Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@ugurluay

6.BÖLÜM

“Sevda Orucu…”

Ellerini bacaklarının arasına almış hastanenin önünde bulunan bankta kıvrılarak uyuyan Ferit omzunda sert bir şekilde dürtülme hissetti. Gözlerini açmak istemiyor inatla kapalı tutuyordu. Başında her kim var ise vazgeçeceğe benzemiyor tekrar tekrar omzuna hiç de nazik olmayacak şekilde dürtmeye devam ediyordu. Ferit bu rahatsız edilmeye daha fazla tahammül edemedi.

“Eeeh yeter be…” diyerek hırsla gözlerini açarak ayağa kalktı. Ayağa kalmasıyla karşısında endişeli bakışlarla kendisini süzen kuzenini görmeyi beklemiyordu.

“Çakır senin ne işin var burada?” dedi çatık ama bir o kadar şaşkın gözlerle.

“Asıl senin burada bu halde ne işin var Ferit?”

“Ben,” diyerek gözlerini kaçırarak ensesini ovuşturmaya başladı. Çakır Gökçe’nin en yakın arkadaşı, sırdaşı, çocukluk ve okul arkadaşıydı. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite… Hiç birbirlerinden ayrılmamışlardı. Gökçe’nin Ferit’e olan aşkını en iyi Çakır bilirdi. Yıllarca onu vazgeçirmek için çabalamış ama başarılı olamamıştı. Ansızın gerçekleşen evlilikleri Çakır’ı şaşkına çevirmiş Gökçe’yi bu evlilikten vazgeçirmek istemiş ama bir türlü başarılı olamamıştı. Hatta uzun bir süre Gökçe ile bu yüzden konuşmamıştı. Bir gün Ferit Gökçe ile büyük bir kavga ettikten sonra Çakır’ı arayarak ondan yardım istemiş o günden sonra da araları düzelmişti. Çakır kuzeni Ferit’i de çok severdi ama en başından bu yana Gökçe’yi üzeceğini düşünüyor bu yüzden birlikte olmalarını hiç istemiyordu. Çünkü Ferit’in Eylül’e olan aşkını biliyordu. Eylül’ün ortalardan kayboluşu ve Ferit’in çılgına dönmesiyle bir kızgınlık anında Gökçe ile evlendiğini biliyordu. Bu yüzden en başından bu yana asla onları desteklememişti. Zamanla aralarının düzelmesi ve Ferit’in bakışlarının aşka bulanmasına şahit olması Çakır’ı bir nebze olsun rahatlatmıştı. Ferit kuzeni olsa da Gökçe onun kardeşi gibiydi. Yıllarca korumuş, kollamış birlikte büyümüşken şimdi en yakını tarafından zarar görmesine göz yumamazdı.

“Sen ne?” dedi bir iki adımda onun dibine kadar geldi.

“Bana şimdi bir şey sorma.” Diyerek onun omzuna sert bir şekilde omuz atarak hastanenin girişine doğru yöneldi.

“Boşuna gitme, çünkü o çoktan gitti.” Dediği an adamın ayakları taşa döndü, yüreği buz kesti. Derin soluklar bırakırken usulca ardından bıraktığı kuzeni Çakır’a döndü.

“Kim gitti?”

“O, yani aldattığın karın, Gökçe, gitti.” Dedi. Her bir kelimenin üzerine öfke ile bastırarak.

Ferit söylenen her bir kelimeyi yüreğinde anons ediyor kedisinde olan karşılığını bulmaya çalışıyordu.

“Gökçe gitti.” Diyerek fısıldadı gözleri dalgınlaşıp sesi etrafa acizlik dalgaları yayıyordu.Başını sağa sola olumsuz anlamda sallayarak “Hayır, inanmıyorum, gitmiş olamaz.” Diye acı içinde kıvranırcasına haykırdı. Ve Çakır’ın ona seslenmesine aldırış etmeden koşar adımlarla dün gece kovulduğu hastane odasının kapısına gitti. Kalbi öylesine hızlı çarpıyordu ki bir eli kalbinin üzerine gitti. Kendisini sakinleştirmeye çalışırken derin nefesler alarak diğer elini kapının kulpuna yerleştirdi.

“Çakır yalan söylüyor, sen, sen gidemezsin. Buradasın, beni bırakıp gitmezsin, sen benden gidemezsin.” Dedi ve korkunun pençesinde kıvranırken yavaşça kapıyı açtı. Dikkatli adımlarla içeriye girdiğinde gözlerinin görebildiği tek şey bom boş kalan bir odaydı.

“Yapma bunu bize Gökçe, yapma…” diye inlediğinde gözleri kederin her rengini barındırıyordu.

“O size hiçbir şey yapmadı, tüm her şeyin içine eden sensin Ferit.” Diyen ses kuzeni Çakır’dan başkasına ait değildi.

“Sus Çakır, sus…” diye haykırdığında dönüp onun yüzüne bakmaya cesareti yoktu. Onun suretinde de hayal kırıklığına şahit olmaya yüreği el vermiyordu.

Çakır tüm heybeti ile Ferit’in karşısına geçti ve öfke dolu bakışlarla onu süzdü.

“Neden? Benim susmam Gökçe’yi sana geri getirecek mi? Sana o kızı üzme dedim, defalarca hala Eylül’ü seviyorsan ona yaklaşma dedim, seni kendi canından çok seviyor onun canını yakma dedim. Defalarca sana onu üzeceksin uzak dur dedim ama sen durmadın. Peki ne yaptın? Onu defalarca ağlattın, yetmedi defalarca üzdün.”

“Ben bunları duymak istemiyorum.” Diyerek sırtını kuzenine döndüğü an Çakır onu omzunda tuttu ve kendine doğru döndürdü. “Dinleyeceksin.” Diyerek suratına sert bir yumruk indirdi. Çakır’dan beklemediği bir hareketle yere serilen adam şaşkınlıkla kuzenine baktı. Çakır tehditkâr bir biçimde elini havada sallarken “Dinleyeceksin ulan beni, o kızı bu noktaya getirdiysen şimdi de sen paşa paşa beni dinleyeceksin.”

“Çakır…”

“Yok Çakır, yok senin kuzeninin… Var say ki karşındaki Gökçe’nin abisi, varsay ki karşındaki Gökçe’nin kan kardeşi ama şu an karşında duran kişi senin hiçbir şeyin.”

“Anlamıyorsunuz, dinlemiyorsunuz, hepiniz çıldırmış gibisiniz. Ben Gökçe’yi aldatmadım sadece görüşmeye gittim.”

“Ya demek sadece dillere destan ettiğin aşkın ile masumane bir akşam yemeği yedin öyle mi? Peki değdi mi? Tüm bu yaşananlara, o kıza yaşattıklarına değdi mi?”

“Allah kahretsin değmedi, zaten hiçbir şey öğrenemeden kaza haberi geldi, ben, ben, hatalıyım, gitmemeliydim ama gittim. Keşke gitmeseydim ve tüm bunlar yaşanmasaydı.”

“Ferit sen kendini bana öldürtecek misin? Hala oraya gittim ama kızı aldatmadım diyorsun. Senin oraya gitme düşüncen bile aldatma sayılır.”

“Saçmalama Çakır.”

“Ha yani saçmalayan benim öyle mi? Peki sana şu bakış açısıyla anlatayım o zaman belki daha iyi kavrarsın durumu. Gökçe’nin deli gibi sevdiği biri olsa ya da dur bu inandırıcı olmaz çünkü kendini bildi bileli seni seviyor bunu canlandıramazsın zihninde. Sana başka bir pencere sunayım ben. Hatırlıyor musun Efe’yi?” dediği an Ferit ‘in gözlerinde ölüm karanlığını gördü. Yüz hatlarının sertleştiğini ve nefes alışverişinin hızlandığını fark ettiğinde Çakır doğru yolda olduğunu hissetti.

“Efe , Gökçe’nin aşk belalısı, üniversitede bir adım peşinden ayrılmayan, defalarca evlenme teklifi eden ama Gökçe tarafından kabul edilmeyen kişi. Düğün gününüzde bile bir umut nikaha gelmişti. Sırf belki Gökçe hatasını anlar ve vazgeçer diye. Ama benim akıllı arkadaşım onu değil de kalbinin sesini dinleyip aptallık yapıp seni seçti. Bence onun için en doğru aday hep Efe’ydi.”

“Kes şunu Çakır, o herifi benim karımın adıyla yan yana getirme, sonu çok fena olacak.”

“Neden? Sen kendi adını Eylül ile sürekli aynı cümle içinde kurarken o kızın canı hiç yanmadı mı? Kusura bakma dinleyeceksin. O Efe sizin düğününüzden sonra yurt dışına çekip gitti. Aşkını kalbine gömdü ve bir daha Gökçe’ye asla yaklaşmadı. Çünkü evliliğin kutsallığına inanıyordu. Uzaktan uzağa sevdi senin karını ama bir daha asla onu rahatsız etmedi. Şimdi Efe çıksa gelse ve karınla görüşmek istese karın senden habersiz onunla yemeğe çıksa ne hissedersin Ferit?” dediği an yerde bulunan adam ışık hızıyla ayaktaki kuzeninin yakasına yapışıp suratına sert bir yumruk indirdi.

“Sus artık sus sus sus dedim sana.Canına mı susadın sen? O benim karım, o benim canım, onun adı benden başkasıyla anılamaz. Duydun mu beni? O herifi öldürürüm anladın mı? Gökçe’ye yaklaşırsa onun varlığını yeryüzünden silerim.” Onun bu tepkisi karşısında kahkahalara boğulan Çakır “Nasıl oluyormuş, yara açtığın yerden yaralanmak, kanatılmak nasıl oluyormuş? O kızın ne hissettiğini biraz olsun anladın mı? O kızın sizi yan yana gördüğü an yaşadığı acıyı çaresizliği hissettin mi? Sen duymaya tahammül edemezken o sizi yan yana gördü. Belki niyetin farklıydı ama sonuçlarının bedeli çok ağır oldu. Gökçe senin yaptığın hata yüzünden hem bebeğini kaybetti hem de bir daha asla anne olamayacak. Sen bu vebalin altından nasıl kalkacaksın? Sen o kızın yüzüne bir daha utanmadan nasıl bakacaksın?”

Çakır’ın her bir sözü Ferit’in yüreğine zehirli bir hançer gibi saplandı. Kalbindeki ritmin acı içinde kıvrandığını hissetti. Ne yaşatmıştı böyle Gökçe’ye? Kendi yaşadığı acının katbe katını hissettiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Çakır haklıydı. Kuzeni her sözünün ker kelimesinde sonuna kadar haklıydı. Omuzları çöken adam başının döndüğünü hissetti. Adım atamıyordu. Gücü tükenmişti. Olduğu yerde taştan bir heykele dönüşmüştü. Çakır elinde bir zarfla adamın görüş alanına girdi.

“Giderken bile seni düşünmesi sinirimi bozsa da ona bu zarfı sana vereceğime dair söz verdim. Gerçi bir vedayı bile hak etmiyorsun ya…”

Ferit bir Çakır’a birde kendisine doğru uzatılan zarfa baktı. Eli titreyerek kendisine doğrultulan mektubu aldı. Parmakları alevler içinde yanıyordu. Bir mektubun bu kadar yakıcı olacağını tahmin edemezdi. Çakır alazlanmış bakışlarla kuzenini izliyordu. Ferit dün gece karısının kriz geçirerek kendisinden geçtiği yatağa oturdu. Beki kokusunu duyarım güç bulurum diye başını onun yastığına yerleştirdi. Cesareti olmasa da usulca mektubu açtı.

“Ey benim cennet gözlüm,

Sen benim dua etmeme sebep olansın,

En tılsımlı, en riyasız, en içten duamsın

Beni ben yapan aşksın,

Kalbim en büyük sığınağın olsun yar,

Sen besmele ile başlayan sevgime yakışanımsın, nakkaşımsın, mahşere kadar tutacağım sevda orucumsun,

Sen benim içten içe kanayan en derin yaramsın…

Ne kadar özlendiğini bir bilsen yokluğundan utanırsın”

(Mevlana)

Hatırlıyor musun bu sözleri? Üniversite ikinci sınıftaydım. Benim gözüm yan komşumuzun oğlu Ferit’deydi. Beni çocuk olarak gören, büyük aşkı Eylül ile vakit geçiren Ferit’teydi. Ve ben içimde yaşadığım her şeyi daha fazla tutamamıştım. O gece senin gelişini bekleyip zarf içinde bir mektuba Mevlana’nın bu sözlerine yazarak sana vermiştim. Öylece göz gezdirip tek bir kelime söylemiştin. Olmaz.

O kelime beni o gece ne kadar ağlatmıştı bilemezsin. Sen benim sana döktüğüm gözyaşlarının hesabını veremezsin. Sonu mutlu bitmeyecek bir rüyaya dalmışım ben. Şimdi daha iyi anlıyorum. Her şey aslında çok önceden belliymiş. Ben yerimi , sınırımı, haddimi bilememişim. Bu sözleri sana bırakıyorum. İlk aşkımın itirafını yaparken kullandığım bu sözler veda mektubumun satırlarına yer edeceğini o zamanlar söyleseler asla inanmazdım. Sen diyorsun ya ben seni aldatmadım. Sen diyorsun ya hata ettim. Asıl hatayı ben yaptım Ferit. İçimi kuşatan duygulara esir oldum. Seni her şeyinle kabul ettim. Ama şimdi yıllar önce bana kullandığın o kelimeyi ben sana kullanıyorum. Olmaz Ferit. Bizden artık hiçbir şey olmaz. Yollarımız ayrıldı. Kaderlerimiz ayrıldı. Sen o gece o kadına gittiğinde karanlık bir kuyuya indin. Şimdi benden sana merdiven olmamı istiyorsun. Seni affetmemi… Mümkün olmayacak hayallere kapılıyorsun. Bizi bitirdiğin yerden yeniden başlatmak istiyorsun. Ama artık bu mümkün değil. Bir gemiydi evliliğimiz. Ama sen o geminin dümenini kırdın. Savruluyoruz, felaket ile sonuçlanacak bir sona engellenemez bir hızla ilerliyoruz. Ve artık bunu durdurman mümkün değil. Seninle yaşayacak ihanetlere hayatımda yer yok. Ben artık gerçeklere uyanmak istiyorum. Bir yalancı baharda nefes almak istemiyorum. Bu yüzden gidiyorum. Beni sakın arama, zaten arasan da bulabileceğin yerlerde olmayacağım. Avukata vekaletimi verdim. Senden tek istediğim bana bu konuda daha fazla zorluk çıkarma. Çünkü yüreğimde senin zorlamalarına dayanacak gücüm kalmadı.

Ferit, ben anneliğimi bebeğimle toprak altına bıraktığımda seni de oraya sonsuza kadar gömdüm. Ardından rahmet okudum. Şimdi benim için ölü olan adamdan sadece beni rahat bırakmasını istiyorum. Bunu bana borçlusun. Yıllar önce dediğin o cümlenin bu defa arkasında dur. OLMAZ demiştin bu saatten sonra da OLMASIN Ferit.”

Gözleri her bir kelimenin üzerinde ısrarla döndü durdu. Gökçe gitmişti. Onun gitmesine izin veremezdi. Bir elinde mektup diğer elinde zarf varken istemsizce zarfı buruşturdu. İçinde hissettiği bir şey canının daha fazla yanmasına sebep oldu.

“Olamaz.” Diye fısıldadığı an hızlı bir şekilde zarfın içinde fark ettiği şeyi eline aldı. Bu Gökçe’nin alyansıydı. Bir anda gözleri Çakır’a kaydığında gözlerini kısarak elindeki alyansa baktığını gördü. Onun da haberinin olmadığını o an anladı.

“Bu kadarını yapmış olduğuna inanamıyorum. Bu bizim bir parçamızdı. Onu nasıl bırakıp ardına bile bakmadan gider? Alyansını parmağından nasıl çıkarır?” Elindeki alyansı sımsıkı eliyle sıktırdığında canının acısını göz ardı etti.

“Ne bekliyordun ki? Sen parmağındaki alyansla Eylül’e buluşmaya giderken sizin bir parçanız değil miydi?”

“Çakır yeter artık biraz da benim ne halde olduğumu düşünsen olmaz mı? Ben senin kuzeninim.”

“Sen benim kuzenim olsan da Gökçe benim kan kardeşim, benim canım. Ve sen bu konuda tamamen haksızsın. Gökçe‘yi daha fazla üzme. Kız ne istiyorsa onu yap.”

“Bu mümkün değil.Ondan vazgeçmem, onu bırakmam söz konusu bile olamaz. Onu bulacağım, nereye giderse gitsin bulacağım ve kendimi affettireceğim. Biz ayrılmayacağız duydun mu beni?” Dediği an ayaklanarak kapıya yöneldi. Tam çıkmak üzereyken Çakır’ın sözleri onu dumura uğrattı.

“Onu bulacağını hiç sanmıyorum ama gerçekten onu seviyorsan elini çabuk tut derim. Çünkü Efe geri döndü. Gökçe’nin trafik kazasını öğrenir öğrenmez geri döndü. Ve sizin durumunuzu biliyor. Boşandığı an ona ağlayacak omuz olacağına garanti ederim. Çünkü hala onu çok seviyor.”

“Sen ne diyorsun? O herif benim karımın yanına yaklaşırsa onu kendi ellerimle öldürürüm.”

“Gökçe’yi kaybetmek istemiyorsan gerçekten onu nasıl sevdiğini ispatla. Yoksa her şey ikiniz içinde çok geç olacak.”

Ferit boğuluyor gibi hissetti. Gökçe’nin yokluğu, ardında bıraktığı mektup, alyans ve Efe’nin geri dönüşü. İşler iyice sarpa sarmıştı. Karısına çok güveniyordu fakat Efe denen herif düğün gününde bile Gökçe’yi ikna etmek için neler yapmıştı. Bunca zaman evlenmemesi Gökçe’nin kazasını öğrenir öğrenmez Türkiye’ye dönüş yapması… Aklından geçenler Ferit’i çıldırtmaya yetmişti. Hızla giderken dilinden dökülen tek bir cümle “O herif Gökçe’ye yaklaşırsa onu öldürürüm.” Olmuştu.

Çakır ise tüm keyfi yerinde ellerini cebine yerleştirerek sinsi bir gülümsemeyle kuzeninin çıktığı kapıya yöneldi. Bakalım onları bir sonraki bölümde neler bekliyor?

Loading...
0%