Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31.BÖLÜM

@ugurluay

“İmkansız sevdalar durağında verdim son nefesimi…”

Rüzgar’ın gidişinin ardından saatler geçmiş fakat Çağla yerinden bile hareket etmemişti. Öylece camın kenarındaki koltukta oturuyor elinde sımsıkı tuttuğu fotoğrafla etrafa boş bakışlar bahşediyordu. Ölüm sessizliği sökün etmişti ortalığa… Dili kelama dönmüyor, ruhu sessizliğe gömülüyordu. Artık her şey için zamanın gelmesini bekliyordu. Kaçınılmaz sonun yaşanmasına çok az kalmıştı. Artık hiç kimsenin kendisi yüzünden zarar görmesini istemiyordu. Kendi göbek bağını kendisi kesecek, hesabını kimseye zarar vermeden kapatacaktı. Artık Rüzgar’ın ve ailesinin hayatından çıkıp gitme zamanı gelmişti. Bu hikâye de yanan kişi olmayı seçmiş ama yakmayı tercih etmemişti. Kendi yanacak ama kimseye zarar vermeyecekti.

Çağla duygudan duyguya sürüklenirken yüreği emsalsiz bir fırtınaya tutulmuştu. Telaffuz etmekte güçlük çektiği acıların esiriydi artık. Her darbe de bir çentik atmıştı kaderine. Dönüp bakmak ne kadar yaksa da canını uslanmayan yüreğine unutturmamak için tökezleyerek yeni baştan yürüyordu o açtığı çentiklerin acısını içine çeke çeke… Sonu ölüme çıkan karanlıkları vardı onun. Düşleri alev alev, yüreği alazlarda kalan, sesi buhrana varan bir kadındı o. Şimdi sadece zamanını bekliyor suskunluğuna sığınıyordu. Biliyordu, konuşursa her şey mahvolacak ve hiçbir şey bitmeyecekti.

Çağla düşüncelerin girdabında kaybolurken kapısı usulca tıklatıldı. Bu tınıyı da çok iyi biliyordu. Ona yardım elini uzatan, arkadaşlığının sıcaklığını hissettirmek için delicesine bir çaba sarf eden Fulya’dan başkası değildi. Civan her ne kadar mesafeli davransa da Fulya’nın yakınlığı takdire şayandı. Çağla her zamanki tavrına bürünüp bakışlarını karanlığa dikmişken Fulya bu defa pes etmeyeceğini hissettiren bir giriş yaptı.

“Sana sıcacık bir çay getirdim.” Dedi içeriye girdiği an elindeki bardakları göstererek. Çağla onun bu girişi ile derin bir nefes bırakırken kahırlı gözleriyle kızın karşısındaki sandalyeye oturmasını izledi. Fulya camın kenarına getirdiği bardakları bıraktı. Anlayış dolu bakışlarla kızı süzerken “Nasıl dayandın?” dedi sesindeki ıstırap hissediliyordu.

Çağla bir an onun neden bahsettiğini anlayamadı. Kaşları çatık bir halde ne sorduğunu idrak etmeye çalışırken Fulya devam etti.

“Rüzgâr anlattı. O gece seni uçurumdan ittiklerinde 17 Ağustos depremi yaşanmış. Annenler enkaz altında kalmış, babanlar ise sana ulaşmaya çalışırken trafik kazası geçirmişler. Ve sen o uçurumun dibinden Rüzgâr sayesinde sağ çıkmışsın. Aylarca yoğun bakımda kalmışsın, kendine geldiğinde ise uzun bir tedavi görmüşsün. Geriye döndüğünde ise ailenden hiç kimseyi bulamamışsın. Nasıl dayandın tüm bu acılara? Ne yaşadın, tam olarak ne hissettin Çağla? Rüzgâr bu konuda hiç konuşmadığını, hislerini hiç ona anlatmadığını söyledi. Bu kadar acı bir hayata sığdıysa dile gelmeli. Eğer gelmezse sonu büyük bir faciaya yol açabilir.”

“Facia… Aslında tam da benim hayatımın odak noktası…”

“Anlat bana Çağla, o günden bugüne neler hissettin anlat ki içindeki katran karası acı akıp gitsin.”

“Anlatmak neyi değiştirecek Fulya? Ağzımdan dökülüp giden cümleler bana geçmişteki hangi güzel anımı geri getirecek, anlatmak bana acıdan başka ne hatırlatacak?”

“Nefes almanı sağlayacak, bir şeyleri sindirmeni onları kabullenmeni sağlayacak, yalnız olmadığının farkına vardıracak. Acının ortaklarını görmeni sağlayacak.”

“Peki tamam, madem bu kadar öğrenmek istiyorsan dinle öyleyse…” dedi elleriyle yüzünü sıvazlayarak derin bir soluk bıraktı.

“O gece… Ben o gece ile ilgili Rüzgâr ile hiç konuşmadım. Dilime bir kere bile yol etmedim yaşananları. Şimdi sana anlatacaklarım ilk ve son kez kelimelerle buluşacak, sonra sonsuza kadar benimle birlikte yok olup gidecek.”

“Ne demek bu Çağla?” dedi bir an korkuyla irkilen kadın.

“Dinle beni Fulya,” dedi bacaklarını karnına doğru çekerek elleriyle sardı ve dizlerinin üzerine çenesini yerleştirdi. Hipnoz olmuş gibi cümleler ardı ardına dudaklarından su gibi dökülmeye başladı.

“O karanlık gecede tüm kaderim değişti benim. Annem, babam, abim ve kardeşim… Ben bir gecede tüm her şeyimi sonsuzluk cehenneminde kaybettim. Hem de hiç değmeyecek biri yüzünden. Gururunun önceliği sevgisinden büyük olan üç kuruşluk bir adam yüzünden… Düşünsene sevdiğim dediğin adam senin sözüne değil de yalanla dolanla ortaya saçılan görüntü ve videolar sebebiyle gözüyle gördüklerine inanıyor. Senin hiçbir kelimen ya da cümlen artık onun yüreğine tesir etmiyor. Sebebi ise sevgisinin önüne koyduğu erkeklik gururu ve onuru. Biliyor musun benim dışımda herkese inandı, benim gözlerime inat onu aldattığımı yüreğine de aklına da kabul ettirdi. O gece gözyaşları ile gizlice onu ikna edebilirim diye dışarıya çıktım. Evden çıkmadan önce ailemin her birinin odasının kapısına gidip uyuduklarını gördüm. Bilseydim bir gece de onları tamamen kaybedeceğimi ve orada onlar ile öleceğimi bir adım dahi atıp o evden dışarıya çıkmazdım. Sonsuzluğa onlarla birlikte yol alırdım. Böyle kimsesiz ortada bir başına kalmazdım.”

“Böyle konuşma, bak Rüzgâr var biz varız. Sen kimsesiz değilsin.”

Duydukları karşısında yüzü acı bir tebessüme ev sahipliği yaptı.

“Ben bir gece de hem öksüz hem yetim kaldım. Bu acı gerçekle yüzleşeli uzun zaman oldu Fulya, hiçbir insan benim kimsesiz olduğum gerçeğini değiştiremez.”

“Ama…” dedi fakat cümlesi Çağla’nın sözleriyle bıçak gibi kesilip atıldı.

“Ama hiçbir cümle bunu inkâr edemez. Fulya, ben kendime geldiğimde aylarca tedavi gördüm. Rüzgâr bana hiçbir şey anlatmadı. Söz konusu ailem olduğunda laflar bambaşka yerlere gidiyordu. Günlerce bilinçsiz yatmışım aylarca tedavi görmüşüm. Başlarda çok sorguladım ama zamanla bir şeylerin ters gittiğini anladım ve sorgulamayı bıraktım. Ta ki gerçek anlamda güçlenip ayağa kalkana kadar… Gizlice hastaneden kaçıp evimin bulunduğu mahalleye gittiğimde hiçbir şeyin bıraktığım gibi kalmadığını gördüm. Benim çocukluğumun geçtiği mahalle 17 Ağustos gecesin de yerle bir olmuş. Evimin bulunduğu yerde ise hiçbir şey kalmamıştı. Orada benim evim vardı, daha dün gibi hatırlıyorum o gece o evden nasıl çıktığımı ama şimdi sanki hiç yaşanmamış, hiç var olmamış gibiydim. Tüm hayatım ellerimin arasından kayıp gitmiş tüm ailem bir bir yok olmuştu. Ben kendimi bilmez halimle kaçtığım hastaneye geri döndüğümde Rüzgar’a tek sorduğum ailemin hayatta olup olmadığıydı. Başını önüne eğerek beni ailemin yattığı mezarlığa götürdü. Tek tek okudum isimlerini, tek tek sevdim mezar taşlarını, koklayamadığım kokularını mezarlarının üzerindeki topraktan içime çekmeye çalıştım. Ama olmadı unutmaya yüz tutmuş hatıralarımı hatırlamak için çok çaba sarf ettim. Hayatım anılarım tüm her şeyim giderek silikleşmeye başlamıştı. Onlara ait elimde kalan tek şey mezarlarıydı. Ne bir resim ne bir hatıra hiçbir şey kalmamıştı geriye. Sonra o mezarlıkta kendi mezarımı gördüğümde işte o an hiçbir şeyin kader olmadığını anladım. Tuzağa düşmüştüm. Ve hayatım elimden çalınmıştı. Üstüne bir de abim ve babamın Ekin’lerin attığı mesaj yüzünden evden çıkışları, beni kurtarmak için dikkatsizce araba sürüp kaza geçirmeleri. Annem ve kardeşimin tek başlarına olduğu için o evden çıkamayışları… Düşünsene bir iftira bir ailenin yok olmasının bileti haline geldi. Her şey planlıydı. Ve ben Ekin’in hastalıklı bir saplantının kurbanı olurken ailemin de hayatını mahvetmiştim. Yıllardır hesap içindeyim, çok duygumun esiri oldum. İntikam istedim, kaybettiklerimin bedelini ödemelerini istedim. Yitirdiğim anılarım, yaşayamadıklarımın hesabını görmek istedim. Ama asla Rüzgar’ın hayatını mahvetmek istemedim. Onu böylesine bir duruma sokacağımı bilsem sonsuza kadar o mezarda ölü kalan kişi olmayı seçer ve bambaşka bir hayat içinde sıradan bir halde nefes alırdım. Ama olmadı, kimin hayatına girsem mahvettiğim gibi Rüzgar’ı da kahrettim. Şimdi diyorsun ki nasıl dayandın? Acı kaderime ilmek ilmek işlenmişken dayanmaktan başka çarem olmadığını biliyordum. Buna mecburdum. Yaşamaktan başka çarem yoktu.” Dedi.

Onun tüm anlattıklarını gözyaşları içinde dinleyen Fulya kızın son cümlesi ile ayağa kalkarak ona sımsıkı sarıldı.

“Sen kimsesiz değilsin, hiç kimse yoksa bile ben varım, bunu sakın unutma.” Diyerek hıçkırıklara boğularak cümlesini tamamladı. Bu cümle belki de ilk defa kızın yüreğinde kanat çırpan kimsesizliğin kanadını kırmaya yetmişti.

Kendi mezar taşının üzerindeki ismini okurken hissettiklerini hatırladı bir an… Kimsesizliği ilk o an küçük bir kuş gibi kanat çırpmaya başlamıştı yüreğinde. Hayal meyal hatırlıyordu yaşadıklarını, bir yanı deli fırtına gibi ezip geçmek istiyor her şeyi, bir yanı sessizliğin baş timsali masum bir yüreğe dönüşüyordu. Mahrum edildiği, yaşayamadığı bir hayata mecbur edilmişti. Acının doruklarında raks ederken bulmuştu kaderini. Kederin bin bir tonunu yüklemişti yazgısına. Birçok şeyi söylemiş birçoğunu da kendisine saklamıştı. Bilemezdi. Söyleyemediği kelimelerin, içinde saklı tutmayı seçtiği cümlelerin bundan sonraki hayatını alt üst edeceğini bilemezdi.

Loading...
0%