Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.BÖLÜM

@ugurluay

Gücü tükenir ya bazen insanın, her şeyin üst üste geldiği, günün geceye, aydınlığın karanlığa boyandığı o vakitlerde insan kendisini çaresiz, kimsesiz, biçare hisseder ya… Çağla’da her geçen gün biraz daha kırılıp dökülüyor, içerleyerek eksiliyordu. İntikam diye çıktığı bu yolda, uğruna nice şeyler feda etmişken, mazi giderek onu tüketiyor ve daha fazla canını yakıyordu.

Yüzleşmek, gerçeklerin ardı arkası kesilmeden bir bir ortaya çıkması, birilerinin daha acılarına dokunması ruhunu nefessiz bırakıyordu. O günü düşünüyordu Çağla, isminin yazılı olduğu mezar taşı ile yüz yüze geldiği son günü…O günden bugüne neler değiştiğini zihninde canlandırmaya çalışıyordu. Vazgeçişlerini, pes edişlerini, acizliğini ve ardından adım adım güçlenmesini. Dünden bugüne ne kadar çok şey değişmişti. Aslında onun değişimi bir mezar taşında kendi adını görmesi ile tam da o gün başlamıştı. İnsanın kaderi kendi ölümüne şahitlik yapan toprağın başında sil baştan yazılabilirmiş, yaşadıkları ona bunu da öğretmişti. Neler hayal ederken nasıl bir muhasebe içinde bulmuştu kendisini? O mezarın üzerindeki toprağın her Allah’ın gününde azar azar yok olmasını beklerken, o güneşin doğduğu her sabaha kendisini daha güçsüz ve zayıf hissederek uyanıyordu. İntikam yolları ayağına karı çalı misali dolanırken, sırtında taşıdığı yükler giderek artıyor ve her adımda insanlığının canını yakar olmuştu.

Yaşayamadığı yıllar… Elinden acımasızca çekilip alınan yaşanabilecek unutulmaz güzel anılar her şeye hayatına, geleceğine geç kalmıştı. Şimdi tüm bu uğraş ve çabası geriye getiremeyeceği yıllar için miydi? Yıllardır içindeki ölüm ateşini nefret, kin ve öfke ile körüklemişti. Kaybettiklerinin acısını geçen zaman katlayarak arttırmış, mezar taşının başında kendi kendisine söz vererek yeminler etmesine sebep olmuştu. “Buna sebep olanlara sebep olacağım.” Diyerek son defa orada kalbi ağıt yakmıştı.

Aklından geçenler zihnini allak bullak etmişken gözlerinden akmaya hazırlanan yaşları derin nefesler alarak def etmeye çalışıyordu. Ağlamak istemiyordu. Gözyaşı dökmeyi artık kendine hak görmüyordu. Gözyaşının acizliğine kendisine teslim etmeyecekti. Elleriyle yüzünü huzursuzca sıvazladı. Gazap dolu karanlığa sakinleşmek adına derin soluklar bıraktı.

“Unutma, hatırla, vazgeçme, pes etme…” diyerek kendine gelmeye çalışıyordu.

Yıllardır dindiremediği öfkesi yine ruhunu alazlamaya devam ediyordu. Yıkmayı başaramamıştı kinden ördüğü duvarları. Ölümün kıyısından dönmek ruhunu tekrar yaşatmayı başaramamıştı. Gel gitler içinde olan yüreği neyin doğru neyin yanlış olduğunu çözümleyecek güce sahip değildi.

Gecenin zifiri karanlığında, pencerenin yanı başında sırtına duvara yaslamış bir halde dizlerini karnına çekerek başını bacaklarına doladığı kollarının üzerine yerleştirmiş bir halde bugün yaşadıklarını hazmetmeye çalışıyordu. Türker, Enis, Ferhat, Sıla Fulya, Civan derken çok fazla yıpranmış, düşünmemesi gereken karanlık girdaplarda kendisini kaybolmuş buldu. Sakinleşmeli, sağduyulu davranmalı, amacından, yolundan sapmamalıydı. Sürekli “Unutma, hatırla…” diye sayıklar gibi kelimeleri tekrar ediyordu. Odasının kapısı tıklatıldığında kaşlarını huzursuzca kıpırdatarak bakışlarını kapıya yönlendirdi. Ses çıkarmadı. Kimsenin odasına gelmesini onun bu haline şahit olmasını istemiyordu. Rüzgâr genç kızın uyanık olduğunu hissediyordu.

“Girebilir miyim?” dese de cevap dahi beklemeden çoktan içeriye girmişti. Çağla onun odaya adım atmasıyla yüreğinde dolup taşan huzuru tüm benliği ile duyumsadı. Başını geriye doğru atarak kafasını duvara yasladı. Rüzgâr elinde tuttuğu tepsi üzerinde bulunan kupa bardakları gösterdi. Tepsi içindeki bardakları gören Çağla’nın yüzünde sıcacık bir tebessüm oluştu.

“Çay mı?”dedi eski bir anıya çoktan aklı gidip çakılı kalmıştı.

“Hatırladın demek?” dedi cümlenin ardında yatan soruyu çok iyi kavramıştı genç kız.

“Seninle yaşadığım hangi anıyı unutabilirim ki?” dedi gülümseyerek.

“Hatırlamaya bile gerek kalmasın, beni asla unutma Çağla.” Dedi içinde bir yerlerde derin bir korkuya ev sahipliği yapıyordu yüreği. Çağla onun sesinin içindeki hiç kimselerin bilmediği, göremediği masum çocuk kırılganlığını hissetti. Buzların prens Rüzgâr, diye tanırdı herkes onu, ama Çağla bilirdi onun gerçek yüzünü, hassas kalbini, sıcacık ruhunu. Kıyamadı kalbi onun öylece ayakta beklemesine, yanı başına oturması için eliyle yere birkaç defa vurdu.

“Hadi gel.” Diyerek onu harekete geçirmek istedi. Rüzgâr ondan bu hamleyi beklemişçesine hızlı adımlar ile genç kızın yanına gelerek oturdu. Sırtını duvara vererek tepsi içindeki kupalardan birini kızın eline tutuşturdu.

“Teşekkür ederim.” Diyen genç kız gözlerini rahatsızca kaçırdı. Rüzgâr onun nasıl bir muamma içinde yitip gittiğinin farkındaydı. Onun nefesi olmak için gelmişti. Yıllardır her çıkmaza girdiğinde, kendini suçlu görmeye başladığını hissettiğinde kapısına elinde iki kupa bardağı çay ile gelirdi. Yine o günlerden biriydi. Fulya ve Civan’ın evden gitmeleri ile büyük bir boşluğa düşen kız “Yalnız kalmak istiyorum.” Diyerek odasına kaçarcasına çıkmıştı. Annesi ve babası düğün mekanını seçmişler, akşam heyecan ile oğullarına anlatırken annesinin Çağla’nın odasına akın etmemesi için büyük bir çaba sarf etmişti. Akşam yemeğine de inmeyince iyiden iyiye meraklanan Feraye Hanımı durdurmak daha da zorlaşmıştı. En sonunda “Ailesinin bu güzel zamanlarda yanında olamayışları onu çok üzüyor. Bu yüzden bir kolu kanadı kırık. Anlayışlı olmamız lazım anne, lütfen üzerine gitme. O ne zaman nasıl davranacağını bilir. Lütfen kızın odasına giderek onu daha fazla üzüp mahcup etme.” Diyerek küçük bir yalana sığınmak zorunda kalmıştı. Sözlerinin ardından Feraye Hanımın gözleri dolarak “Tamam oğlum, bizim yapabileceğimiz bir şey olursa söylemen yeterli.” Diyerek anlayış dolu bakışlarla yanından ayrılmıştı. Şimdi Rüzgâr sevdiği kızın yanı başında ona nefes olabilmek adına kaybolduğu karanlıklardan onu çekip almak için güzel anılara sığınmıştı. Onu güvenli limanına çekmek için gelmişti.

“Annenlere de ayıp oldu, kusuruma bakma Rüzgâr seni zor durumda bırakmak istemezdim.” bakışlarını kaçıran kızı susturmak için adam “Şiytt…” dedi. “Bana bak Çağla.” dedi kızın dikkatini çekmek için. Fakat Çağla inatla ona bakmamak için direniyordu. Rüzgâr elindeki kupa bardağını bırakıp elleriyle kızın yüzünü avuçları içine hapsederek bakışlarına ev sahipliği yaptı.

“Kusur yok, ayıp yok, özür yok… Söz konusu ikimizsek bunların bizim adımızın geçen cümlelerde bulunmaya hakkı yok. Bak bana, biz her şeyin üstesinden bugüne kadar beraberce geldik bundan sonra da beraberce geleceğiz. Yan yanaysak el eleysek geri kalan hiçbir şey önemli değil. Benim için önemli olan sadece sensin. Bunu asla unutma.” Dedi kızın ışıl ışıl bakan gözlerine. “Gel buraya.” Diyerek onu kollarının arasına çektiğinde tüm gardı düşmüş bir şekilde küçük bir çocuk gibi direndiği gözyaşlarına teslim olmuştu. Canı çok fazla yanıyordu, unutamıyordu, bu acıyı ruhunda dindiremiyordu. Çağla hıçkırıkları arasında “İçimde kaldırılmayı bekleyen bir cenaze var sanki, toprağa özlem duyan, ait olduğu yerin altına kavuşmak için dakikaları sayan bir ruh var içimde. Bitsin artık Rüzgâr, artık mutlu olmak istiyorum, dayanamıyorum, tükendim bitsin artık.” Diyerek adamın sinesine gömüldü. Rüzgârın içi acıdı, hak etmediği, kederin bin bir tonunu kaderine yükleyenlere içten içe saydırırken onu sakinleştirmek için delicesine çabalıyor, sırtını şefkatle sıvazlıyor bugünlerin de geçeceğine onu inandırmaya çalışıyordu. Sözleri tıkandı kızın boğazına, acısı perçinlendi adamın… Onlar hüzünlerin içinde yoğrulurken bir bağrışma sesi duyuldu alt kattaki salondan. Bu seslerle ansızın irkilerek birbirinden ayrılan ikili tedirgin bakışlarla birbirlerini süzdüler. Sesler azalmak yerine arttığında ikisi de korku ile yerlerinden kalktılar.

“Neler oluyor Rüzgâr?” diye sorduğunda adam anlamadığını belirten bakışlarını gönderdi kıza.

“Şimdi anlarız.” Diyerek ayağa bir hışımla kalktı ve hızlı adımlarla odadan dışarıya çıktığında Çağla’da gözyaşlarını elinin tersi ile silerek onu takip etmeye başladı. Rüzgâr merdivenlerden koşarcasına inerek salona ulaştığında teyzesini bağıra çağıra annesinin yanında bulmuştu. Gecenin bir yarısı teyzesinin ve eniştesinin kendi evlerinde değil de burada bu halde olmaları bir an huzursuzlanmasına sebep oldu. Çağla, Rüzgar’ın peşinden ışık hızıyla salona girdiğinde gördüğü manzara ile nutku tutuldu. Firuze Hanımı ve eşini geç bir vakitte bu halde burada görmek onun vücudunun tef gibi gerilmesine sebep oldu. Olduğu yerde donup kalan kız önünde akıp giden bir filmi izler gibiydi. Firuze Hanım, bir yandan ağlıyor bir yandan “Mahvolduk abla, biz ne yapacağız şimdi, bittik biz.” diyerek dövünüyordu. Rüzgar’ın babası ve eniştesi de bir köşeye çekilmiş fısır fısır konuşuyorlardı. Eniştesinin omuzları çökmüş gözleri umutsuzluk dolu keder perdesini bakışlarına çoktan çekmişti. Feraye Hanım ise kardeşinin eline ve yüzüne kolonyalar döküyor onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Firuze Hanım’ın dilinden dökülen “Ah Türker ah! Bize bunu nasıl yaparsın? Ben sensiz şimdi ne yapacağım?” nidalarını duyan Rüzgâr ve Çağla bir anda birbirlerine baktılar. Firuze Hanımın neyi ima ettiğini çözmeye çalışsalar da yürekleri çoktan büyük bir korkunun esiri olmuştu.

Loading...
0%