Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50. Bölüm

@ugurluay

50.BÖLÜM

Gökçe elinde tuttuğu kâğıtta yazan adrese emin adımlar ile ilerlerken içi yeni bir hayata adım attığını

hissettirircesine kıpır kıpırdı. Dar sokaklar, merdivenler, yokuşlar derken karşısına bisiklet tamir eden kendi yaşlarında birine rast geldi.

“Bakar mısınız?” diyerek adamın dikkatini çeken genç kadın bakışların kendisine döndüğünü hissetti.

O an karşısında kendisine keskin bakışlarla bakan adamdan istemsizce huzursuz oldu. Seslendiği için çoktan pişman olsa da daha yürüyecek takati kalmamıştı.

“Buyurun.” Dedi tok ve kalın sesiyle adam. 35 yaşlarında, ela gözlerinin naifliğine inat kumral, bakışları sert ve keskin, ses tonu hükmedercesine taviz vermez bir havadaydı.

“Ben Mevsim Pansiyonunu arıyorum, siz nerede olduğunu biliyor musunuz acaba?”

Genç adamın bir anda kaşları çatılırken “Mevsim Pansiyonu mu?” dedi hayretler içindeydi sesindeki

tını.

“Evet, biliyor musunuz yerini?”

Genç adam içten içe hesap yapar gibi huzursuzca yerinde kıpırdandı. Elindeki bezi bırakarak yanında bisikletin yanında bulunan su şişesi ile ellerini yıkadı. Pantolonu yardımı ile gelişi güzel ellerini kurulayan adam genç kadının yanına gelerek elini ona doğru uzattı.

“Şaşkınlığımı mazur görün, ben Melih.” Dedi elini genç kadına uzatarak tanışmak istediğini açık bir şekilde belli etti. Gökçe bir an böylesi bir hareket beklemezken ne yapacağını bilemedi. İçinde baş gösteren huzursuzluk genç adamın elini sıkmasına engel oldu.

“Neyse siz de bilmiyorsunuz galiba.” Diyerek arkasını dönerek valizini alıp oradan uzaklaşamaya çalıştığı sırada ayağı taşa takılarak yere sertçe düştü. Düşüsün etkisiyle “Ah!” diye inleyen genç kadının yardımına az önce elini sıkmaktan çekindiği adam yetişti. Hızla yere eğilip ayağına dokunduğu sırada geri sendeleyerek dokunmasını istemediğini refleks olarak gösteren Gökçe adamın sert bakışlarıyla karşılaştı.

“Gerek yok.” Dese de adamın ona cevabı “Merak etme sana zarar verecek değilim. Kendini kasmayı bırak. İzin ver sana yardımcı olayım. Doktorum ben.” Dediği sırada Gökçe’nin şaşkınlık içinde “Doktor mu?” dediğini duydu. Mahcupça başını öne eğen kadın sessiz ve uslu bir çocuk gibi az önce adının Melih olduğunu öğrendiği adamın ayağını kontrol etmesine müsaade etti.

Melih Gökçe’nin ayakkabısını çıkararak tam bir kontrol sağladıktan sonra “Çok korkulacak bir şey yok ama yarın sabaha kadar üzerine basmasan iyi edersin.” Dedi. Gökçe şansına hayran kalırken attığı ilk adımda böylesi bir kaza yaşaması sinirle gülmesine sebep oldu. Adam onun bu inişli çıkışlı hallerine anlam veremezken “Yardım isteyeceğin biri ya da bir tanıdığın var mı? Haber vereyim.” dedi. Onun sorusu ile bu defa da gözyaşlarına engel olamadı.

“Yok, benim burada hiçimsem yok, ben geçmişimi öğrenmeye kendimi bulmaya geldim buraya.” Diyerek bir anda sinir boşalması ile kurdu düşünmeksizin tüm cümlelerini. Ağzından çıkan cümlelere ise o anda pişman oldu. Vakitsiz düşünmeden kurduğu cümleler hiç tanımadığı yabancı bir adam tarafından öğrenilmişti.

“Anlamadım.” Dedi onu sorgularcasına bakıyordu.

“Neyse Melih Bey, rica etsem siz bana telefonumu verebilir misiniz?” dedi. Adam kızın yere saçılan çantasını ona uzattı. Gökçe eline aldığı telefon ile bir anda duraksadı. Aklından geçenlere birden çok kızdı.

“Bu kadar mı güçsüzsün sen Gökçe? İlk düştüğün an birilerini arayacak kadar mı? Böylesine mi acizsin?” diyerek sayıklar gibi söylenmeye başladı. Eline aldığı telefonu aynı hızda çantasına geri yerine bıraktı.

“Ben size teşekkür ederim, bir şekilde başımın çaresine bakarım.” Diyerek ayağa kalkmaya çalıştığı sırada “Ah!” diye acı ile inleyerek tekrar düşeceği sırada Melih sıkıca tutarak düşmesini engelledi.

“Ayağının üzerine basmayacaksın derken ciddiydim.” Dedi kaşları çatık bir halde. Kızın tek bir cümle kurmasına izin vermeden bir anda kucağına aldı. Gökçe şaşkınlıkla ona bakarken “Ne yapıyorsun?” dedi.

“Bakın Gökçe Hanım, bu ayakla istediğiniz yere gitmenizin imkânı yok. Anladığım kadarıyla yalnız başınıza gezmeye gelmişsiniz yanınızda da kimseniz yok. Ben sizin için yabancı sayılsa da nihayetinde bir doktorum ve yardıma ihtiyacı olan bir vatandaşa yardım etmemek ne insanlığıma ne de vicdanıma sığmaz. Şimdi lütfen debelenmeyi bırakıp sakin durursanız sizi 100 metre ötedeki Mevsim

Pansiyonuna sağ salim ulaştıracağım.” Dedi.

Gökçe “Bu kadar yakında mıydı?” dedi hayretler içinde karşılık verdi.

“Elimi sıkıp nezaket göstermiş olsaydın zaten söyleyecektim.”

“Ben, kusura bakma lütfen bir anda elini uzatınca tedirgin oldum.”

“Bana açıklama yapmana gerek yok, sonuçta yabancısın ve yalnızsın, ülkede olan onca olaydan sonra tedirgin olman çok normal. Benim anlık duraksamamın sebebi o pansiyonun yıllardır müşteri kabul etmemiş olmasaydı. Şaşırdım o yüzden duraksadım bir anda.” Dedi bakışları anlık dalıp gitse de hemen kendisini toparladı. Bisikletin bulunduğu yerde az ileride bahçe kapısından “Ahmet.” Diye seslendi. Küçük yaşlarda bir çocuk birden ortaya çıkmıştı. “Melih abi.” Diyerek kıkır kıkır gülmeye başladığında, bulundukları durumdan Gökçe bir anda utandı. Hiç tanımadığı bir adamın kucağındaydı.

“Kıkırdayıp durma da şu valizi al köşeye çek. Ben az sonra almaya geleceğim.” Dedi.

“Sen nereye gidiyorsun Melih abi.” Dedi imalı bir şekilde.

“Bana bak Ahmet kırdırtma kafanı, Gökçe ablan ayağını incitti. Ben onu Mevsim pansiyonuna bırakıp geliyorum.” Dedi. Çocuğun yüzü bir anda hayalet görmüş gibi beyazlarken “Ama sen oraya gitmezsin ki.” Dedi gayet doğal bir şeyden bahseder gibiydi. Melih Ahmet’in ağzından bir şeyler kaçıracağını anladığı an “Ahmet.” Dedi yüksek ve sert bir şekilde bir nevi “Sus.” Diyordu ses tonu.

“Ta-tamam Melih abi.” Dedi kekeleyerek. Gökçe kısa bir anda yaşanan bu zamansız ve gereksiz gerilime anlam veremedi. Melih de tek bir şey söylemeden gözlerini uzak bir noktaya dikerek kucağındaki kadını incitmekten korkarcasına adım adım yıllardır adım atmaktan imtina ettiği Mevsim

Pansiyonuna ilerlemeye başladı. Gökçe tedirgin bir şekilde sorup sormamakta kararsız bir halde “Ahmet, neden öyle söyledi?” dedi.

“Geçmiş.” Dedi tek kelimeyle daha sorma der gibiydi kaçırdığı ela gözleri.

“Geçmiş tam da geçmemiş gibi sanki.” Dedi ama adamdan karşılık olarak derin bir soluk verme oldu.

Bazen geçmiş tüm zamana rağmen asla geçmez orada öylece durup kalır.

***

Melih ağır ağır ilerlerken karşısına çıkan kapı ile bir anda duraksadı. Kalbinin hızla atışını ve soluk alıp vermelerinin süratini hisseden Gökçe “İyi misin?” dedi sorgulayan bakışlarla. Onun seslenişi ile saçmaladığını fark eden Melih “İyiyim.” Dedi başka bir kelime kullanmak istemediğini net bir şekilde hissettirdi. Adamın bir anda büründüğü soğuk tavırdan huzursuzlaşan kadın bir an önce ulaşmak istediği yere varmak istiyordu. Can sıkıcı bu durumdan bir an önce kurtulmak istiyordu.

Mevsim pansiyonunun kapısının üzerinde onlarca minik küçük süslememler vardı. Bahçe kapısı olduğunu anladığı kapının üzerinde pembe begonviller insanın içinde sıcacık gülümsemelerin oluşmasına sebep oluyordu. Melih kapıyı tıklatma gereği duymadan ezbere bilir gibi adımlamıştı bahçenin içine doğru. Kapıdan içeriye adım attığı an gözleri 2 çift gözle buluştu. Bahçe içindeki çardakta bulunan masada kahve içen iki yaşlı kadının yüzlerindeki gülümseme an be an solarken bakışları bir Gökçe’ye bir de onu kucağında tutan Melih’e kaydı. Korku dolu bakışlar ile ayaklanan yaşlı kadınlar büyük bir tedirginlikle ayağa kalkarak onların yanına geldi. Melih otomatikleşmiş gibi usulca Gökçe’yi yere bıraktığında bakışları öfke ile bu iki ihtiyara döndürmüştü.

“Zahide teyze pansiyona müşteri almaya başlamışsın hayırlı olsun.”

“Sağ ol Melih.” Dedi artık gitmesi gerektiğini hissettirmekti niyeti.

“Tanıyorsun galiba Gökçe’yi, kimdir, nedir, necidir? Diye sormadığına göre.” Derken süzmeye başladı yaşlı kadınları.

Zahide hanım huzursuzca yerinde kıpırdanarak onlara anlam veremez halde bakan Gökçe’yi oradan uzaklaştırması gerektiğini fark etti.

“Safiye, sen Gökçe kızımızı hazırladığımız odaya yerleştir ben de Melih ile ilgileneyim. Zahmet etmiş buralara kadar.”

Safiye Hanım, acele ile Gökçe’ye yürümesi için yardım ederken arkasını döndü bir anda ve Melih’e

“Yardım ettiğin için teşekkür ederim Melih.” Dedi. Başını tebessüm ile aşağı yukarı salladı. Gökçe

Safiye Hanım ile ağır aksak odasına doğru ilerlerken Zahide Hanım Melih’in kolundan tutarak sürüklercesine onu bahçeden dışarıya çıkardı.

“Senin burada, bu evde ne işin var Melih? Hangi yüzle hangi cüretle buraya gelmeye cesaret edersin.”

“Ben sadece yardım ettim Zahide teyze.”

“Yardım etme evladım, sen bizim ailemizden hiç kimseye yardım etme.”

“Ailemiz derken, yoksa Gökçe.”

“Ne Gökçe’si Melih, ne saçmalıyorsun sen? Yetmedi mi bize yaşattıkların, almadın mı intikamını evladım. Soğumadı mı hala için, daha ne istiyorsun bizden.”

“Zahide teyze ben…”

“Sus artık Melih, Derya’mın hayatını mahvettin? Daha ne istiyorsun? Gelme dolaşma buralarda.”

Adam Derya’nın adını duyduğu an bir an nefesinin kesildiğini hissetti.

“Derya, o nerede? İyi mi?” dedi mahcupça başını önüne eğdi.

“Anma Derya’mın adını ağzına.” Dedi parmağını havada tehditkâr biçimde sallarken “Zaten öğreneceksin benden duy ve çek git buralardan. Derya geri dönüyor, senin ona yaptıklarından sonra gelmem diye yemin ettiği topraklara sonunda geri dönüyor. Eğer yanına yaklaşır onun aklını karıştırmaya çalışırsan ahtım olsun seni öldürürüm, o gün yapamadığımı bu defa yapar seni yaşatmam Melih. Duydun mu beni? Bizden de ailelerimizden de, Derya’dan da, Gökçe’den de uzak duracaksın.” Dedi tüm öfkesini kusan kadın iki eliyle onu geriye doğru ittirerek bahçeye geriye döndü.

Melih iki yanındaki yumruğunu sıkarken içinde dolup taşan öfkesine yine yenik düşmek üzereydi. Sıktığı dişlerinin arasından “Hepsi senin yüzünden, hepsi.” Diyerek zehir gibi fısıldadı.

Ağzınızdan çıkan her bir cümleyi akıl terazisine yerleştirmezsen istemediğiniz her kelimenin cümle hali ile karşınıza dikilmesine hazırlıklı olmanız gerekir. Düşünmeden söylediğiniz her bir cümlenin karşılığında aynı cüretkâr tepki ile karşı karşıya kalırsınız.

Hayatta ki tüm riskleri hesap edebilir misiniz? Kabul edemediğiniz tüm gerçekler bir gün risk diye karşınıza çıkabilir mi?

Söz konusu yol ise; önemli olan kararlı bir şekilde o yola çıkmak mı? Yoksa çözüm bilincine ulaşamamış, yolları keşfetmeye cesareti olmadığı için yola devam edememek mi?

Yaptıklarınızın, yaşayacaklarınızın, yaşadıklarınızın sorumluluğunu alabilmeli insan. Kendi hayatında olup bitenlerden başkalarını sorumlu tutmak tüm olanları karşı tarafa yansıtmak ne kadar tutarlı ve doğrudur. Bu yansıtma işi hayal edildiği gibi kişiye bir düzen getirir mi? Kişiliği oturmayan insanların ağzından dökülen cümleler muhakkak ki onun canını yakar.

Loading...
0%