@ugurluay
|
57.BÖLÜM İnsanoğlu alışır, zamanla bazı şeyleri de unutur. Ama ateşin düştüğü andaki o an acı alev alev yakar. Gökçe’nin yaşadığı, öğrendiği, tecrübe ettiği her şey giderek yüreğinin dayanma direncini yok ediyordu. Her defasında “Dayan Yüreğim” diyordu, ama nefes almaya başladığı anda tekrar yerle bir oluyordu. Derinden sarsılıyor, çaresizliğin acımasızca avuçları içine düşüyordu. İnsan ne kadar zamanla alışsa da üst üste gelen sarsıcı olaylar travmaların daha da ağırlaşmasına sebep oluyordu. Gökçe “Tamam bitti artık tüm sırlar.” Dediği an hayatının seyrini değiştirecek yeni şeyler öğreniyordu. Dünya ile ilişkilerini düzeltemiyor sürekli kontrolü dışında gelişen olaylar onu alt üst etmeyi başarıyordu. Geçmişin bilinmezleri, uğursuz bir tümör gibi bugününe ve geleceğine acımasızca sirayet ediyordu. Efe, Melih ile konuşmasının ardından yönünü Mevsim Pansiyonuna çevirmişti. Dakikalardır yaptığı yürüyüşün ardından şimdi pansiyonun kapısına geldi. Onca ettiği laftan sonra tükendiğini hissediyordu. Onunda giderek gücü bitmeye başlamıştı. İçeriye girip Gökçe ile ne konuşması gerektiğini bilmiyordu. Hangi konuda nasıl teselli edecekti hiçbir fikri yoktu. Derin bir nefes alıp verdi ve usulca pansiyonun bahçe kapısını açtı. Bahçenin ışıkları yansa da etrafta ölüm sessizliği hakimdi. Buna bir nebze sevinse de arkasından “Efe.” Diyen Nağme’nin sesiyle irkildi. Sessizliğin içine gizlenmiş bir Nağme mevcuttu. Efe arkasını dönerek Nağme’yi kamelya da yorgun ve bitkin gördüğünde onun içinde zor zamanların olduğunu anladı. Genç kadının başka bir şey söylemesini beklemeden ağır aksak adımlarla onun yanına gitti. Kamelyaya yanı başına oturup ayaklarını ileriye doğru uzattı. Kollarını göğsünde birleştirip başını geriye atarak gözlerini kapattı. Gerçek anlamda dinlenmeye çok ihtiyacı vardı. “Zor mu geçti Melih ile konuşman?” “O kas kafalı anlatmak istediğimi umarım anlamıştır çünkü dirayetimin kırıntıları kaldı artık, sınırlarım çok fazla ihlal ediliyor ve kendimi artık çok zor tutuyorum.” “Sakın Efe, sakın geçmişteki hatalarına tekrar düşeyim deme bu defa sonsuza kadar kaybedersin Gökçe’yi.” “Çok zor Nağme, onun gözlerimin önünde sürekli acı çekmesine dayanamıyorum artık. Bitsin istiyorum, Gökçe artık gerçek anlamda içten samimi bir şekilde gülsün istiyorum. Ama bitmiyor. Allah kahretsin bitmek yerine sürekli yeni şeyler ortaya çıkıyor.” “Kendine gel Efe, önceliklerini karıştırma sakın, bırak şu saçma sapan depresif eğilimlerini bir kenara, Gökçe’nin sana karşı sahip olduğu hisleri aklından çıkarma. Ve sakın geri dönüşü olmayan bir hata yapma.” Efe duruşunu düzeltip başını elleri arasına aldı. Acı çekiyordu ve bu alazlanan keder ruhuna ve psikolojisine ağır darbeler indiriyordu. “Gökçe nerede?” dedi konuyu değiştirmek ister gibiydi. “Odasında tahmin edersin ki hiç iyi değil. Çakır’ı bile görmek istemedi. Garibim o da kardeşinin kapısının dibinde çaresizce çöktü kaldı. Ne yapacağını hiç kimse bilmiyor. Yeni ortaya çıkanlar dehşet verici Efe. Safiye ve Zahide teyze de çok kötü durumda, onların başında da Caner ve Derya var. Sürekli tansiyonları düşüyor. Melih ne diyor peki? Bunca şeyden sonra babasını adalete teslim edecek mi?” “Bilmiyorum Nağme. Gerekli ihtarı yaptım, eğer gerekeni yapmazsa ben gerekeni yapacağım.” “Sen ne yapacaksın ki Efe? Ne yapabilirsin?” “Nağme, çok zor bir gündü ve inan çok yorgunum. Kafamı toparlayayım söz sonra her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatacağım ama şu an değil lütfen.” “Tamam.” Dedi anlayış dolu sesiyle. Efe başını teşekkür edercesine olumlu anlamda sallayıp odasına gitmek için ilerledi. Tam pansiyondan içeriye girecek iken “Efe.” Dedi yeni bir şey söyleyeceğini hissettirir gibiydi. Ama bu defa umut tınısı saklıydı kelimelerin gizli anlamında. Adam geriye dönerek “Yine ne oldu Nağme?” Dedi. “Bu haberi sana Gökçe’nin vermesini isterdim ama uzun bir süre toparlanamayacağını biliyorum. O yüzden bilmen gereken bir şey var.” “İyi bir şey değilse bu gece söyleme Nağme, inan kaldıracak gücüm yok.” “Bakış açısına göre değişir.” “Nağme.” Sesi uyarırcasına çıkmıştı. “Tamam, daha fazla uzatmıyorum. Gökçe’yi Nasuh baba aradı, Ferit ile resmen boşanmışlar, vekâlet verdiği avukat davanın sonucunu Nasuh Babaya bildirmiş. Anlaşmalı olduğu için her şey çok hızlı gerçekleşmiş.” Dedi tek solukta hızlıca konuştu. Efe anlamsız bir bakış ile Nağme’ye bakarken bir an yaşadığı anın gerçekliğinin idrakine varamadı. “Efe.” Dedi tepki vermeyen adamın yanına giderek kolundan tuttu kendinde olup olmadığını anlamak için. “İyi misin?” “Ben…” dedi derin bir soluk bıraktı. “Ben inanamıyorum. Gerçek mi bu Nağme?” “Gerçek Efe, Gökçe artık Ferit’in nikâhında değil, onun soyadını taşımıyor, aylar öncesinden bitmiş olsa da evlilikleri artık kanunlar önünde de Feri ile herhangi bir bağı kalmadı artık.” “Teşekkür ederim Nağme, ona dair özgürlük kapılarımın açıldığını bilmek, kokusunu içime çekerken suçluluk duymamak, onu zor duruma düşürmeyeceğimi bilmek bunun tarifini sana yapamam. Teşekkür ederim tekrardan.” Dedi ve içinde büyük bir coşku, dışında ağır aksak adımlarla odasına gitmesi gereken ayaklarının Gökçe’nin odasına yönelmesiyle birlikte kalbini dinlemeye karar verdi. Gökçe’nin kapısının önünde başını duvara yaslamış, yere çöküp kalmış Çakır’ı gördü. Ayak seslerinden birinin geldiğini anlayan Çakır gözlerini açtığında bakışları Efe ile kesişti. Oturduğu yerden duvardan destek alarak kalktığında yüzünü ovuşturdu. “Yorgun gözüküyorsun Çakır hadi git yat.” “Olmaz Efe, kardeşim bu haldeyken içim almaz onu yalnız bırakmayı. Zaten öğrendikleri hazmedilir gibi şeyler değil, bir de her şeyi tek başına yalnızken söylemiş şerefsiz herif.” Dedi yumruklarını sıktı. Eline verseler paramparça ederdi Melih’i. “Çakır, bana güveniyor musun?” “Bunu neden sordun şimdi?” dedi kaşları çatık bir halde arkasından kuracağı cümlenin hiç de hoşuna gitmeyeceğini anlamıştı. “Ben şimdi bu odaya gireceğim ve sen bu kapıdan ayrılacaksın. Gökçe’yi bu gece bana emanet edecek kadar bana güveniyor musun?” “Ne diyorsun sen oğlum? Melih ne verdi sana da hangi hak ve cüretle benimle bu şekilde konuşuyorsun?” “Bak Çakır, abisi olduğun için sana önceden söylüyorum. İçerideki senin kardeşin benim gelecekteki karım. Ve onun bu gece omzumda ağlamasına, acısını dindirmesini, kederini gözlerinden akıp gitmesine müsaade edeceksin. Buna izin vereceksin. Etmiyorum diyorsan da sonuçlarına katlanacaksın. Çünkü şu saatte bunca şeyden sonra bu niyetimi elimden almaya niyetli yeryüzünde hiç kimsenin gözünün yaşına bakmam ben.” Çakır Efe’nin yakasını yapışıp sırtını duvara sertçe vurdu. “Ne saçmalıyorsun Efe sen? Ne karısı, ne acı dindirmesi, ne odasına girmesinden bahsediyorsun sen? Canına mı susadın? Önce Melih sonra sen? Kafayı mı yedireceksiniz siz bana.” Nağme dudakları arasından küçük bir çığlık bırakarak ikilinin arasına hızla girdi. “Ne yapıyorsunuz siz ya? Derdiniz ne sizin? İstanbul yetmedi burada da kaldığınız yerden devam mı edeceksiniz? Hiç utanmaz yok mu sizin? Herkes perişan halde siz burada dalaşmanın derdindesiniz.” “Sen o utanma kavramını Efe efendiye anlat. Belli ki ar damarı çatlamış.” Dedi ve yakasını sertçe ittirerek bıraktı.” “Efe neden bahsediyor Çakır? Niye zıvanadan çıktı yine?” “Gökçe’nin yanına gitmeme izin vermiyor.” Nağme bakışlarını hırsla Çakır’a döndürdü. “Neden?” dedi sorgularcasına. “Ne işi var kardeşimin odasında gecenin bir yarısında bu herifin?” “Ya öyle mi? Söz konusu kardeşin olunca yanlış, kendin olunca doğru öyle mi?” “Nağme ben ve Efe aynı mıyız? Hem Gökçe…” “Hem Gökçe ne?” “Evli…” “Sakın Çakır, bildiğim gerçeklere rağmen beni de Efe’yi de kandırmaya kalkma, Gökçe’nin Ferit’ten boşandığını sen de çok iyi biliyordun. Hem ayrıca onların evliliği zaten aylar öncesinden bitmişti. Bunu sende çok iyi bildiğin halde Efe’ye bu kadar güçlük çıkarmana anlama veremiyorum. Bana destek olmak için benim evimde kaldığın günleri ne çabuk unuttun?” “Nağme.” “Sus Çakır, kardeşin haram gördüğünü bana helal görüp kendine doğru Efe’ye yanlış diyorsun öyle mi? Bu söylediklerin bu yaptıkların ile beni nasıl bir konuma düşürdüğünün farkında mısın? Aşk olsun sana.” Diyen ağlamaklı ses tonuyla odasına doğru yönelip hızla içeriye girerek kapıyı sertçe çarptı. Çakır şaşkınlıkla suratına çarpılmış kapının şaşkınlığı ile kala kaldı ortada. “Hay ben senin şarap çanağına Efe ya…” diye söylenerek hızla Nağme’nin kapısını tıklattı. “Nağme, güzelim ben, sen yanlış anladın beni.” Diyerek teklif bile beklemeden odasından içeriye girdi. Aklında ne Efe ne de Gökçe kalmamıştı. Efe kısacık anda hızlı yaşanan bu olaya tebessüm etti. Nağme oscarlık bir oyun sergilemişti. Sırf Gökçe ile yalnız kalabilsin diye böyle bir oyuna sürüklemişti ki Çakır’ı, düşünmesine fırsat bile vermeden adamı yalvartır bir pozisyona düşürmeyi başarmıştı. Gözlerini bu defa Gökçe’nin kapısına döndürdü. İçeride yıllarca hasret bildiği kadın vardı. Kırık, dökük, parçalanmış ama özgür bir kadındı artık. Kapısını tıklatıp cevap bile beklemeden içeriye girdi. Odanın ışığı kapalı, pencereden ay ışığı odanın içine süzülürcesine aydınlatıyordu. Gökçe yatağın içinde cenin pozisyonunda gözlerini kapalı tutsa da yanaklarından aşağıya şerit halinde sicim gibi yağan hüznünün ışıltılarının varlığını gizlemesine engel olamıyordu. Efe hiçbir şey söylemedi. Usulca yatağın yanına gitti ve üzerine oturdu. Ne o tek bir söz söyledi ne de Gökçe tek bir kelime etti. Efe genç kadının yanına uzanıp usulca sırtından doğru onu kendine çekerek göğsüne yerleştirdi. Gökçe, Efe’nin kolları arasına girdiği an boğazından bir hıçkırık firar etti. Adamın canından can koptu an teselli niyetine dudaklarından akan sevginin merhem olması niyetiyle başına minicik bir buse kondururken derince kokusunu içine çekti. “Ağla güzelim, bu gece her şey ve herkes için son kez ağla. Sabaha kadar içindeki kederi tüketene kadar ağla. Ben bugünde, yarında, son nefesimi dizlerinin dibinde verene kadar buradayım. Göz aydınlığım ben hep senin yanındayım.” İnsanı kuşatan, onu güvende hissettiren bir sevgiyle sarıp sarmaladı adam. Kalbinin cennetini sundu kadına. Feryadı isyanına karıştı kadının, iç çekişleri damla damla akan hüzünlü yaşa ev sahipliği yaptı. Kanayan yarasına gözyaşının tuzunu bastı. Bela kokuyordu geçmişi, nazlı umutları kan revan içinde kalmıştı. Ama yanında olan adam onun geleceği dair dirayetiydi. |
0% |