@ugurluay
|
“Gördün mü? Güya seni seven adam şimdi tanımadığın bir kız ile baş başa oturuyor. Bunun nasıl bir açıklaması olabilir?” Türker, cümlelerini ardı ardına sıralarken kendisini içeriye sokmamak için çaba sarf eden Enis’e kızgın bakışlarını göndermeyi de ihmal etmedi. Tam da istediği manzara karşısındayken ne demeye kapı girişinde olay çıkarmıştı, bir türlü anlam verememişti. Enis, az önce gördüğü kişinin masada olmamasının derin rahatlamasını yaşarken alnında birikmiş boncuk boncuk terleri fark ettirmeden elinin tersi ile sildi. “Göreceğimizi gördük hadi gidelim artık buradan.” Diyerek Çağla ve Türker’in kollarından tutup onları oradan uzaklaştırmaya çalıştığı sırada Çağla sert bir tonda “Siz hangi filmin repliklerini diziyorsunuz bana.” Dedi. Kolunu Enis’in elleri arasından kurtarıp bir iki adım geriledi. Bakışlarını Türker’e döndürdüğünde “Bir insanı karalamak bu kadar basit değil mi? Bir insana iftira atmak gözünüzün gördüğü tek bir kare yeter öyle mi? Niye bu kadar şaşırıyorsam.” Dedi elleri ile yüzünü sıvazladı. Türker kızın dibine ışık hızı ile gelerek kendisine bakmasını sağladı. “Biz kimseye iftira falan atmıyoruz. Görünen köy kılavuz istemez. Bak oraya…” dediği sırada işaret parmağını Rüzgâr’ın bulunduğu masaya yönlendirdi. “Bak kim var orada? Yanındakini tanıyor musun? Ben kaç yıllık kuzeni olarak sana söylüyorum. Ben o kızı ilk defa görüyorum. Senin de tanımadığını adım gibi biliyorum. Şimdi karşıma geçmiş bana nutuklar atıyorsun. Ama zaman gerçeklerle yüzleşme vakti. Şimdi git hesabını sor, ona yanındaki kızın kim olduğunu sor. Sen evde perişan halde tek başına otururken o dışarıda ne yapıyormuş sor? Seni gördüğünde hangi yalanları sıralayacağını inan ki ben de merak ediyorum.” Çağla, yüzüne alaycı bir gülümse yerleştirip dudaklarını ısırdı. “O kadar eminsin ki kendinden, o kadar değişmemesin ki… Karşımda yıllar önceki o Türker duruyor, tek bir kare, tek bir söze inanıp her şeyi ateşe veren, yaşanan güzel anların hiç kıymetini bilmeyen o adam hala karşımda dimdik durabiliyor ya, pes doğrusu…” “Bunun geçmişimizle bir alakası yok.” Dedi tepesi atan adam. “Olayları birbirine karıştırma. Çünkü zararlı sen çıkarsın.” “Öyle mi? Bakalım geçmiş…”bakışanlarını intikam istercesine Enis’e çevirdi. “ Hangimizi zarara, hangimizi ziyana uğratacak.” Dedi ve onlara arkasını dönerek adımlarını Rüzgar’ın oturduğu masaya yönlendirdi. Onun hareketi ile peşine takılan Türker’in kolundan tutan Enis “Gidelim buradan, hiçbir şey beklediğimiz gibi olmayacak.” Dedi sesi bir itirafın büyük sırlarını taşır gibiydi. Vicdanı altında ezilen adam bu cümleleri ile adeta son çırpınışlarını gerçekleştiriyordu. “İnceldiği yerden kopsun Enis, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Rüzgar’ın yanında daha fazla Çağla’yı görmeye tahammül edemiyorum.” Dedi ve kolunu silkeleyerek Çağla’nın peşinden gitti. Enis omuzları düşmüş, gözleri kapanmış bir halde başını olumsuz anlamda sağa sola hareket ettirirken dilinde fısıltı halinde yalnızca şu cümle vardı. “Evet haklısın Türker, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Rüzgâr sabırsızca masada beklerken yanına gelen Çağla, Türker ve Enis’i gördüğünde şaşkınlığa uğradı. Onu nasıl bulmuşlardı? Çağla’nın yanında diğerlerinin ne işi vardı? Öfkesi zirve yapan adam kaşlarını çatarak Çağla’ya baktığında sinirlendiğini hissettirmemek adına ayağa kalkarak “Hoş geldin hayatım.” Dedi ve onu kendisine çekerek kollarının altına aldı. Türker’i her zaman bir tehdit olarak görüyordu ve canı bildiği kızın yanında bu ikilinin aldığı nefesten dahi rahatsız oluyordu. Kızın başına sahiplenircesine bir öpücük kondururken Türker yumruklarını iki yanında sıktırdı. Ondaki değişimi hisseden Enis fısıltı halinde “Sakin ol, sakın bir hata yapma.” Diye onu ikaz etti. “Hoş bulduk hayatım biz de buradan geçiyorduk ki Enis ve Türker senin de burada olduğunu söylediler. Onların yaratıcı düşünceleri öyle hikâyeler anlattı ki kendimi yanına gelmekten alıkoyamadım. Malum bizim çocukların hayal güçleri o kadar büyük ki olmadık şeylere inanıp, inandırma konusunda bir hayli iyiler. Ben de böyle şeylere mahal vermeyi sevmem bilirsin, yanına gelip onların dünyalarında yaktıkları yalan mumlarını birlikte söndürelim.” Dedi büyük bir keyifle. Her cümle altında binlerce ima, binlerce ikaz, binlerce sır gizliydi. Ve bunu sadece payına düşenler çekip alabiliyorlardı. Rüzgâr, Türker ve Enis’in niyetini anlamış ve bakışlarına düşmanca bir tavır takınarak onları süzmeye başlamıştı. “Demek öyle sevgili kuzenim ve yandaşı.” Dedi sesinde iğrenme tınısı öylesine can yakıcı yankılanıyordu ki… “Madem öyle masamıza buyurun, zaten tanışacaktınız sadece zamansız ve daha erken gerçekleşmiş olur yüzleşmeniz.” Dedi iğneleyici tonda. Enis duydukları ile yerinde huzursuzca kıpırdanırken Türker hiçbir şey demeden hızlıca geçerek masaya keyifsizce oturdu. Diğerleri de onu takip eden zamanlama içinde masada yerlerini alırken Rüzgâr Çağla’yı yanı başına oturtarak elinden kuvvetlice tuttu. Az sonra yaşayacağı yüzleşmede onun yanında olduğunu hissettirmek için güç vermek adına sımsıkı tuttu elini. Günlerdir onun zarar görmemesi için onu yalnız bırakmıştı. Peşine düştüğü durumu sonuçlandırmadan onu umutlandırmak istemiyordu. Bu yüzdendi sebepsiz ortadan kayboluşları… Rüzgâr masadaki sessizliği kırmak adına “Pardon ya sizi tanıştırmayı unuttum. Sıla, bunlar kuzenim Türker ve arkadaşı Enis. Bu güzeller güzeli kız da benim nişanlım Çağla.” Dediği an kızın suratı acıyan bir ifadeye büründü. “Ben çok memnun oldum. Rüzgâr bey sizden o kadar çok bahsetti ki bir an karşımda görünce şaşırdım.” Dedi elini kıza doğru uzatarak. Çağla onun kim olduğunu bilmese de bildiği tek bir şey vardı. O da Rüzgâr’a güvenmesi gerektiğiydi. Ne olduğunu ne bittiğini bilmiyordu. Emin olduğu bir şey daha varsa Türker’in ima ettiği hiçbir şeyin gerçek olmadığıydı. Kendisi yıllar önce bir iftiraya kurban gitmiş ve tüm hayatı alt üst olmuşken şimdi onun için tüm her şeyi göze almış Rüzgâr’ı aynı iftiraya kurban vermeyecekti. “Ben de memnun oldum.” Diyerek kendisine uzatılan eli sıktı. Sıla masada duran diğer ikiliyi bakma gereği bile duymamıştı. Onları tanımadan isimlerini duyması bile iğrenmesine yetmişi. Türker bu huzurlu ortamın hayal ettiği büyük kargaşa ile alakası olmaması karşısında birden masaya eliyle sertçe vurarak “Yeter.” Diye haykırdı. Ne masadakilerin anlık irkilmeleri ne de etraftaki insanların merak dolu bakışları umurunda bile değildi. Masaya iki elini yerleştirip ayağa kalkan Türker “Neyin tiyatrosunu çeviriyorsunuz siz? Memnun olmuşlarmış… Neyin memnuniyeti bu kardeşim. Adam seni gelmiş burada aldatıyor sen tutmuş kızın elini sıkarak memnun oldum diyorsun. Neyin kafasını yaşıyorsunuz Allah aşkına.” “Haddini aşma Türker.” Diyerek ayağa kalkan Rüzgâr ona sağlam bir yumruk atmamak için kendisini zor tutuyordu. “Asıl haddini aşan sensin Rüzgâr Efendi, utanmadan burada nişanlınla sevgilini tanıştırıyorsun.” “Sıla hanım benim sevgilim falan değil, konuştuğun laflara dikkat et.” “Etmezsem ne olur?” “Bana bak adam gibi yerine otur yoksa ne olacağını sadece sen değil tüm restorandaki insanlar şahit olacak.” “Öyle mi? O zaman elinden geleni ardına koyma Rüzgâr efendi.” Dediği an Rüzgâr Türker’in yakasına yapışıp tam bir yumruğu savuruyordu ki Çağla’nın “Yeter.” Diyen çığlığı iki adamı da durdurdu. Ayağa kalkan kız “Yeter artık kesin şu saçmalığı.” Diyerek ikisine de ikazda bulundu. “Yeter diyorsan yetsin o zaman Çağla.” Dedi ve yakasında bulunan kuzeninin ellerini sertçe geriye doğru ittirdi. “Bu adam bu kızın kim olduğunu sana açıklasın ve yetsin artık. Tüm gerçekler ortaya çıksın.” Dediğinde tüm bakışlar bu defa da Rüzgâr’a döndü. “Rüzgâr, Sıla Hanım kim?” dedi verdiği her cevabı kabul edeceğini bildiren bir bakışla. Rüzgâr alnını ovalayarak “Sıla Hanım…” dedi ve duraksadı. İşte tam o esnada mekânın içinde yayılan bir ses tüm herkesin soluğunun kesilmesine sebep oldu. “Sıla benim eşim.” Diyen kişiye bakışlar döndüğünde Çağla’nın ayakları titredi ve tam yere düşmek üzereyken onu kolları arasında tutunmasını sağlayan Rüzgâr oldu. Türker yıllar sonra karşısında gördüğü Ferhat ile yumruklarını iki yanında etini kanatırcasına sıkarken dişlerini ses çıkartana kadar sıktırdığının farkında değildi. Enis gözlerini istemsizce kapatarak “İşte şimdi kıyametin koptuğu an.” Diyerek içten içe veryansın etti. Hayat böyle bir şey işte ne kadar kaçarsan kaç elbet gizlenen sırlar bir gün, gün yüzüne çıkar. Dilin ettiği kelamı sahibi o an duyamasa da gün gelir devran döner mutlaka söz asıl sahibine ulaşır. Sırlar ortaya çıkar yüzleşmeler gerçekleşir. Süreçte çekilen tüm acılar tecrübe olarak geçmiş hanemize yazılır. |
0% |