Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm

@ugurluay

51.BÖLÜM

Nağme elinde tuttuğu tepsi ile içeriye girmişti. Vakit geceye çoktan esir olmuştu. Gökçe’nin vedasının ardından Efe ve Çakır Nasuh Babanın yanında daha fazla duramamışlar ve Nağme ile birlikte onun kafesine gelmişlerdi. Vakit gece yarısını bulmuşken elinde tuttuğu tepsideki çayların bir nebze olsun bu adamları sakinleştirmesini istiyordu. Hiçbiri onun öylece çekip gitmesini istemiyordu ama Gökçe’nin isteğine karşı gelmeye güçleri yetmemişti. Nağme çayları masanın üzerine yerleştirirken gözleri Efe’nin dalıp giden bitkin çehresine kaydı. İçinden fırtınalar koparken dışına yansıyan sadece sessizlik oluyordu. Canı öylesine yanıyordu ki ama dilinden tek bir kelime çıkmıyordu. Nağme olanları hazmetmeye çalışsa da Çakır sakinliğini korumayı başaramıyordu. Nağme’nin kendi önüne koyduğu çaya öfke ile bakan adam “Sen ciddi misin Nağme? Şimdi hiçbir şey olmamış gibi oturup çay mı içeceğiz?” dedi dalga geçer gibiydi surat ifadesi.

Nağme onun bu tavrı ve iğneleyici cümlelerine sinirlense de sevdiği adamın can yarasını anlıyordu, anlamaya, anlayışlı olmaya çalışıyordu.

“Ne yapalım Çakır? Söyle ne gelir elimizden başka. Lütfen artık biraz sakin olmayı dene.” Diyerek sandalyeye oturdu. Efe kaşları çatılmış bir halde her an patlamaya hazır ikiliyi süzmeye başladı. Çakır bir hırsla ayağa kalkıp sandalyenin arka kısmına geçerek sandalyenin arka kısmını sıkıca kavradı.

“Sakin mi olayım? Gerçekten şu an sakin kalmamı mı istiyorsunuz? Bu nasıl saçma bir beklentidir Allah aşkına.”

“Çakır.” Dedi kadın adamın eline uzandığı sırada sertçe geriye doğru ittirdi onun elini. Bu hamle Efe’nin de sabrının taşmasına sebep oldu. Hiç kimse onun yanında bir kadına bu şekilde davranamazdı. Bu çok sevdiği arkadaşı sevdiği kadının abisi olsa bile. Canı burnundayken daha fazla dayanamayan Efe hırsla ayağa kalkarak onun karşısına yıkılmaz bir dağ gibi dikildi.

“Hareketlerine dikkat et Çakır, sınırı aşıyorsun.”

“Allah Allah, öyle mi beyefendi? Dağdan geldin bağdakini mi kovamaya niyetlisin şimdi de.”

“Giderek saçmalıyorsun, kendine gel dedim sana. Sonunda pişman olacağın şeyler yapma.” Diyerek yakalarından yapıştı adamın.

“Gelmezsem ne olacak Efe Efendi? Söylesene gelmezsem ne olacak? Senin efeliğin anca Ferit’e söker bana değil.” Dedi arkadaşının yakalarına yapıştı. Efe daha fazla dayanamayarak arkadaşının suratına onu kendine getirmesi için sert bir yumruk indirdi ve yere süratle düşmesine sebep oldu. Boşluğunda yediği hamle ile hırsla yere savrulan adam arkadaşının üzerine gittiği an Nağme “Yeter.” Diye haykırdı. Mekânın içinde acının, kederin, hüznün, ıstırabın sesi yankılanırken iki adamda yaptıkları hatanın farkına vardılar.

“Yeter artık durun. Bıktım küçük çocuklar gibi didişip durmanızdan.” Diyerek boğazından gün boyu tuttuğu hıçkırık firar etti.

“Nağme.” Dedi Çakır biraz olsun kendine gelirken ona doğru bir adım attı.

“Sakın yaklaşma Çakır, dur olduğun yerde.” Dedi. Onun sert tepkisi adamı buz heykeline çevirmeyi başardı.

“Ne yaptığını sanıyorsun Çakır? Ne yapmaya çalışıyorsun? Anlıyorum kardeşin, canın, kanındı giden ama Gökçe sadece senin değil bizim de parçamızdı. Biz de üzgünüz, kırgınız, yorgunuz bizim de canımız yanıyor. Bak şu mekâna, ben Gökçe ile adam edeceğim işleri yoluna koyacağım dedim. Ama Gökçe gitti. Çünkü kendisi için gitmesi gerekiyordu. Gökçe aklındaki sorulara yanıt bulamadığı sürece huzur bulamayacak. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. İzin ver özünü kökünü senin gibi o da öğrensin. Zamanında sen de gitmişsin. Onun da bilmeye hakkı var. Ezbere cümleler ile değil yaşayarak öğrenmeye, ait olduğunu hissetmeye ihtiyacı var. ” Dedi Efe’nin bakışları birden Çakır’a döndü. Bu ayrıntıları bilmiyordu. Efe Gökçe’nin nereye gittiğini dahi bilmiyordu. Ama Çakır biliyordu ve bunu Nağme’ye de anlatmıştı.

“Sen nereye gittin Çakır? Gökçe şu an nerede?” dedi refleks olarak ezbere çıkmıştı cümleler dilinden.

Çakır söyleyip söylememek arasında kararsız kalmışken Nağme kırdığı potun farkına vardı. Derin bir nefes bırakan kadın saçlarını havalandırıp ikiliyi süzdü. Bir eli belinde diğer elini Efe’ye döndürerek “Anlat ona Çakır, Efe’nin de hikâyedeki esik kalan kısımları bilmeye hakkı var.” Dedi ve sessizce kapıya yöneldi. Tam kapıdan çıkacakken arkasına döndü “Ben yukarıya yatmaya gidiyorum. Elimde avcumda bir burası kaldı onu da sizin kavga gürültünüze heba etmek istemiyorum. İşin özeti sabah kalktığımda mekânımı yerli yerinde görmek istiyorum. Sizde oturup her şeyi eski günlerdeki gibi adam gibi sakince konuşun.” Diyerek hızla oradan uzaklaştı. Son cümleleri sadece temenniydi. Bu iki deli bir arada oldukça daha çok hır gür çıkardı aralarında. Sonra bir an gökyüzüne baktı. Yıldızların ışıl ışıl parladığı gecede “Ah be Gökçe’m, beni ne diye bu iki deliyle yalnız bıraktın ki?” dedi ve evinin merdivenlerine huzursuz bir uyku uyumak için yöneldi.

***

Efe, Nağme’nin neyi kastettiğini anlamamıştı ama duyacakları hiç de hoşuna gidecek gibi gelmiyordu. Çakır dudağının kenarından sızan kanı masanın üzerinde bulunan peçete yardımıyla silip az önce burun kıvırdığı iki bardak çayı alarak kapıya yöneldi. Tam çıkmak için yeltendiği sırada Efe’nin hala ayakta kala kaldığını gördü.

“Ne bekliyorsun, davetiye mi çıkarayım. Gelsene .”

Efe huzursuzca yanında kıpırdanıp ona doğru yöneldi. Kafenin merdivenlerine oturup açık havada konuşmanın daha iyi olacağını düşünen Çakır elinde tuttuğu bardağı ona uzatarak merdivenlere oturdu. Gecenin tüm karanlığına inat ışıl ışıl parlıyordu yıldızlar. Ve aynı şehirin olmasa da aynı gökyüzünü paylaştığını düşünerek huzur bulmak istiyordu iki yaralı yürek. Efe’de merdivenlere oturdu elindeki bardaktan bir yudum çay alarak gözlerini yıldızlara dikti.

“İçimden bir ses bu konuşma sonunda yüreğimin daha çok daralacağını söylüyor.”

“Bazen kaçışlarımız yoktur Efe, sen de tam olarak o andasın. Nasuh Baba bana çok kızacak ama susmanın anlamı yok. Çünkü Nasuh Babayı dinlemeye artık niyetim yok.”

“Ne demek o?”

“Nasuh Babayı dinlemeyeceğim ve yarın Gökçe’nin peşinden gideceğim, çünkü onun bile hesap edemediği şeyler var.”

“Anlat artık Çakır, meraktan ölmemi mi bekliyorsun?”

“Nasıl anlatayım be birader, konuya nereden nasıl gireyim? Gökçe…” dedi bakışlarını kaçırdı. “Amasra’ya hiç gitmemeliydi.”

“Amasra mı? Orası ne alaka?”

“Amasra ya, anamın babamın memleketi, kendini bulmak için gittiği yerde başına şimdiden iş açmayı başardı benim canım kardeşim.”

“Ne demek istiyorsun?” diyerek hızla ayağa kalktı. “Gökçe’nin başına bir şey mi geldi?”

“Otur şuraya birader ya.” Diyerek elinden tutarak az önce kalktığı yere geriye oturttu.

“Gelmedi, ama her an gelebilir. Benim bunu önlemem lazım. Gökçe’nin yaşadığını öğrenmemeliler. Ben ilk bilseydim oraya gittiğini ölürdüm de asla izin vermezdim. Babaannem ve anneannem arayınca…”

“Bir dakika bir dakika sen, ailenden birileriyle mi görüşüyorsun? İyi de bundan Gökçe’nin haberi yok.”

“Of! Efe sözümü iki de bir bölersen sabaha kadar neticeye varamayız. Sus da beni bir adam akıllı dinle, çünkü sürekli başa saracak gücüm yok.”

“Tamam anlat sende o zaman, bölük pörçük değil dümdüz anlat.”

“Bak benim annem ve babam Amasra’dan İstanbul’a okul okumak için gelmişler. Birbirlerini sevmişler ama evliliklerine aileleri izin vermemiş. Annemi de okuldan alıp hemen başkası ile evlendirmeye kalkmışlar. Babam düğün gecesi nikâh kıyılmadan annemi kaçırarak evlenmiş. Aileler zamanla yumuşamış ve benim doğumumdan sonra da onları affetmeye karar vermişler. Tüm düşmanlıkları geride bırakmaya niyetlenmişler. Ta ki annemi zamanında evlendirmeye niyetlendikleri adamın babası annemlerin memlekete döneceği gün dedemlerin hep bir arada bulunduğu bir an evi basarak katliam gerçekleştirmiş. Oğlunun hayatını mahvettiğini düşündüğü için silahla ev basmış. Mevsim pansiyonu anneannemlerin pansiyonuymuş. O gün yaşanan katliamda müşterilerin çoğu, iki dedem, teyzem ve eniştem vefat etmiş. Yaşanan olaylardan ötürü annemler geri dönememişler. Daha doğrusu geride kalan büyük annemler korkmuşlar onlara da bir şey olur diye. Etrafa da onları istemediklerini yaymışlar. Peşlerine düşmesinler diye. Büyükannemler birlikte mevsim pansiyonunda kalıyorlar. O günden sonra oraya müşteri asla almamışlar. Safiye ve Zahide isminde iki ton ton ihtiyar. Onlarla görüşüyorum ama telefonda, varlığımı bilmemesi gerekenler var çünkü. Bir nevi kan davası olayına döndürdüler işi.”

“Yıllar geçmiş üzerinden artık unutulmuştur Çakır, bunca yıl sonra bunun peşine düşecek değillerdir.”

“Öyle değil işte birader. İş daha da vahim bir hale geldi aslında.”

“O ne demek Çakır? Neyi ima ediyorsun sen?”

“Bir dağın yürüdüğüne duyarsanız inanın, bir insanın huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın demişler(Hadisi Şerif), insanın özü değişmez işin aslı. Katliamın yaşandığı gün kurtulanlar arasında kuzenim Derya’da varmış. Büyümüş, olgunlaşmış, evlenecek çağa gelmiş. Konservatuardan mezun olmuş. Sonra bir gün biri çıkıyor karşısına aklını çeliveriyor. Sonra evlenmek istiyor. Kuzenimin beni aradığını evleneceğini söylediği gün dün gibi zihnimde. Çok mutluydu. Ta ki nikâh masasında tüm kasabanın önünde terk edilene kadar. Evleneceği adam yıllar önce annemin evlenmeyerek kaçtığı adamın oğlu Doktor Melih’ti. O da kendince ailemizden bu şekilde intikam almış. Kuzenimin hayatı mahvoldu. O mutlu cıvıl cıvıl kız gitti, yürüyen bir enkaza dönüştü. Müziğe sarıldı. Turneden turneye katıldı. Yeni yeni kendisini toparlamıştı. Gökçe’nin geldiğini öğrenmiş. Sırf onun başına bir iş gelmesin diye onun için geriye dönmem diye yemin ettiği Amasra’ya geri dönüyor. Eğer zamanında kardeşimin ismini değiştirmemiş olsalardı o it herif Gökçe’ye ulaşacak, Derya’ya yaptığını aslında Gökçe’ye yapacaktı. İşte bu yüzden benim oraya gitmem gerekiyor. Çünkü bugün benim belayı çeken canım kardeşim ayağını burkup pansiyona o it herifin kucağında girmiş.” Dedi burnundan soluyarak.

Efe elinde tuttuğu bardağı öylesine sıktı ki çatırdama sesiyle elinden akıp giden kanlar aynı ana denk geldi. Çakır bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu ve bu yönde bir tepki vermedi.

“Büyük annemler onun yanında, Derya yolda sabaha varır, ben de yarın çıkacağım yola, o it herifin aynı gün onun karşısına çıkması tesadüf olamaz. Buna izin vermem anladın mı?” dedi. Efe gözleri kızarmış bir halde bakışlarıyla öylesine tehditkâr sözler savurur gibiydi ki… Usulca yerinden kalktı kanayan eline inat acıyan canını yok sayarak cebinden çıkardığı telefonla bir numara tuşladı. Çakır ona hayretler içinde bakarken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.

“Alo Nağme, soru sormuyorsun, neden niçin demiyorsun? Hemen hazırlanıp aşağıya iniyorsun, dönüşümüz belli değil. Tamam bekliyorum.” Dedi ve telefonu kapattı.

Çakır “Hayırdır birader.” Dedi.

“Amasra’ya gidiyoruz, yarın değil şimdi.”

“Sen nereye Efe?”

“İster gel ister gelme, bunca şeyi öğrendikten sonra Gökçe’yi o şerefsizin insafına bırakacak değilim. Bundan sonra ne olacaksa ikimize birden olacak. Ölüm de yaşam da…” dedi. Çakır duyduğu cümle ile yüzünde tatminkâr bir gülümseme oluştu. Onun bu gülüşü Efe’nin bakışlarıyla onu sorgulamasına sebep oldu.

“Biliyor musun? Bu anlattıklarımı Ferit’te biliyordu.”

“Biliyordu ve onun öylece gitmesine izin verdi öyle mi?”

“Boşanmayı neden kabul etti sanıyorsun. Başına bir iş gelecek korkusuyla arkasına bakmadan kaçtı insafsız. Hiçbir zaman kalıbının adamı olmadı ki it herif.”

“Elimde kalmadığına dua ediyorum. Onun ne mal olduğunu biliyordum da zamanında Gökçe’nin gözünü açıp göstermeyi başaramadım ki…”

“Hop kardeşime laf edeceğine sen kendi tepkilerine bakacaksın. Adam gibi davranaydın da kaybetmeseydin kardeşimi.”

“Bak Çakır damarıma basma.”

“Basarsam ne olur bilader.” Tam ona doğru yönelmişti ki “Eee yok artık.” Dedi Nağme. İkili bir anda bakışlarını çevirdiğinde elinde iki büyük valizle onlara doğru gelen Nağme’ye şaşkınlıkla baktılar. Çakır Nağme’ye “Sen ne ara hazırlandın? Hem de iki büyük valizle?”

“Konuşmanın buraya varacağını biliyordum zaten valizlerim hazırdı. Gökçe gideceğim dediği an bende valiz hazırlamaya başlamıştım. Sonumuzun yolculuk olacağı belliydi zaten.” Dedi kıkırdayarak.

“Gençler hadi yardım edin de gidelim artık.” Dedi valizleri onlara bırakıp Efe’nin aracına doğru yöneldi.

“Eee hadi gelsenize neyi bekliyorsunuz?”

Çakır şaşkın bir halde Efe’ye bakarken “Bazen Nağme’yi gerçekten tanımadığımı düşünüyorum.” Dedi. Geride bıraktığı valizlerin birini Efe diğerini Çakır alırken Efe “Akrabam diye demiyorum ama daha şaşıracağın çok şey yaşatacak sana. Gözünü korkutmak gibi olmasın ama şaşırma alış bu tarz şeylere yani.” Dedi.

Çakır teslim olurcasına ellerini havaya kaldırırken Efe’nin bir yanı huzursuz sürücü koltuğuna doğru yöneldi. Yüzündeki gülümseme an be an solarken şimdiden öfke ruhunu esir almıştı. Gökçe’ye dokunan o parmaklar ile tek tek ilgileneceğine dair düşünceler ile biraz olsun kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu. Yolu Amasra iken yeni hedefi Doktor Melih’ti. Bakalım bu yol onları hangi maceralara götürecekti.

Loading...
0%