Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.BÖLÜM

@ugurluay

“Kaçış Olmayan Gerçekler…”

Ne yaparsan yap sakladığın tüm sırlar bir gün elbet ayağına dolanarak gün yüzüne çıkar. Çağla saatlerdir Rüzgâr’ın ona ne ima ettiğini anlamaya, kendisine sarf ettiği tüm her şeyi ve zikrettiği ismi anlamlandırmaya çalışıyordu. Saatlerdir odanın içinde yatağın üzerinde öylece oturmuş duvarı boş boş izliyordu. Rüzgâr ona mesafeli bir şekilde “Aşağıya gel.” Diyerek emredercesine sarf etmişti cümlesini. Gidecekti ama ne için? Aşağıya inmekten delicesine korkuyordu? Yeni bir sır öğrenmek onun nefesinin daralmasına sebep oluyordu. Eli kalbinin üzerine giden kız “Bitsin artık, bitsin.” Diyerek gözlerini sımsıkı kapattı ve derin soluklar alıp verdi. Bedenini sakinleştirmeye çalışan kızın kulağına dolup taşan kapı tıklatılma sesiyle bir anda irkildi. Kapıdaki kişiye bir cevap vermese de içeriye başını uzatan Fulya’ya zoraki bir tebessüm gönderdi.

“Çağla, misafirlerimiz geldi. Rüzgâr senin artık aşağıya gelmeni istiyor.”

“Misafirlerimiz?” dedi kaşları çatık bir halde ona bakarken söylediği tek kelimenin içindeki binlerce soruyu dillendirmemiş olsa da Fulya onun bakışlarından her bir cümlesini net bir şekilde anlayabiliyordu. İçeriye girerek usul usul adımlarla kızın yanına gitti. Ellerinden tutarak ayağa kaldırdı. Anlayışlı bakışlarıyla onu süzmesinin ardından “Çağla biliyorum çok yorgunsun, gitmek istiyorsun buralardan ama az sonra öğreneceklerinden sonra bunun imkânsız olduğunu anlayacaksın. Rüzgâr’ı yaralama Çağla, ne olursa olsun senin arkanda mertçe duran adamı yıkıp geçme. O seni çok seviyor, eğer az sonra öğreneceklerinin ardından çekip gidersen iyi olmasını umut ettiğin adamın ruhunu mezar altına koyup gideceksin. Yapma Çağla, bunca şeyden sonra mutlu olamayız diye düşünme, sadece ihtimaller üzerine karar vererek geleceğinizi yok etme. Daha kötüsünü düşünmek yerine, mutlu olma ihtimalinize kulak ver. Yapma bunu, kendine de Rüzgâr’a da yapma.”

“Anlamıyorsunuz Fulya, ben artık onun hayatını daha fazla mahvedemem. Buna hakkım yok.”

“Eğer çekip gidersen onun hayatını sen mahvedeceksin. Bunu göremiyor musun?”

“Bilmiyorum Fulya, kafam çok karışık. Artık gücüm yok, olanlara, olacaklara dayanamıyorum. Ne geçmişi değiştirebiliyorum ne de gelecekte olacak olanlara gücüm yetmiyor.” Diyerek ellerini kızın tutuşundan kurtardı.

“Tamam, Çağla, sen bu söylediklerimi yine de bir düşün ama öncelikle aşağıya inmemiz gerekiyor. Senden bu süreçte olabildiğince sakin ve sağduyulu olmanı öfkeni kontrol etmeni istiyorum. Misafirlerimizi de Rüzgâr’ı da sonuna kadar dinle ve sonra ne yapacağına karar ver.” Diyerek kapıya yöneldi.

“Fulya.” Dedi kız büyük bir ihtiyaçla “Kim geldi? Gelenlerin Ilgaz ile, ölmüş kardeşimle ne ilgisi var?”

“Ben bu konu da bir şey söyleyemem Çağla, az sonra zaten her şeyi en doğru kaynaktan kendin öğreneceksin.” Dedi ve daha fazla orada duramadığı için hızla odadan çıktı. Aklı daha çok karışan genç kız elleriyle yüzünü sıvazladı. Burada böyle durmakla hiçbir şey öğrenemeyeceğini biliyordu. Ne kadar korksa da gücünü toparlayıp kapıdan dışarıya adım attı. Merdivenlere yönelip yavaş adımlar ile aşağıya indiğinde gözleri salonda oturanları taramaya başladı. Bakışları misafir adı altında olan insanları gördüğü an bir an başının döndüğünü hissetti. Ayakta durmakta güçlük çeken kız titrediğini düşündü. Tırabzanları kavrayarak eliyle sıkıca tutup derin soluklar alıp vermeye başladı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Rüzgâr gözlerini sımsıkı kapatmış kızın nefes alış verişini ne kadar uzakta olsa da duyuyor ama gururu yanına gitmesine ona sarılarak sakinleştirmek için kolları arasına almasına engel oluyordu. Dizlerinin üzerine dirseklerini dayamış, iki elini birbiriyle tutarken yumruklarının canının acısını duyumsamayacak şekilde sıkmıştı. Gözlerini kıza çevirmiyor ama onun yıkılmış halini görmese de yürekten delicesine hissediyordu. Bakışları duvarda sert çehresine eşlik ediyordu.

Çağla güçlükle tırabzanlardan tutunarak inmeyi başardı. Bakışlarını öfke ile oturanlara yönlendirdiğinde kelimelerinin acımasızlığını onlara hissettirmek istiyordu.

“Sizin ne işiniz var burada?” dediği an gözleri Ferhat ve eşi Sıla’daydı. Onca şeyden sonra bir de onları görmeye tahammül edemezdi. Sıla eşinin eline uzanarak sımsıkı tutmuş gözleriyle “Artık zamanı geldi sevgilim.” Der gibi bakmıştı. Rüzgâr sesini çıkarmazken Ferhat ansızın bir hamle yaparak hızla ayağa kalktı. Biraz mahcup biraz çekingen yıllar önce kendi yaptığı hatanın bedelini ödemek zorunda kalmış kızın gözlerinin içine suçlu bir şekilde baktı.

“Biliyorum şu dünyada yüzünü görmek isteyeceğin en son insan bile ben değilim. Ama artık zamanı gelen gerçekleri seninle paylaşmam gerek. Bilmen gereken çok şey var Çağla.”

“Ne gerçeği? Ne saçmalıyorsun yine sen Ferhat? Bizim hesabımız seninle kapandı, bana anlatacak daha neyin var?” dediği an bu defa araya Civan girdi.

“Çağla lütfen biraz sakin ol, oturalım Ferhat ile Sıla’nın sana anlatacakları var. Belki daha sonra öfkenin gerçek sahibinin onlar olmadığını anlarsın.” Diyerek göz ucuyla bedeni taş kesilmiş dilinden tek bir cümle düşmeyen arkadaşına baktı. Civan’ın itiraz kabul etmeyen tavrı karşısında cevap vermese de Rüzgâr’ın tam karşısına Fulya’nın ise yanına geçip oturmasıyla durumu kabullendiğini gösterdi. Genç kızın uysal tavrı karşısında derin bir soluk bırakan Civan aşkla ciğerinin paresi sevdiği kadın Fulya’ya baktı. Ona her zaman muhtaçtı ama bugün her zamankinden farklı olarak bir ihtiyaç içindeydi. Fulya gözlerinin harelerindeki güveni ona hissettirdiği an Civan Ferhat’ın omzuna dokunup iyi şanslar dileyerek arkadaşının yanına gidip oturdu. Ferhat zor olacağını bildiği ama bir gün yüzleşmek zorunda kalacağı ikinci bir gerçeği daha anlatmanın güç durumu ile karşı karşıya kalmaktan biraz yorgun biraz da farklı bir rahatlamanın eşiğindeydi. Sıla’nın yanına oturup gözlerini kendisine öfke ile bakan Çağla’ya döndürdü.

“Eee Ferhat Bey sizi dinliyorum, yıllar önce karşıma çıktığında tüm ailemi ve hayatımı elimden alınmasına sebep oldun. Şimdi ne için buradasın? Benden almadığınız bir canım kaldı onu mu almaya geldin?” dediği an Rüzgâr öfke ile sevdiği kadının gözlerine baktı. Ağzından çıkanlarının farkına vardığı an o da bakışlarını Rüzgâr’a döndürdü. Yalan söylememişti ki neden hiddetle ona bakıyordu. Şu dünyada bir canı kalmıştı elinde onu da alsalar gıkı çıkmayacaktı şu saatten sonra. Rüzgâr kızın gözlerine sana bir şey olmasına asla müsaade etmem dercesine bakarken Çağla ondan bakışlarını kaçırarak Ferhat’a döndürdü. Ellerini kucağında birleştirerek nefret ile gözlerini kıstığında Ferhat susmanın çare olmadığını anladı.

“Bu duyacaklarından sonra inan ki nasıl tepki vereceğini bilmiyorum ama bu gerçeği senden daha fazla gizleyemezdim. 17 Ağustos 1999 depremi gecesi sen aileni kaybettiğini zannediyorsun ama…” dedi ve sesi kısıldı bir an, nasıl anlatacağını bilemez halde Sıla’ya baktı.

“Ama…” dedi bir anda ellerini kucağından çözerek öne doğru eğildi.

“Ama o gece ailenin tamamı hayatını kaybetmedi Çağla.”

“Sen ne dediğinin farkında mısın Ferhat?” Dedi hiddetle ayağa kalkarken adamın yakasına tutarak onu da ayağa kaldırdı. Sarsmaya başladığı an “Ne demek bu? Canımı yakacak başka bir şey bulamadın da ölmüş ailemi mi diline doladın sen? Seni öldürürüm Ferhat, geçmişimi ağzına alırsan, bir kez daha almaya cüret edersen seni bu dünyada asla yaşatmam. Bana Türker’in oyunlarıyla gelme.” Diyerek onu geriye doğru ittirdi. Arkasını adama dönen kız sıklaşan soluklarını düzene sokmak için bir elini kalbinin üzerine götürürken bir eliyle de yüzünü sıvazlıyordu.

“Ferhat doğru söylüyor.” Diyerek onun bedeninin taş kesilmesine sebep olan ses Rüzgâr’dan başkasına ait değildi. “Önce dinlemeyi öğren Çağla, sonra istediğin gibi tepkini verirsin.” Dedi soğuk ve bir o kadar mesafeli keskin sesiyle. Çağla bir anda ona dönerek eliyle Ferhat’ı işaret etti. “Sende mi bu yalancıya inanıyorsun, görmüyor musun bu da Türker’in bir oyunu, hayır ben buna daha fazla dayanamayacağım. Siz bu herifi istediğiniz kadar dinleyin ama ben yokum artık. Ben bu yalanları daha fazla dinlemeyeceğim.” Dedi ve hızla kapıya doğru yöneldi. O sırada hiç yerinden kıpırdamamış Rüzgâr hızla ayağa katlı, onun kolundan çekerek kendine döndürdü. Ateş saçan gözleriyle ona baktı. Gözleri alazlar içinde olsa da üşütüyordu kızı adamın gözlerindeki mesafe.

“Ferhat doğruyu söylüyor. O gece bir kişi daha kurtuldu. Ailenden kardeşin Ilgaz hala hayatta. İlk o kurtarılmış, girdiği şok yüzünden konuşamamış, hala da konuşmuyor. Ekin’in babası Ilgaz içinde bir mezar yaptırmış. O hengamede onun yaşadığını sorgulayan ya da öğrenen olmamış. Ferhat bulmuş günler sonra kardeşini, bir komşunuzla konuştuğunda kurtulan birinden bahsetmiş. Ardından da peşine düşmüş kardeşinin, onu bulmuş. Ama mezar taşını gördüğünde korunması gerektiğini anlamış. Sana yaptıkları yüzünden vicdan azabı çekmiş. Bu yüzden kardeşini o günden sonra asla yalnız bırakmamış. Sıla… Çocuk esirgeme kurumunda çalışan bir idareci. Onunla da orada tanışmış. Ne kadar uğraşsalar da konuşturmayı becerememişler. Kardeşin, Ilgaz yaşıyor. Ferhat ve Sıla onun koruyucu ailesi.” Dedi gözlerinin içine bakarak söylediği her cümle kızı yerden yere çarptı.

“Hayır, hayır, hayır… Onlar öldü, ben, ben hepsinin mezarının başına gittim. Yaşasalar bilirdim, yaşasalar hissederdim. Yalan söylüyorsunuz. Ben buralardan gitmeyeyim diye bana yalan söylüyorsunuz.” Dedi adamın kolları arasında çırpınırken kurtulmaya çabalıyordu. Rüzgâr tutuşunu sıklaştırıp ona sımsıkı sarıldı. Kulağına dudaklarını değdirip “Ben sana bugüne kadar hiç yalan söyledim mi Çağla?” dedi. İşte bu soru kızın hıçkırıklara boğulmasına sebep oldu. Çünkü Rüzgâr Çağla’ya ne olursa olsun asla yalan söylemezdi ve Çağla bunu çok iyi bilirdi. Adından emin olduğu kadar bundan emindi.

“Rüzgâr.” Dedi sicim gibi akan gözyaşları yanaklarını istila ederken adam kızın yüzünü avuçları içine aldı.

“Çağla’m, göz bebeğim, ağlama artık, gözlerinden akıp giden her damla yaş hayatımı cehenneme çeviriyor. Artık dökme ömrüme gözyaşlarını.”

“Ilgaz, kardeşim, yaşıyor.” Dedi bir hıçkırık daha kopup gitti boğazından.

“Yaşıyor güzel gözlüm, yaşıyor masum yüreklim.” Dedi onu bir kez daha kolları arasına alıp sakinleştirmek için sırtını şefkatle okşadı. Çağla’nın cümleleri yok olup gitmişti. Rüzgâr’ın mesafesinin dirayeti onun gözlerinden akıp giden bir damla yaşa kadardı. Ne gurur ne öfke ne de mesafe… Gerçek aşkın önünde hiçbir şey duramazdı. Gerçek aşkın yanı başında merhamet, şefkat ve saflık vardı. Odada bulunan herkes o anlarda çaresizce iki sevgiliyi izliyordu. Hayat onları alıp öyle bir noktaya getirmişti ki herkesin elini kolunu bağlamış ve seyirci haline getirmişti.

Loading...
0%