, Nasuh babadan öğrenmişti ailesinin eksik kalan hikâyesini. Anne ve babası Amasra’dan İstanbul’a üniversite okumak için gelen iki düşman ailenin çocuklarıydılar. Ne kadar direnseler de duygularına karşı gelememişlerdi. Ailelerinin düşmanlığını yok sayıp sevgili olmuşlar bu da ortaya çıkınca annesini zorla sevmediği bir adam ile evlendirmeye kalkmışlardı. Babası bunu öğrenince çılgına dönmüş sevdiği kız ile kaçarak evlenmişti. İşte bu ailelerinin anne ve babasını sildiği an olmuştu. Anne ve babası aileleri tarafından asla affedilmemişler, mezarlarını dahi memlekete kabul etmemişler, onlara sahip çıkmamışlardı. Ne ölüsüne ne de dirisine sahip çıkılmayan ailesinin evlatlarına da sırt çevirmişler bu yüzden yetimhaneye düşmüşlerdi. Onlara sahip çıkan ise kandan aileleri değil can bağı ile bağlı oldukları üniversite dostlarıydı. Şimdi ise Gökçe kendini bulmak için, özünü, kökünü araştırmak, anne ve babasının doğup büyüdükleri belki adım adım gezdikleri memleketini öğrenmek için gidiyordu. Ve gittiği yeri sadece Nasuh baba biliyordu, ondan ise sözünü almıştı. Kimse Amasra’ya gittiğini bilmeyecek, bilmelerine öğrenmelerine de asla izin vermeyerek gerekli önlemleri alacaktı.

Etrafa seyre dalan Gökçe’nin aklına bir an yine Efe düştü. Büyük bir tepki bekliyordu Çakır’ın gösterdiği gibi ondan da ama öyle olmamıştı. Önce sessizleşmiş, kabuğuna çekilerek düşünmeyi tercih etmişti. Sonrasında ise tüm anlayışı ve çözüm odaklı kabullenmiş tavrı ile sessizliğini bozarak karşısına çıkmıştı. Ve tedirgin olarak adım atan Gökçe’yi rahatlatmış onun güvenini kazanma yolunda konuşmasına fırsat tanımıştı. Efenin Gökçe’ye karşı zamanlaması mükemmel, yaklaşım tarzı bu defa doğruydu. Efe Gökçe’nin duygularını anlamış, hislerini doğru yorumlamış, en aza hata ile incelikli düşünceleriyle bir kez daha genç kadının gönlünü fethetmeyi başarmıştı. Efe için bazı şeyler çok zor olsa da Gökçe’nin en çok kendisine ihtiyaç duyduğunu hissettiği için kendisini kısa zamanda toparlamış, güçlenerek harekete geçmişti. Efe şunun çok iyi farkına varmıştı. Gökçe özgür hissetmediği sürece asla mutlu olamayacaktı. Bu yüzden onun önce tırtıllıktan kurtulup bir kelebek gibi kanat çırparak özgür olması gerekiyordu. Bunu da etrafında onu korumaya çalışan aile kozasından çıkıp uzaklaşarak özgürlüğe kanat çırparak duygusal dalgalanmalardan uzaklaşarak ulaşacaktı. Çünkü Gökçe’nin bir nevi gerçek anlamda nefes almaya ihtiyacı vardı.

Gökçe Ferit ile yaptığı hataları tekrarlamak istemiyordu. Birine kayıtsız şartsız bağlanarak kolaycılığa kaçarak şahsiyet kazanmak istemiyordu. Zamanında duygularının esiri olması kendi kişilik sınırlarını yok saymasına, benlik saygısını kaybetmesine sebep olmuştu. Onun bu tavrı ise Ferit’i sadece bencilleştirerek onun hislerini önemsememesine sebep olmuştu. “Seviyorum” kisvesi adı altında Ferit’e sığınmak ve onu koşulsuz her yaptığı saygısızlık ve bencillikle kabul etmek onun hatalarına çanak tutmasına sebep olurken kendi hayatını zorlaştırmış, bir nevi çıkmaza sokmuştu. İşte bu yüzden aynı hataları tekrarlamamaya kararlıydı.

Gökçe derin düşünceler içinde kaybolup giderken arabanın durduğunun farkında bile değildi. Şoför koltuğundaki Nasuh babanın adamın “Gökçe hanım geldik.” Diyen sesiyle irkildi. Saatlerdir yoldaydılar ama sanki 5 dakikalık bir yolculuk yapmış gibi hissediyordu. Şoförün sesiyle irkilen genç kadın bir an “Ne?” diyerek refleks bir cevap verdi.

“Gökçe hanım benim sizi burada bırakmam gerekiyor.” Dedi cebinden çıkardığı adres yazılı not kâğıdını arka koltukta oturan genç kadına uzattı. Şu ileride kemere köprüsünden geçerek ilerleyeceksiniz. Adreste yazılı olan pansiyonda Nasuh Bey sizin için rezervasyon yaptırdı.” Dedi.

Gökçe adamın uzattığı kâğıdı alarak içten içe yine minnet duydu Nasuh babasına, yine her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü.

“Teşekkür ederim.” Diyerek genç kadın arabadan indi. Şoför de inerek bagajda bulunan küçük valizini de indirerek ona teslim etti.

“İyi şanslar Gökçe Hanım.” Dedi ve cebinden çıkardığı yeni numaraya sahip bir cep telefonu uzattı.

“Bu ne?” diye şaşkınlıkla baktı.

“Nasuh Bey eski telefonunuzu kullanmayacağını bildiği için sadece kendinsin bildiği yeni bir numara ve telefon vermemi istedi. İçinde ulaşmak istediğinizde Nasuh Beyin, Çakır Beyin, Efe Beyin, Nağme Hanımın ve Çiçek Hanımın numaraları mevcut. Siz istemediğiniz sürece size hiç kimse ulaşamayacak.”

“Ben…” dedi adamın uzattığı telefonu alarak “Gerçekten teşekkür ederim.” Dedi ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Adam anlayışla başını sallayarak arabasına bindi.

Gökçe elinde telefon önünde valiz ile bir an öylece kala kaldı. Hava kararmaya başlamış, hafifçe rüzgâr esiyordu. Gökçe daha fazla geç olmadan kâğıtta yazılan adresi bulup bir an önce odasına yerleşmek istiyordu. Yarın onun için uzun bir gün olacaktı. Telefonu kol çantasına atan genç kız valizini sürükleyerek kemere köprüsüne doğru ilerliyordu. Kemere köprüsü Zindan adası ile Amasra’yı birbirine bağlayan Roma köprüsüdür. Köprüye doğru ilerlerken çok güzel bir sesin şarkı söylediğini duydu. Adım adım ilerlerken duyduğu ses kulağından yüreğine dokunmaya başlamıştı. Gözleri köprünün girişinde elinde bir tepsi ile şarkı söyleyen yaşlı kadını bulduğunda bir an nefesinin kesildiğini hissetti. Kulakları sadece bu sese ev sahipliği yaparken etrafındaki her şey bir bir silikleşmişti. Kadın elinde tuttuğu tepsi ile ritim tutuyor bir yandan da Mümin Sarıkaya’nın “Ben Yoruldum Hayat” şarkısını söylüyordu. Yaşına rağmen sesiyle sokak sanatçılığı yapıyor billur gibi sesiyle insanların hayatlarına küçük dokunuşlar yapıyordu. Öyle bir anda öyle bir şarkı ile Gökçe’nin karşısına çıkmıştı ki genç kız hareket etmeden tam karşısında öylece ona bakıyor ve sadece söylediği şarkıyı dinleyerek hayatını sorguluyordu.

“Ben yoruldum hayat, gelme üstüme
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne
Gözümden gönlümden düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme
Gözümden gönlümden düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme

Ben yanıldım hayat, vurma yüzüme
Yol verdim sevdanın en delisine
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim

Ben pişmanım hayat, sorguya çekme
Dilersen infaz et, kar etmez dilime
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim

(Mümin Sarıkaya)”

 

Şarkı söylemeyi bitirse de Gökçe durduğu yerden bir türlü ayrılamıyordu. Gözleri dolmuş hüznünü akıtmaya hevesliyken cesaret etmek, dirayetini toplamaktan çok uzaktı. Öylece dururken genç kadındaki tuhaflığı hisseden sokak sanatçısı “İyi misin kızım?” dedi. Kendisine seslenildiğini hisseden Gökçe bir an kendisini toparlayarak parmakları ile gözlerinden akmaya hazırlanan yaşları geri iteledi. Gökçe kadının yanına yaklaşıp yanına oturdu.

“Ne kadar güzel söyledin teyze? Sesin çok güzelmiş, şarkın yüreğime dokundu.”

“Bir şarkı yüreğine değil, yüreğindeki yaraya dokunduğunda hissettirir kendini.”

“Haklısın teyze, yüreğimde kabuk bağlamayan yaralara dokundu sesinin tınısı, şarkının sözleri.” Dedi ve daha fazla konuşamadan kadının yanından kalktı. Elinde tuttuğu kâğıdın nereyi tarif ettiğini bilmeden, öğrenemeden bilinçsizce ilerlemeye başladı. Arkasından yaşlı kadın tekrar aynı şarkıyı söylemeye başladı. Gökçe bir an durdu ama arkasına bakmaya gücü yoktu. Eğer bakarsa darma duman olacağını hissediyordu. Amasra’ya geldiği ilk gün, geldiği anda böyle bir şey yaşamayı beklemiyordu. Bu yüzden hazırlıksız yakalanmıştı. Ama bu kasaba ona daha yolun başındasın, her şey yeni başlıyor der gibiydi.

Evet, Gökçe’nin anne ve babasının yarım bıraktıkları hayatlarının genç kadına ne gibi sürprizler getireceği, gelecekte neler yaşanacağı büyük bir muammaydı. Kim bilir Nasuh Babanın haberdar olmadığı ya da hesap edemediği bazı durumlar Gökçe’yi özgürlük yolunda bir kurtuluşa değil büyük bir çıkmaza sürükleyecekti. Bunu zaman ve gelecek bölümler gösterecekti.

Loading...
0%