@ugurluay
|
“Sürünüp gidenlerim, sürülüp gidenlerim var sol yanımdan.” Alev alev yanan kulübeden geriye sadece bir kül enkazı kalmıştı. Geçmişte yaşadığı nadir güzel anılara şahitlik etmiş, her ne kadar eskimiş olsa da yıpranmışlığını yok saymış, kalıntılarını görmezden gelmiş, unutulmaya yüz tutmuş kulübeden geriye kalanlara mazisinden bir iz ararcasına hasretle bakıyordu. Ne kadar da kolay zamanlarmış ne kadar da çocukça masum duygulara sahipmiş o günlerde. Geri getiremeyeceği hatıralar silsilesi içinde buhranlara savrulurken boğulduğunu, yaşadığı gerçek zamana hiç geriye dönemeyeceğini hissetti. Gözlerinden akıp giden sahneler onu mahvetmeye yetmişti. Düşünüyordu Çağla, bu kül enkazı onun kazandığını mı gösteriyordu? Üstünlüğünü sağladığı, zafer nidalarını attığı yer burası mı olacaktı? Geçen zaman içinde kin bulaşıcı bir hastalık gibi bütün benliğini ele geçirmişti. İnsanlığını yitirmiş, vicdanını çökertmişti yitirdikleri. Her Allah’ın günü yıkılmamış ama giderek yalnızlaşmıştı. İnancı ölmek istemesine engel olmuş ve büyük kaçışını sekteye uğratmıştı. Yara almış ve her gün kan kaybeden bir kalbe sahipti. Sona ermesi, bu çilenin doldurulup huzura ermesinin tek karşılığıydı intikam. Ama şimdi yıllar önce kalbinin ilk aşk heyecanını yaşadığı kulübenin külden oluşan enkazı karşısında, genzine dolan is kokusuyla sönmeye yüz tutmuş korları izlerken zihninde tek bir cümle çığlıklar içinde yankılanıyordu. “Tüm bunlara değdi mi?” Uğurladığı vicdanını yoklarken durulduğunu, dinginleştiğini hissetti. Ev sahipliği yaptığı yerde artık sadece bir konuktu. İnsanlığını yitirmiş bir konuk… Çağla omuzları çökmüş, yorgun ve bitkin bakışlarla söndürülme çalışmaları devam eden kulübeye bakıyordu. Rüzgâr onun bu haline daha fazla dayanamayarak ağlama krizleri geçiren teyzesini ve onu teselli eden annesinin yanından zor da olsa ayrılarak acı içinde kıvranan sevdiği kadının yanına gitti. Ne diyeceğini ne yapacağını artık o da bilmiyordu. Bu gece yaşananlar asla öngöremedikleri şeylerdi. Bunun olmasını ne Rüzgâr ne de Çağla istemişti. Onların istedikleri sadece adil bir adaletti. Ölüm asla planlarına dahil değildi. Ama içinde bulundukları bu durum işleri çıkmaza sokmuştu. Rüzgâr güçsüz bitap düşmüş bir halde Çağla’nın yanına geldiğinde bir an omzuna dokunmak için elini uzattı. Ama eksik bir şey vardı aralarında, eksilen bir şeyler vardı ve Rüzgâr bunu şu an çok güçlü bir şekilde hissediyordu. Bu gece Türker bu yaptığı ile Çağla’yı da Rüzgar’ı da dibi görünmeyen zifiri karanlık bir kuyuya isyan edercesine fırlatıp atmıştı. Bu kuyudan çıkış biletlerine ise nereden ve nasıl ulaşacağını artık Rüzgar’da bilmiyordu. “İyi misin?” dedi kararsız bir ses tonuyla gözlerini ondan kaçırarak. Çağla sesi duymuş ama hareket namına tek bir tepkide bulunmadan boş bakışlarla adeta hipnotize olmuş gibi kül enkazına bakıyordu. Sesine karşılık alamayan Rüzgâr endişeli bir şekilde bu defa da “Çağla…” diye seslendi. Genç kız bakışlarını bir an olsun ayırmadan solgun bir sesle konuşmaya başladı. “Burası neresi biliyor musun?” dedi parıltısız bir ifade yer edinmişti suretine. “Çağla bunu kendine de bize de sakın yapma.” Mahzunluğu matem tutmak istemediğini hissettirmek için çırpınıyordu. Çorak bir tebessüm peyda oldu dudak kıvrımlarında. Konuşmasının tatsızlaşacağını hissettirir gibiydi bakışları. Pişmanlık etrafta yayılan is kokusu gibi sarıp sarmalamıştı dört bir yanını. “Aslında sen de çok iyi biliyorsun. Sana yıllar önce anlatmıştım.” Diye çıkan ağlamaklı sesi adamı giderek kaygılandırmaya başlamıştı. Onun bu hali kalbinin en derininde bir yerleri feci halde sızlatmaya başlamıştı. Istırap onu da ele geçirirken kızın sözlerini ne kendi ailesinin ne de Türker’in ailesinin duymasını, bu ana şahitlik etmelerini istemiyordu. Zira Çağla hiç de sağlıklı düşünecek bir ruh hali içinde değildi. Eğer ki böyle bir şey yaşanırsa işte o zaman belalar daha fazla üst üste gelecek demekti. Hissettikleri asla bir kuruntudan ibaret değildi. Rüzgâr yaşadığı şu anın hissiyatı ile sevdiği kadının kolundan hiç de nazik olmayan bir şekilde tutmuş “Sen gelsene benimle bir.” Diyerek etrafına hissettirmeden kimsenin göremeyeceği bir ağaç dibine kızı sürükleyerek götürmüştü. Canının acısından inleyen Çağla ilk defa Rüzgar’dan böyle bir tepki ile karşılaştığı için şaşkındı. Ağacın dibine geldiklerinden kolunu çekiştirerek kurtaran kız “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diyerek öfke içinde haykırdı. Bu hareket karşısında daha fazla dayanamayan adam bir eli ile onun ağzını kapatıp diğer eli ile kızın belinden sıkıca kavradı. Yaşadığı bu an ile şoka giren kız yerinde bir anda korkudan irkildi. Ellerinin arasında kuşlar gibi çırpınan kıza kısık sesle ve tehlikeli bir tıslama ile “ Ağzını açıp seni bırakacağım ama artık sakin olup beni dinleyeceksin.” Dedi. Onun bu hallerine alışık olmayan ve kontrolünü yitiren adama korkulu gözlerle bakarken onay verircesine kafasını aşağıya yukarıya salladı. Yaptığından hoşnut olmasa da bunu kendine zorunlu kılan sevdiğine onay verircesine başını sallayıp usulca parmaklarını dudaklarından çekti. Belindeki gevşemeyi de hisseden kız hızla onu göğsünden geriye doğru ittirerek ondan uzaklaşma başardı. “Sen kafayı mı yedin bu da neyin nesi?” Vücudu titrerken kalbinin korkudan ürperdiğini ona hissettirmemek için çabalıyordu. Saçlarının arasından elini sertçe geçiren adam derin bir soluk bırakarak “Bana başka bir çözüm yolu bırakmadın.” Dedi. Çağla ona söylediği sözleri anlamlandırmakta güçlük çektiği bakışlarla baktı. Rüzgâr daha fazla onun kendisinden kaçınan davranışlarına tahammül edememişti. Yadırgadığını hissettirircesine “Şu haline bir bak.” Dedi kendisine gelmesi için. “Ne varmış halimde?” “Ne yok ki?” dedi büyük bir sırrı itiraf eder gibiydi sesinin tonu. “Evde haberi aldığımızdan bu yana uzaksın, benden kaçtığını fark etmedim mi sanıyorsun?” “Rüzgâr ben…” demiş ama cümlesini tamamlayacak kelimeleri bulup da devamına yerli yerince oturtamamıştı. “Evet sen haberi alınca dağıldın. Bu haberin kaynağının şu kulübe olması,” derken işaret parmağı ile kulübenin enkazını gösteriyordu. “Seni darma duman etti. Tamam sana hak veriyorum, seni anlamaya çalışıyorum ama sen de beni biraz anlamaya çalış. Yoruldum, tükendim, bittim ben Çağla… Sen az önce orada bana Türker’in sana ilanı aşk ettiği senin de kabul ettiğin o zamanları anlatacaktın. Ben burayı, yaşadıklarını bilmiyor muyum sanıyorsun. Unuttun mu? Yıllar önce senin iyileşmen için çırpınırken bana sen anlatmıştın. Zamanında onu nasıl sevdiğini, sana bu kulübe de nasıl sevgililik teklif ettiğini, senin nasıl büyük bir mutlulukla kabul ettiğini… Çağla ben tüm bunları zaten biliyorum. Ben tüm bu yaşadıklarını bütün ince yarıntısına kadar senden, sevdiğim dediğim kadından dinledim. Ama bu gece şu durumda bunları dinleyecek ne yüreğe ne de medeniliğe sahip değilim. Gecenin bir yarısı teyzem ve eniştem perişan halde evimize geliyorlar. Onlara ait kulübede yangın çıktığının haber alıyorlar. Kulübe geldiğimizde enkaz halinde, çok yakın bir alanda Enis kanlar içinde kendinden geçmiş bir vaziyette yatıyor. Polis, ambulans, itfaiye… Allah kahretsin, Enis’in bayılmadan önce ağzından çıkan tek cümle -Türker’i kurtarın- oluyor. Ama Türker orta da yok. Enis baygın. Kulübe de ne yaşandı ne oldu bilen yok. Teyzem, eniştem, bizimkiler herkes perişan. Lütfen bir de senin bu kulübe ile bağlantının ortaya çıkmasın. Senin kim olduğunu şu an ailelerimizin bilmemesi gerekiyor. Yoksa bu işin geriye dönüşü olmaz. Ben seni anlıyorum ama lütfen sende sağduyunu koru ve beni anla. Bak orada çocuğunun ne halde olduğunu bilmeyen ve yüreği evladı için çırpınan bir kadın ve adam var. Bu işi çözmemiz gerekiyor. Türker’e ne olduğunu öğrenmememiz gerekiyor.” Dedi. Çağla Rüzgar’ın sözlerinde ne kadar haklı olduğunu anlamıştı. Şu an için dağılmak, odak noktasını değiştirmek ona yakışmazdı. “Tamam haklısın.” Diyerek bakışlarını adamdan kaçıran genç kıza biraz fazla yüklendiğini düşünerek “Çağla.” Diye seslendi. Genç kız utana sıkıla ona baktı. Gördükleri gözlerinin akmaya hazır hale gelmesine sebep olmuştu. Kollarını iki yanına açmış ve evine gelip huzurunu içine çekmesi için ona kucak açmıştı. Çağla bu daveti kaçırma niyetinde olmadığından yanağından süzülüp giden yaşlara inat koşarcasına Rüzgar’ın kollarına sığındı. İki yürek birbirine sımsıkı sarıldığında ikisi de biliyordu. Elbet bugünlerde geçecek ve yıllardır hayalini kurdukları huzurla dolu mutluluklarına ulaşacaklardı. Rüzgâr ve Çağla birbirine sımsıkı sarılıp kendilerini toparlamaya çalışırlarken yanlarına Civan geldi. “Kusura bakmayın bölüyorum ama…” dedi sesi sıkıntılı bir halde çıkmıştı. Onun bu halinden çok iyi anlayan Rüzgar’ın ansızın kaşları çatıldı. Çağla ve Rüzgâr birbirinden ayrılırken meyus bakışların sahibi adam rahatsız edici bir şekilde genzini temizledi. Huzursuz bir konuşmaya giriş yapacağı besbelliydi. Rüzgâr daha fazla bu karamsar duruma dayanamayarak “Türker’den bir haber mi var Civan?” derken sesi kuşkulu çıkmıştı. Adam biliyordu ki Civan’ın ağzının altında nasıl bir bakla varsa moralini fena halde bozacaktı. “Aslında evet …” dedi hala cümlesini tamamlayamayacak sıkkınlıklaydı. “Dinliyorum artık söyle de sen de kurtul ben de kurtulayım.” “Rüzgâr haberler hiç iyi değil. Türker’in arabasını bulmuşlar.” “Eeee…” dedi cümlenin hala tamamlanmamış olması içinde büyük bir kuşkunun oluşmasına sebep olmuştu. “Araba çok kötü durumdaymış, yoldan çıkarak bir ağaca çarpmış.” Dediği an kızın ağzından bir korku nidası yükseldi. Elleriyle ağzını kapatarak daha fazla çığlık atmasına engel olmaya çalışsa da yanaklarından süzülüp giden acı dolu yaşlara engel olamamıştı. Rüzgâr aldığı haber karşısında bir anda bilinçsizce Civan’ın yakalarına yapışmış “Peki ya Türker, söylesene Civan ona bir şey olmuş mu?” diye kükredi. “Bilmiyorum.” “Ne demek bilmiyorum Civan, arabayı bulmuşsunuz, Türker’in iyi olup olmadığını nasıl bilemezsin.” Derken hala arkadaşını yakalarından tutup silkelemeye devam ediyordu. “Eeee yeter be…” diyerek yakalarını onun tutuşundan sertçe kurtardı. “Sana bilmiyorum dedim anladın mı? Çünkü arabada kan izinden başka hiçbir şey yok, rastladığımız tek şey kan izleri.” Dediği an daha fazla ayakta durmaya gücü kalmayan Çağla hıçkırıklar eşliğinde dizlerinin üzerine çökmüştü. Civan “Hayır olamaz.” Diyerek sayıklarcasına kahırlı konuşan Rüzgar’a ters ters baktı. “Neden olmasın? Sizin de istediğiniz bu değil miydi? Aldınız mı sonunda intikamınızı?” “Ben böyle olacağını tahmin edemedim.” Dedi ses tonu fısıltı halinde çıkan adam kendinde değildi. “Ne olmasını bekliyordun Rüzgâr, sen kuzenini tanımıyor musun? O çok sağlıklı düşünebilen bir adam mıdır? Öfkesine çocukluğundan bu yana şahitlik eden sen değilmişsin gibi şimdi neyi hesap edemediğini söylüyorsun?” diyerek onu sözleriyle sarsmaya çalıştı. Ne kadar başarılı olmuştu bilmiyordu ama bildiği tek bir şey vardı. O da bu işten çok fazla kişinin canı yanacağıydı. Bakalım bu hikâyenin yanan yüreği ya da yürekleri kim olacak? |
0% |