@ugurluay
|
“Rüzgâr tamam lütfen biraz sakinleşir misin artık?” Çağla ne kadar toparlanmaya çalışsa da henüz kendisine gelememişti ve onun böylesi büyük tepkisini kaldıracak kuvvette değildi. “Anlamıyorum, aklım bir türlü almıyor Çağla, sen bunu nasıl yaparsın? O herifin arabasına ona güvenip nasıl binersin? Ya sana bir şey yapsaydı, ya sana zarar verseydi. Düşünmeden hareket etmek kadar mantıksız bir şey yok. Nasıl bu kadar manasız davranabilirsin? ” diyen adam bir ileri bir geriye doğru giderken odanın içinde soluksuz volta atıyordu. Restorandan çıkıp gelmişler yol boyu sırf Çağla bir nebze olsun kendisini toparlasın diye beklemişti. Ama artık dayanacak gücü de sabrı da kalmamıştı. Kendisi olmadan Çağla’nın onun yanında olduğu aklına geldikçe çıldıracak gibi oluyordu. Ne kadar sakin kalmaya çalışsa da yüreği bu durumu kaldıracak güçte değildi. Korkuyordu, bu korku öylesine sarsıcıydı ki adeta ruhunu keskin yakıcı bir aleve teslim eder gibiydi. Kızgındı, öfkesini burnundan soluyor ama dilinden çıkacak kırıcı cümleleri dizginlemeye çalışıyordu. Temkinli davranmak için büyük çaba sarf ediyor, soğukkanlı davranmaya çalışarak karşısındaki kişinin Çağla olduğunu unutmamak için çırpınıyordu. “Beni buna sen mecbur ettin.” Dedi tek nefeste. Duydukları karşısında şaşkınlığa uğrayan adam kızın her bir kelimesini idrak etmek için büyük gayret sarf etti. Ona dönerek “Af buyur.” Dedi tekrar aynı kelimeleri duymak için. “Duydun işte, bir haftadır ortalarda yoksun. Onun bana ne kadar yakınlaştığının farkında bile değilsin. Attığım her adımda dibimde bittiğini beni sürekli zora sokmak, seninle ilgili aklımı karıştırmak için neler yaptığını bilmiyorsun.” Bir haftadır içinde biriktirdiği tüm her şeyi arka arkaya sıralamıştı. Rüzgâr duyduklarının etkisinden çıkamamışken Çağla konuşmasını sürdürdü. “Günlerdir nerdesin? Ne yapıyorsun bilmiyorum? Beni ne kadar yalnız bıraktığının bana sırt çevirdiğinin farkında bile değilsin.” Dedi. “Ben sana asla sırt çevirmedim. Bunu nasıl düşünebilirsin?” “O zaman bana neden anlatmadın? Ferhat’ı bulduğunu onunla görüştüğünü neden benden gizledin? Ben bunları Türker’den mi öğrenmek zorundaydım?” “Nasıl söylerdim? Senin nasıl sarsılacağını biliyordum. Ayrıca benim niyetim onu bulmak değildi. Tesadüfen başka bir konuyu araştırırken karşıma çıktı. Onun oyunun neresinde olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Karşımda bulduğum kişi vicdanı ile hayatını yıkamamış biri olabilirdi. Yine inkâr edebilir seni yine aynı acılara sürükleyebilirdi. Ben onun gerçekleri söyleyeceğinden emin olmadan senin karşına nasıl çıkarırdım? Sıla onun ömrüne hayatını değiştiren bir mucize gibi girmiş, onun sayesinde tüm gerçekleri açıklamaya karar verdi. Onlara senin yaşadıklarını anlattığımda Ferhat’ın yüzündeki büyük pişmanlığı gördüm. Niyetim bambaşka bir ortamda suçun paydaşlarının olduğu bir mekânda büyük yüzleşme de açıklamaktı. Ama Türker ve Enis’in boş duracağını düşünerek büyük hata yapmışım.” Çağla Rüzgâr’ın onu düşündüğü için bu kadar hassas davrandığını öğrendiğinde düşüncelerinden utanmıştı. Ona hak veriyordu. Bugün Ferhat’ı orada ansızın görmek ayaklarının altından yeri çekilip alınmasına sebep olmuştu. Ferhat baştan bu yana intikamın içinde söz konusu bile olmamıştı. İntikam oyununa onu dâhil etmeyi hiç düşünmemişti. Çünkü onu tanıyanların yargısız infaz yaptığı bir dünyada yaşarken onu hiç tanımayan birinden hesap sormak istememişti. Sıla’nın yüzündeki acıma duygusunun belirmesini şimdi daha iyi anlıyordu. Yaşadığı her şeyi biliyor ve bu yüzden ona o bakışlarla bakmıştı. Çağla’nın en nefret ettiği bakıştı bu, biri karşısında acınacak duruma düşmek o bakışlara mahzur kalmak kadar canını yakan bir şey yoktu. Ferhat’ın hayat hikâyesini öğrendiğinde ise yaptığına hak vermemişti. Hiç kimsenin gözyaşı başkasının kursağından helal lokma olarak geçemezdi. Geçmemişti de, annesi ne kadar mübarek insandı ki kızın hayatını mahveden bir durumdan bir lokma boğazından geçmeden gözlerini dünyaya kapamıştı. Ferhat ne yaşarsa yaşasın yaptığını haklı göstermiyordu. Üç kuruşa birinin günahına girmek bu kadar kolay olmamalıydı. Yaptım ama pişmanım diyerek asla affedilmemeliydi. Hayat o kadar ucuz, o kadar basit değildi. Affetmek hele ki onu, asla diyordu kalbi. Başı önüne düşmüş derin düşünceler içinde gidip gelen Çağla’nın yanı başına oturan adam onun ellerini avuçları içine alarak üzerlerine birer tane buse kondurdu. “Şu hayatta herkese sırt çevirebilirim, herkese…” dedi bakışlarını kızdan kaçırarak “Ama sana asla.” Dedi son kelimenin üzerine bastırarak söylemişti. “Bu çok yeni bir durumdu, planımızın çok dışında bir şeydi. Ve senin ruhsal durumunun kaldırabileceği bir noktada sana anlatacaktım inan bana.” Dedi gözlerinin içine bakarak konuşmasını sürdürdü. “Ben seni öylesine çok seviyorum ki canını yakan herkesin canını yakmak istiyorum. Onların her biri ile yüzleşmeni sağlayıp onları hak ettikleri yere göndermek istiyorum. O zaman, işte o zaman seninle hayal ettiğimiz gerçek mutluluğu yaşayacağız.” Dedi inanarak gözlerine ışıl ışıl bakıyordu. Büyük bir hayalden bahseder gibiydi. Çağla ona öylesine inanmak istiyordu ki ama ruhunun diğer yarısı zamanında güvenmenin sonuçlarıyla çok acı bir şekilde yara almıştı. Rüzgâr’ı sevse de bir yanındaki o kendisini hissettiren güvensizlik arada bir çıkıp kendisini vakitsizce yokluyordu. Yüzüne anlamsız bir ifade yerleştiren kızın hissettiği o duyguyu anlamıştı adam. Onun hala korktuğunu bu yüzden de karşısında cevap vermekten çekindiğini fark etti. “Gel buraya…” diyerek onu kendisine çeken adam genç kızı kolları arasına alıp derince kokusunu içine çekti. “Canın canımdan kıymetli bunu asla unutma.” Dedi saçlarının üzerine minik bir buse kondurdu. Onlar sarmaş dolaş olmuş bir haldeyken kapının çalma sesiyle irkildiler. Yavaşça birbirlerinden uzaklaşan ikiliden Çağla gözlerini kaçırarak yanaklarından akan yaşları onun görmediği bir taraftan silmeye çabalarken bozuk çıkan sesini düzeltmeye çalıştı. “Annenler gelmiş olmalılar, düğün mekânına bakmaya gitmişlerdi.” Dedi. Rüzgâr düğün kelimesini duyunca “Ooo anneme bak sen, demek işleri hızlandırdı.”dedi. “Doğru damat yokken, gelin de isteksiz olunca iş başa düştü diyerek çıkıp gitti evden.” “Bakıyorum da evliliğe ilk giriş derslerini başarıyla geçiyorsun.” “O ne demek öyle?” “Kocaya laf sokma sanatında ilerlemişsin demek.” Diyerek kahkaha atmaya başladığı sırada Çağla eline geçirdiği yastığı ona doğru fırlatarak “Seni var ya…” diyerek öfkesini yansıttı. “Vay şimdi de kocaya şiddet ha, çok ayıp.” Derken niyeti sadece onu biraz olsun güldürmekti. “Rüzgâr.” Diyerek sinirlendiğini ona gösterir şekilde ismini söyledi. “Çok konuşmada git şu kapıyı aç.” Diye kükredi. Rüzgâr keyifli bir şekilde kapıya doğru yöneldi. Güler yüzle kapıyı açtığında karşısında kaşları çatık bir halde Fulya ve Civan’ı görmeyi beklemiyordu. Onların gerilimli havası Rüzgâr’ın da kaşlarını çatmasına sebep oldu. “Hayırdır Civan, siz bu saatte habersiz gelmezdiniz.” Dedi. Civan elindeki dosyayı adamın gözleri önünde sallayarak “Konuşmamız lazım.” Dedi. Rüzgâr huzursuzca yerinde kıpırdanıp bakışlarını içeride kanepede oturan Çağla’ya döndürdü. İçinden bir ses bu konuşmanın pek de hayra alamet olmadığını söylüyordu. Gözlerini tekrar arkadaşı ve sevgilisine çevirdiğinde Civan kısık sesle dişlerinin arasından tıslayarak “Oğlum sen nasıl bir işe bulaştın? Söyler misin bana ölmüş bir kızla nasıl evlenebilirsin? ”dedi. Rüzgâr duydukları ile gözlerini istemsizce açıp kapadı. İşte olmuştu. Birileri içinde bulundukları durumu çözmeye başlamıştı. Civan’ın dediği gibi Rüzgâr ölü bir insanla evlenebilir miydi? Peki, Civan’ın elindeki dosya da ölü bir insana ait bilgiler varsa içeride nefes alarak yaşayan kimdi? |
0% |