@ugurluay
|
56.BÖLÜM Melih, Derya ile yaptığı konuşmanın ardından kendisini Amasra fenerinin dibine kadar güç bela götürmüştü. Kendisine taşıyamadığı bedeni yük olmuştu. Ağır gelmişti kızın her bir cümlesi yüreğine. Saatlerdir deniz fenerinin dibinde oturmuş ne geçen vaktin ne de gecenin ilerleyen saatlerine eşlik eden karanlığın farkındaydı. Aymaz saatler içerisinde ruhu oradan oraya sürükleniyordu. Geçmişin akla ziyan düğümleri tekrar tekrar zihninde canlanıyordu. Ne kendi unutabiliyor ne de unutturmayı dilediği kızda tesir edebiliyordu. Ne kadar uğraşsa da vicdan rahatlatma yollarının hiçbiri kar etmiyordu. Karşı gelmeye yüreği el vermediği için çaresiz boyun eğiyordu artık olanlara. Melih, Derya’nın kalbiyle bakmasını, onu hatırlamasını, merhamet mevsiminde aşk yağmurlarıyla ıslanmasını istiyordu. Günahlarını cebinden çıkartıp ortalığa saçan adamın gönlüne yük ettiği dertleri yok etmesini bekliyordu. Ağır bir hüznün ev sahibiydi adam, babasının yaptıkları kişilik yarasının oluşmasına sebebiyet verirken, geleceğine kendi elleriyle yakmasına hayatını mahvetmesine sebep olmuştu. Melih çıkılmaz bir girdaba saplanmıştı. Ellerini bacaklarına dolayıp başını dizlerinin üzerine yerleştirdiği an yok olmak istedi. Baş edemediği duyguların içinde kahrolurken hiç var olmamayı diledi. “Yolun doğru değil Melih.” Diyen hiç beklemediği ses ile birden irkilerek tepesinde dikilen adama baktı. Adını bilmiyordu ama Gökçe’nin yanında gençten adamı onunla el ele gezerken görmüştü. “Sen de kimsin?” Bir anda bedenini düzeltip, karşısında elleri ceplerinde kendinden emin duruşu ile ona bakan adama. Efe ellerini ceplerinden çıkarıp Melih’in yanına oturdu ve gözlerini ay ışığının suyun yüzeyine yansımasını seyrederken “Senin çok da tanımak istemeyeceğin insanlardan sadece birisiyim. Özellikle Gökçe’nin perişanlığına şahit olmuş yüzümle inan bana hiç tanışmak istemezsin.” “Ne saçmalıyorsun gece gece? Ne demeye çıkıp geldin buraya kadar? Hem sen beni nasıl buldun burada?” “Birincisi saçmalayan ben değilim sadece sensin, ikincisi konuşmaya geldim çünkü giderek sınır ihlali yapmaya başladın. Üçüncüsü burada olacağını Derya söyledi, çünkü zamanında buluştuğunuz yer burasıymış.” “Seni Derya mı gönderdi buraya?” Heyecanla yerinde kıpırdanırken bir umut dolup taşmıştı gözünden yüreğine. “Hayır.” Dedi adamın hevesini kursağında bırakacak tonda konuşmasına devam etti. “Derya seni ve ilişkinizi bize anlattığı sırada söylemişti. Bugün Gökçe’nin gözündeki hüzün ve perişanlığın sebebinin sen olduğunu öğrendiğim için buraya geldim.” “Benim seninle konuşacak bir şeyim yok.” Diyerek hırsla yerinden fırlayan adam ardından havada asılı kalan cümleler ile duraksadı. “İnatçılık Melih, inatçılık bir iletişim kazasıdır. Bir doktor olarak bu bilgiye benden önce sahip olman gerekirdi. İnatçılığı barındırdığın her duygu Derya ile iletişiminde defalarca kaza geçirmene sebep olacak.” Melih duydukları karşısında bir an duraksarken ne demeye çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Geriye dönerek adamın hiç de boş olmadığını dahası buraya kavga etmek için gelmediğini anladığı an omuzlarını düşürüp usulca az önce kalktığı yere geriye çöktü. Elleriyle yüzünü sıvazlayarak gecenin karanlığına derin soluklar bıraktı. “Beni anladığım kadarıyla çok iyi tanıyorsun, peki ya sen kimsin? Seni Gökçe ile görmüştüm, onun sevgilisi misin?” “Benim adım Efe, şu an için daha fazlasını bilmene gerek yok.” “Anlamadım.” “Zamanla anlarsın Melih.” Melih içi daralmış bir haldeyken karşısına çıkan bu adamdan başta haz etmese de şimdi tutunacak bir dal, kendini ifade edebileceği bir liman olarak görmeye başlamıştı. “Bak Efe ben bir çıkmazdayım, bu çıkmazın içinde kaybolup gidiyorum ve giderek yaşamak ruhuma sandığından daha da ağır gelmeye başladı.” “Melih o çıkmaza kendin girdin ve çıkmanın bir yolunu da bulmak zorundasın. İnatçı bir kişiliğin var, zamanında saçmalayan çok yakından tanıdığım birine benziyorsun ama gittiğin yol yol değil.” “Peki, sen söyle ne yapayım ben, Derya’yı kaybettim, hayatımı mahvettim, ailem desen kimsem kalmadı. Söyle ne yapayım ben?” “Aslında ne yapman gerektiğini çok iyi biliyorsun ama görmek yapmak istemiyorsun. Bugün Gökçe’ye anlattıklarınla eline geçti Melih. Sen sadece kontrolün kendinde olduğunu hissedip inatçı kişiliğinle kendini haklı göstermeye çalıştın, karşındaki insanın çektiği acıları, yaşayabileceği travmayı hiç düşünmedin.” “Hayır, yok öyle bir şey.” Diyerek itiraz etti. “Evet, var öyle bir şey, halen karşıt bir fikir duyar duymaz sana meydan okunduğunu düşünerek itiraz ediyorsun. Anne baba sevgisinden mahrum büyüdüğün ve zamanında sürekli eleştirildiğin için kendi eksikliğinin acısını karşından çıkarmaya meyillisin. Sen kendini gerçek anlamda daha tanımıyorsun bile Melih, kendi karakterine sahip çıkıp o olgunluğa erişememişsin henüz. Her zaman sen haklı olamazsın, bunun için çabalaman çok yanlış. Bir savaş içindesin ve bu savaş çevrendeki insanları bir bir senden uzaklaştırıyor. Gerçek anlamda sınırlarını belirlemediğin halde içine girmiş olduğun bu savaşı kaybetmeye mahkûmsun.” “Derdin ne senin? Gökçe’nin yaşadığı acının hesabını sormak mı? Derya’ya yaşattıklarımın bedelini ödetmek mi? Sen söylesene ne için kim için buradasın?” dedi içten içe yüreğini sarıp sarmalayan kıskançlığın esiri olmaya başlamıştı. İçinden kopup gelen suçlayıcı bir patlamanın yaşanmasına engel olacak zihin dirayetinde değildi. Kıskançlık duygusu karşısındaki adam yüzünden yüreğinde oluşan derin çatlak ile sızıp gelmişti. Yıkıcı bir enerjiye sahip olduğu Melih’in gözlerinden okunuyordu. Bugüne kadar Derya’nın etrafında hiç var olmayan erkeklerin bir bir ortaya çıkması ve koruma kalkanlarının altına almaya çabalamaları Melih’in içten içe rekabet duygusu ile tanışmasına sebep olmuştu. Bir şüphe fırtınasının içinde hapsolup kalmıştı. “Bana bak Melih zamanında bir ilişki yaşamışsın kendi ellerinle hatalı tutum ve davranışların yüzünden her şeyi berbat etmişsin. Hiç kimse değil öç alma hissiyle ilişkini sen bitirmiş, biz olma ihtimalinizi büyük bir yıkıma götürmüşsün. Geçmişinde yaşadıklarını bugün Gökçe’ye anlatman da onun vicdanını rahatsız etmek amacıyla yaptığın bir eylemdi sadece. Tek isteğin halen perdelemeye çalıştığın intikamın hislerini bir nevi açığa vurmaktı. Dilinle değil gerçekten ruhunla yaptıklarının sorumluluğunu aldığın zaman gerçekten pişman olduğuna inanacak herkes. Ama sen pisliği karıştırıp sonra da kokuyor diyemezsin. İşin özü ne yaşarsan yaşa böyle davranman gerekmezdi. Hakkın olmayan şeylere sahip olamazsın.” “Bu kadar basit değil mi? İki süslü lafın, bilimsel cümlelerinle benim yaşadığım her şeyi açıklayabildiğine inanıyorsun öyle mi? Sen ne biliyorsun Efe? Benim Gökçe’ye anlattıklarım sadece buzdağının görünen kısmıydı, benim ne yaşadığımı ancak Allah bilir. Karşıma geçip bana nutuklar falan atma. Eminim hepinizin mutlu aile hayatları, şen şakrak sosyal çevreleri, huzur dolu koruma kalkanı altında yaşadığınız gençlik yıllarına sahipsinizdir. Siz benim ne çektiğimi, neler yaşadığımı tahmin bile edemezsiniz.” “Bizimle acını mı yarıştırmak istiyorsun? Hangimizin hayat hikâyesi daha fazla can yakar bunu öğrenmek mi niyetin?” “Ne yaşamış olabilirsiniz ki? Sizin hepinizin tuzu kuru…” dedi alayvari bir ses tonuyla. “Birçok şey hakkında bilgi sahibi olduğun halde böyle konuşman şaşırtıcı Doktor. Öğreneceklerin seni sarsmasın sakın.” “Anlat da bilelim Efe Efendi, hanginiz ne yaşadı benden daha acı şu hayatta?” “En başından başlayalım o zaman Doktor.” Dedi ona doğru dönerek gözlerinin içine tiksinircesine baktı. “Senin baban Gökçe’nin annesi ve babasına ihanet etmiş bir adam Melih. Annesiz ve babasız kalan iki çocuğun yetimhanesine düşmesine sebep oldu ailen. Sahip çıkmaya cesareti olmadı Safiye ve Zahide Teyzenin. Yıllarca onlara bir şey olacak korkusuyla uzaktan uzağa büyümelerine seyirci oldular. Senin deden onların birçok aile üyesini söküp aldı onlardan. Sırf babana sahip çıkmayan deden yüzünden yaşandı tüm her şey. Gökçe yıllardır gerçek adını ve ailesini bilmeden öz bildiği kız kardeşinin zorbalıkları ile büyümek zorunda kaldı. Çakır uyuşturucu bataklığına saplandığı sürede kardeşinin yaşadığını öğrendi. Gökçe hiç yapmaması gereken bir evlilik yüzünden bir daha asla anne olamayacak. Nağme sırf sevdiklerinin hayatı için saplantılı bir herifin kurbanı oldu. Derya’nın hayatını zaten sen mahvettin, bana gelince şu hayatta yaşamaktan, nefes almaktan vazgeçmiş bir adamla ölçüşebilecek bir konumda değilsin. Şimdi karşıma geçmiş onların hayatlarının güllük gülistanlık olduğundan bahsediyorsun. Asıl sen onlar hakkında gerçekten ne biliyorsun Melih, her hayat zordur, her yaşamın kendi içinde güçlük ibresi vardır. Hiçbir şeye kader deyip geçemezsin. Çünkü kaderin gayrete olan sevdasını bilmeyen yoktur. Gayret ve çaba ise Allah’ın sana bahşettiği akıl ve beyini kullanman sayesinde elde edersin.” Dedi ayağa kalkarak ilerlemeye başladı. Ardında aklı allak bullak olmuş bir adam bırakmıştı. “Efe.” Dedi yardım dilercesine seslendi adama. Adam durdu döndü ve geriye baktı. “Ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.” Dedi çaresizce. Melih’in söyledikleri Efe’nin suratında acı bir tebessüm bıraktırdı. “Allah’ın sana bahşettiği aklı ve beyni kullan Melih, o zaman ne yapman gerektiğini zaten göreceksin. Ha bu arada Gökçe’den uzak dur, ne gözlerin ne de bedeninin herhangi bir uzvu ona değmesin. Şayet bazı anların ve durumların tekrarı yaşanırsa hiç görmek istemeyeceğin yeni yüzümle karşılaşırsın. Ama sana tavsiyem o yüzümle umarım hiç karşılaşmazsın. Çünkü beden ve akıl sağlığın için bu gerçek anlamda önem arz ediyor.” Dedi ne demek istediğini Efe’nin gözlerinden anlayan Melih tehlike sinyallerinin yandığının farkındaydı. Efe hiç de göründüğü kadar sessiz sakin bir adam değildi. Canı bildiği Gökçe’nin bugünkü halinden sonra ilk uyarıyı almıştı. Bunlardan sonra eyleme geçeceğini söylemeye gelmişti. Ve bu ihtarın altı hiç de boş değildi. Bunu adamın tehlikeli bakışlarından açık ve net bir şekilde okumuştu. |
0% |