@ugurluay
|
54.BÖLÜM İnsanın içinin acıması nedir bilir misiniz? Bunu içinin acıyanın gözlerinden okuyabilir misiniz? Gökçe annesinin annesi Zahide Hanım ve babasının annesi Safiye Hanımın gözlerinden hissettikleri alazlı kederi okuyabiliyordu. Efe ile yakınlaşmalarının ardından bir süre el ele dolaşan çift Mevsim Pansiyonuna geriye döndüklerinde herkesin dinlenmeye çekildiklerini gördüler. Ayakta kalan sadece iki tatlı ihtiyardı. Aslında sabırsızca bekledikleri kişi Gökçe’ydi. Kapıdan adım atar atmaz gözleri hasretle parladı ikili tatlı ihtiyarın. Efe hanımlara çok yorucu bir yolculuk geçirdiğini, dinlenmek istediğini söyleyerek Gökçe’yi büyük anneleri ile yalnız bırakmıştı. Efe’nin olgun ve anlayışlı tavrına minnettardılar. Bahçeden dinlenmek için ayrılmasının ardından Safiye Hanım ayaklanıp dünden bu yana yapmak istediği şeyi yaparak elleriyle yüzünü hasret ile okşadı “Zahide baksana ne kadar da güzel Esma’mıza benziyor, tıpkı annesinin gençliği…” kolları arasına aldı torununu. “Gökçe’m.” Kolları yılların hasretine dindirmek ister gibi sarıp sarmalarken Gökçe nasıl karşılık vereceğini bilemedi bu içten kadına. Ellerini titreyerek kaldırıp oda Safiye Hanıma sarıldığında kadının boğazından bir hıçkırık firar etti. “Kuzum benim, oğlumun emaneti, kadersiz kınalı kuzum benim.” Dedi kokusunu içine çekti derince “Evladımın evladı, nasıl baban gibi güzel kokuyorsun.” Dedi öyle umut ederek hayal etmişti. Eşleri bir katliama kurban gittiğinden bu yana birlikte yaşayan Zahide Hanım araya girerek “Aaa ahretlik dur iki dakika açma hemen çeşmeleri, bu güzel kıza gözyaşı döktürmeyeceğiz diye söz vermedik mi biz? Ağlamak yok artık.” diye çıkışırken birbirine kenetlenen babaanne torunu ayırarak ortamdaki duygusal havayı dağıtmak istedi. Gökçe’nin elinden tutup içeriye doğru çekiştirirken “Sana güzel bir sürprizimiz var.” Dedi. Safiye Hanım da ahretliği ve torununun peşinden ilerlerken pansiyonun içinde bir odanın önüne geldiler. Kapının üzerinde gizli bölme gibi bir alandan bir anahtar alarak Gökçe’ye doğru uzattı. “Al güzel kızım.” Gökçe sorgularcasına ananesinin hüzün kokan bakışlarında buluşturdu gözlerini. “Bu oda?” dedi ne sorması gerektiği hakkında çok kararsız kalan genç kız binlerce soru soruyordu bakışlarıyla daha yeni tanımaya başladığı iki kadına. “Nasuh Bey senin özünü kökünü araştırmaya geldiğini söyledi. Bak güzel kızım burası senin annenin gençlik odası, yıllardır hiç bozmadım burayı. Sadece temizledim ama tek bir eşyanın yerini dahi değiştirmedim. Annen zamanında giderken nasıl bıraktıysa öyle kaldı. İlk önceleri annen geri döner diye sonra ise babanla dönünce kendi kalır diye hiç değiştirmedim tek bir eşyayı bile.” dedi sesi titremeye başlamıştı. “Ben onun öldüğünü asla kabul etmedim güzel kızım. Onun bedeninin kara toprağın altında olduğunu asla kabul etmedim, içim almadı. Buradan bu odadan başla istedim anneni tanımanı.” Cümleleri acı ile titriyordu kadının. Gökçe öylesine içlenmiş, öylesine duygulanmıştı ki. Böyle bir oda ile karşılaşma ihtimalini hiç düşünmüyordu. Şimdi kendisine uzatılan anahtara bambaşka hisler ile çok farklı bakıyordu. Büyük bir bilinmezliğe adım atacağını hissetse de parmaklarının ucundaki o tatlı merak yaşlı kadının elindeki anahtarı almasını sağladı. Elleri titreyerek, kalbi hızla çarparken anahtarı kapıya yerleştirip usulca çevirdi. Kulaklara dolup taşan o açılma sesi derin bir soluk bırakmasına sebep oldu. Kalbi kulaklarında atar gibiydi. Gökçe odanın kapsını hafifçe araladığında onu derin büyük bir ıssızlık karşıladı. Gözleri akmaya hazırlanmışken Safiye Hanım “Sen içeriyi dolaş, annenin eşyalarına bak. Biz seni bahçede bekliyoruz tamam mı güzel kızım?” diyerek sırtını sıvazlarken asıl niyeti ona güç vermekti. Bu anı yalnız başına yaşamasını istemişlerdi. Sonrasında soracağı tüm sorulara cevap vermek için bahçede onu bekleyeceklerdi. Gökçe tek bir kelime dahi söyleyememişti. Safiye Hanım ve Zahide Hanım sessiz olmaya özen göstererek genç kızı rahatsız etmeden oradan uzaklaşmışlardı. Gökçe hafif aralık kapıdan adım atmak için derin bir soluk alıp verdi. Ağır adımlar ile odanın içine doğru ilerledi. Daha ilk adımda kalbinin kimsesiz kalmış yanının üşüdüğünü hissetti. Geçmişin izinde kaderi ona ansızın bir kapı aralamış gibiydi. Farklı bir hissiyata bürünmüştü çocukluğu. Durduk yere içini bir ağlama duygusu kaplamıştı. İçi ürperen kadın dünya ayakları altından kayıp gidiyormuşçasına yalpalayarak odanın içine doğru ilerledi. Çok fazla eşyası olmayan, küçük şirin bir odaydı. Derince içine çekti odanın kokusunu sanki hiç görmediği, tanımadığı annesinin kokusunu hissetmek ister gibiydi. Sanki bir hayal bir rüyaydı yaşadığı. Uyanacak ve her şey bitecekti sanki. Küçük, şirin bir oda. Tek kişilik bir yatak. Yanı başında bir çekmece. Hemen karşısında aynalı bir konsol vardı. Bir çalışma masası, sandalyesi ve üzerinde minik bir kitaplık çaprazında ise bir elbise dolabı vardı. Gökçe çalışma masasına doğru ilerledi. Üzerinde bulunan mini kitaplık içinde bulunan kitaplara bir bir dokundu, Zamanında annesinin parmak uçlarını değmiş olma ihtimalinin heyecanıyla. Kitaplar içinde pembe bir kitap dikkatini çekti. Elini uzatıp kitabı aldığında üzerindeki isme gözü kaydı. Özlem Uğurlu Aydın’ın Umudum Aşk kitabıydı. Arka kapaktaki yazıya ilişti gözü “Aşktan umudunu yitirmeyenlerin hikâyesi.” Yazıyordu. “Sende aşktan umudunu yitirmemiştin öyle değil mi annem? Babamdan asla vazgeçmemiştin.” Gökçe’nin suratında acı bir tebessüm belirdi. Sayfaları çevirdi üstün körü ve o anda bir şey fark etti. Kitabın içinde bir zarf vardı. Kitabı masanın üzerine geriye yerleştirdi ve zarfı eline aldı. Annesinin yatağına oturup gözlerini camdan dışarıya döndürdü. Okuyup okumamak arasında karasız kaldı. Okursa saygısızlık yapma ihtimalini düşünse de içindeki merak duygusuna yenilip zarfı açmaya karar verdi. Zarfı açtığında onu karşılayan bir mektup ve fotoğraftı. Fotoğrafı gördüğü an nefesinin kesildiğini hissetti. Fotoğraftakiler birbirine aşk ile bakan bir çiftti. Kimsenin bir şey söylemesine ya da anlatmasına gerek yoktu. Bu fotoğraftakiler annesi ve babasından başkası değildi. Babaannesinin dediği gibi Gökçe tıpatıp annesinin gençliğinin bir yansıması gibiydi. “Annem, babam.” Dedi fısıltı halinde gözleri dolu doluydu. Annesini, babasını öğrenmiş olsa da bir kere bile fotoğraflarını görmemişti. Ama şimdi zamansız önüne düşen fotoğraf canını yakarken özlem ateşini alevlendirmişti. İnsan hiç görmediği tanımadığı birini delicesine özler miydi? İşte şu anki hali büyük bir cevap niteliğindeydi. Gözünden dökülen bir damla yaş fotoğrafın üzerine düştü. Fotoğrafın arkasını çevirdiğinde ise “Ne senden ne de bize dair umudumdan asla vazgeçmeyeceğim Esma’m.” Yazıyordu. Babasının yazıları üzerinde gezindi parmakları “Nasıl da sevmişsin annemi baba.” Dedi şefkatle gülümsedi. Eli bu defada sararmış, katlanmış, yılların yükünü omuzlarında taşıdığını hissettiren mektuba gitti. Çok narin dikkatli bir şekilde davranarak mektubu açtı. Karşısına çıkan gözünün aşina olduğu el yazısı az önce fotoğrafın arkasındaki yazının aynısıydı. İçini tarifi imkânsız bir heyecan, tatlı bir telaş sarıp sarmalamıştı. Sıradan duygulara ev sahipliği yapmıyordu yaşadıklarıyla mecalsiz kalmış bedeni. “Sevgilim, ömrümü adadığım çöl gülüm benim. Çölün içinde büyüyen nadide çiçeğim, yaşamama sıkı sıkı tutunmama sebep olan tek şey aşkın iken son mektubunda bu aşktan vazgeç, sonumuz yok demişsin bana. Çöllerde gezerken susuzluktan ve sevgisizlikten yok olmak üzere olan yüreğime bir merhem gibi geldin sen. Mecnun’un yanından ayırmadığı çöl gülü gibi ben de bir an olsun ayırmadım aşkını da sevgini de… Bugüne kadar aşk üzerince binlerce cümle kurulmuş Esma’m. Misal; Aşka uçarsan kanatların yanar! demiş Şirazi. Aşka uçmazsan kanat neye yarar? demiş ona Mevlana. Aşkı bulduktan sonra kanadı kim ne yapar? diye karşılık vermiş Yunus Emre. Şimdi söylesene bana ben senden, aşkımızdan, gelecekte biz olma ihtimalimizden vazgeçebilir miyim? Buna ne senin sözlerin, ne yarın gece olacak düğünün ne de aşkımıza bizi dinlemeden soluksuz karşı çıkan ailelerimiz engel olabilir.
Vazgeçmiyorum, seninle yarın gece her zaman buluştuğumuz yerde sonsuza kadar biz olmak için seni bekliyorum. Doğup büyüdüğümüz bu memlekette, ailelerimizde bize el oldu artık. Ben senin yanında, aldığın nefesin dibinde evimi yeni baştan inşa etmek, kalbini memleketim bilmek istiyorum. Yarın gece Çiçek yanında olacak, tamam dersen seni bana getirecek. Nasuh ve Çiçek bize kaçmamız için yardım edecek. Her zaman buluştuğumuz yerde nişan yüzüklerimizle seni bekliyor olacağım. Yalvarırım bir başkası için o gelinliğe giyerek beni kefensiz mezara koyma. Yalvarırım bana da aşkımıza da güven. Seni Sonsuza Kadar sevecek tek adam, Canpolat’ın.” Gökçe okudukları ile şaşkınlığını gizleyemedi. Annesi ve babasının kaçmasına yardım eden Nasuh babası ve Çiçek teyzesiymiş. Onların evliliği, bu memleketten kaçışlarının asıl mimarı gözünün önündeki insanlarmış. Ama ona bir kere bile olaylar ortaya çıktıktan sonra bile bu konuları anlatmamışlardı. Bir an gözünün karardığını hissetti. Eli kalbinin üzerine giderken hızlı hızlı soluklar alıp vermeye başladı. O kendisine gelmeye çalışırken birden kapı çalındı. Cevap beklemeden içeriye giren kişi Çakır’dı. Gökçe’nin bir elinin kalbinin üzerinde, diğer elinde ise mektubu gördüğü an surat ifadesindeki allak bullak olmuşluğun sebebini şimdi çok daha iyi anlamıştı. Zamanında o da her şeyi öğrendiği an benzer bir durumda kaldığını hatırladı. “Gökçe.” Geldiğini fark ettirmekti niyeti. Gökçe başını kaldırıp da ağlamaklı gözler ile abisine baktığında mektubu havaya kaldırarak sallamaya başladı. “Annem ile babamın kaçmasına yardım eden Nasuh Baba ve Çiçek teyzeymiş.” “Biliyorum.” dedi yıllardır taşıdığı sırtındaki büyük bir yükü bırakır gibi bir rahatlama ile çıkmıştı sesi. Duyduğu gerçeğin suratına yansıyan şaşkınlığına aldırmadan Çakır kardeşinin yanına ağır aksak adımlar ile ilerledi. Gökçe’nin yanı başına oturan adam gözlerini sabit bir noktaya dikmiş anlatması gerekenlere nereden başlayacağını düşünüyordu. Bir süre odanın içinde sessizliğin acı çığlığı yankılanmıştı. “Annem ve babam birbirlerini öyle büyük bir aşkın ateşiyle sevmişler ki herkes bu ateşten payına düşen nasibi almış Gökçe, bizde dâhil.” “Ne demek istiyorsun Çakır? Daha ne biliyorsun annem ve babam ile ilgili bilmek istiyorum. Bu mektubun öncesi ve sonrasında benim bilmediğim neler yaşandı? Anlat bana.” Dedi gözlerinden yanaklarına doğru yaşlar süzülüp gitmişti. Kardeşinin perişan hali içini yakmıştı adamın ama eksik bildiği yönleri de anlatmaya kararlıydı. “Tamam. Ama biraz sakin ol Gökçe, senin bu halin beni giderek endişelendiriyor artık.” Başını olumlu anlamda sallayan kadın abisinin anlatacaklarını heyecanla ve merakla bekliyordu. “Annem ve babam evlenmek istediklerinde ailelerinin aralarında süregelen bir husumet olduğundan karşı çıkılmış evliliklerine. Husumet denen mesele ise saçma sapan eskilerden kalma bir arazi meselesi. Sevgili oldukları ortaya çıkınca da ışık hızıyla annemi dedem okuldan almış. Onların zamanında bir kızın değil erkek arkadaşının olması başını yerden kaldırıp bir erkeğe bakması bile ayıp karşılanırmış. Namus demiş dedem ve hemen annemi ilk isteyene de vermiş. Melih’in babası Metin, annem ve babamın lise arkadaşıymış. Bir nevi aslında arkadaşının aşkına göz koymuş Metin. Ama ses edememiş ilk zamanlar. Ne zaman ki evliliklerine karşı çıkılmış annem ve babamın, işte o zaman niyetini açık etmiş. Çünkü Metin’in kaybedecek bir şey kalmamış. Ya bu fırsatı değerlendirip annemi alacakmış ya da… Her neyse… Babam öğrenince çıldırmış. Hem Metin’in ihanetine hem de sevdiği kızın başkasına yar olma ihtimaline. Üniversiteden arkadaşları olan Nasuh Baba ve Çiçek teyze yalnız bırakmamışlar onları. Çiçek teyze annemin üniversiteden yurt arkadaşıymış zaten. Dedem annemi memlekete getirince peşinden gelmiş Çiçek teyze de bir başına bırakmamış annemizi. Elinde tuttuğun mektup annem ve babamın kavuşmasını sağlarken aslında tahmin edemedikleri bir fitilin ateşlenmesine sebep olmuş. Annem babamın istediği gibi düğün gecesi o gelinliği giymeden Çiçek teyzenin yardımı ile kaçmış babama. Ertesi gün yıldırım nikâhıyla evlenmişler. Dedemler annemi de babamı da uzun süre affetmemiş. Gerisini biliyorsun zaten Gökçe.” Dedi daha önce anlattığı kısımları ona anımsatmaktı niyeti. “Peki ya Metin denen adam? O gece o düğünde neler yaşandı? Melih’in annesi nerede? Bir katliam gerçekleşmiş bunun başka bir sebebi olması lazım, eksik kalan kısımlar var?” “Bizi ilgilendiren kısım sadece sana anlattıklarım Gökçe, ne olursa olsun ne yaşanmış olursa olsun yaşananlar ne Melih’i ne babasını ne de dedesini haklı göstermez. O yüzden onlar ile ilgili hiçbir şey öğrenmek istemedim.” Diyerek ayağa kalktı. Gökçe’ye bir şeyleri anlatmanın bazen gerçekten imkânsız olduğunu düşündü. Eliyle yüzünü sıvalayarak kapıya doğru yöneldi. “Hikâyede eksik kalan kısımlar var.” Dedi sayıklar gibi. Çakır aklına gelenler ile birden dehşete kapıldı ve bir an geride bıraktığı kardeşine dönerek baktı. “Sakın saçma sapan bir şey yapayım deme Gökçe hikâye burada bitti. Anladın mı beni? Ötesini berisini artık daha fazla kurcalama.” “Ya Melih…” dedi gözleri titrek bakışlarla abisini süzdü. “O şerefsizden uzak duracaksın Gökçe, o adi itin ailemize yeteri kadar zararı dokundu. Derya’nın hayatını mahveden adamdan uzak duracaksın ve ben seni bu konuda bir daha uyarmak zorunda kalmayacağım.” “Çakır.” Dedi ışık hızıyla ayağa kalkarak abisinin tam karşısına geçti. “Ya kendince haklı sebepleri varsa, onun cephesinde neler yaşandığını bilmiyoruz?” “Sence hangi sebep gencecik bir kızın aklını çelip onu nikâh masasında terk etmeyi haklı gösterir bana söyler misin? Ve bu kız senin kuzenin.” “Böyle söyleyince çok korkunç gözüküyor anlattıkların ama bir şey var hissediyorum ve bunu gerçekten öğrenmek istiyorum.” Çakır kardeşinin yanağını okşayarak “Abim, güzel kardeşim sen buraya annemin babamın hikâyesini öğrenmeye geldin. Melih’in ailesinin hikâyesini değil.” “Çakır.” “Gökçe büyük annelerimiz seni dışarıda heyecan ve özlem ile bekliyorlar, merak ettiğin kısımları git ve onlara sor ama onları üzmeden yap tamam mı? Melih’in ailesi hakkında çok fazla bilgi sahibi değiller çünkü annem babama kaçtıktan sonra ailece buradan göç etmişler.” “Ama Melih burada.” “Çünkü Derya’yı terk ettikten kısa bir süre sonra her ne hikmetse buraya geri döndü ve merkezde doktor olarak görev yapıyor.” “İyi de çok saçma neden intikam aldığı halde ona kötü anılar bırakan yere geriye dönsün.” “Aaaa Gökçe yeter artık ben Melih’i konuşmak istemiyorum, o herif ile ilgili hiçbir şeyi sorgulama artık. Merak da etme bir daha hiçbirinizin etrafına yaklaşmasına izin vermeyeceğiz.” Dedi kendinden emin bir tavırla. Gökçe Çakır ile bu konuyu konuşamayacağını anlayarak onunla birlikte büyük annelerin yanına gitmeye karar verdi. Daha aklında binlerce soru varken adım adım bahçeye ilerliyordu. Neler öğreneceğini bilmeden bir bilinmeze doğru gidiyordu. |
0% |