@ugurluay
|
1 Yıl Sonra Rüzgâr ağır aksak adımlarla hedefine doğru ilerliyordu. Aradığını burada bulacağından o kadar emindi ki. Onca şey yaşamışlardı ve sonunda mutluluğu tadacaklardı. Rüzgâr da Çağla da bunu sonuna kadar hak etmişti. Rüzgâr derin düşünceler içinde adım adım ilerlerken birden ayakları duraksadı. Gözleri uyandığından bu yana görmediği, yüreğinin hasret kaldığı kızı buldu. Çağla annesi ile babasının mezarının ortasına oturmuş sarsıcı bir özlem ile onların bedenlerine yuva olan kara toprağı çaresizce izliyordu. Ölümü düşünüyordu sessizliğin zindan karanlığında. Çaresizliğin kıskacındaydı yüreği. Ölüm gerçeğini gerçek anlamda idrak etmemiz hayatımızdan birileri bizden çekip alındığında ya da hayatımıza ölümün, yokluğun soğuk nefesi değdiğinde varlığını acı ile idrak ederiz. Çağla’nın mezar başında kederli duruşu etkilemişti adamın yüreğini. Tüm yaşadıkları gözlerinin önünden akıp gitti. Çağla’nın yaşadıkları, kendisinin çektikleri ve şu anki zaman. Her şey ne kadar da hızlı geçip gitmişti. Geçmez denen zaman nasıl da umarsızca akıp gitmişti. Günahlarına bahaneler üretenler, kulaklarına vicdanlarının fısıltılarına tıkayanlar, duymayanlar, gözleri gerçeklere kör olanlar ilahi adaletin tecellisiyle ödediler yaptıklarının bedelini. Belki ağır geçmiş, belki çok acı çekmişlerdi ama bir an olsun gerçekleri ortaya çıkarmaktan vazgeçmemişlerdi. Sadece adalet istemişler, buna karşılık yürekleri acımasızca örselenmişti. Ama nihayetinde başarmışlardı. Yolun süreci sarsılmalarına sebep olsa da sonunda ulaştıkları ışık her şeye değerdi. Kırık bir zemindi genç kızın yürüdüğü, umarsızca paramparça olacağını bile bile korkmadan, yılmadan yıkılmadan yürüdü tüm cesaretiyle. Her adımda akıttığı gözyaşları görüşünü bulanıklaştırsa da an be an zihninin berraklaştığını hissediyordu. Zamanın işlevi özelleştiği vakit, nefes aldırmaktan çekinmiyordu. “Çağla.” Dedi adam varlığını hissettirmek için sanki gerek varmış gibi. Çağla onun geldiğini esen rüzgârın burnuna taşıdığı kokusuyla hissetmişti zaten. Arkasından seslenen adama dönüp bakma gereği bile duymadan konuşmaya başladı genç kız. “Ne garip değil mi? Onların eksikliklerini, gerçek anlamda yokluklarını daha yeni idrak ediyorum. Artık geriye dönmeyeceklerini daha yeni anlıyorum.” “Farkındayım canım, çok zor şeyler yaşadık ama ben ailenin şu an seni ve Ilgaz’ı gördüklerine, çok mutlu olduklarına inanıyorum. Sende buna inan, emin ol ki onlar sizin gülüşlerinizle huzur buluyorlar.” Dedi ve genç kızın karşına giderek yere doğru eğildi. İki mezarın tam ortasına onun ellerini avuçları içine aldı. “Şimdi söyle bakalım, seni bu saatte buraya kadar tek başına ne getirdi? Hem de düğün günümüzde, nikâhımıza saatler kalmışken.” “Ben , şey…” diyerek gözlerini Rüzgar’dan kaçırdı. Ne diyecekti? Nasıl diyecekti? Gerçekleri sözlerine nasıl ulaşacaktı. Bilmiyordu. Bunca zaman sonra Rüzgâr bunu öğrenirse çılgına dönerdi. Ve yapacaklarından ölesiye korkuyordu. Rüzgâr kızın çenesinden tutarak çehresini kendisine döndürdü. Bakışları buluştuğunda sorgularcasına “Geçiştirmiyoruz, nasılsa öğreneceğim bir şeyi evleneceğin adamdan gizlemiyorsun tamam mı Çağla?” Çağla biraz sıkılgan, biraz çekinerek de olsa montunun cebinden bir zarf çıkardı. Rüzgâr kızın elinde tuttuğu zarfa kaşları çatık bir halde baktı. Anlam verememişti. “Bu ne Çağla?” dedi sorgulayarak. “Ben de sabah odamda yatağımın üzerinde bulduğumda aynı şeyi sorguladım ama içindekileri görünce, daraldım, nefes alamadım. Anneme ve babama sığınmak istedim. Seninle de konuşacaktım ama bugün konuşmak istememiştim. Onlardan güç alıp düğünümüzü güzel şekilde geçirdikten sonra her şeyi anlatacaktım. Bu günü mahvetmek istemedim Rüzgâr.” Dedi canı daralmıştı. Rüzgâr kızın elinde tuttuğu zarfı çekip alarak hızla açtı. Tahmin ediyordu ama imkân vermek istemiyordu. Böyle bir şeyin aylar sonra tekrar karşılarına çıkacağını düşünmüyordu artık. Rüzgâr zarfın içinden çıkardığı kâğıtları okuduğunda gözleri öfkeden alevlenen kızıla döndü. Kan beynine sıçramıştı. “Bu iş bitmedi. Benden kurtulamayacaksın. Senden asla vazgeçmeyeceğim.” Yazıyordu. “Bu herif canına mı susamış Çağla?” diyerek oturduğu yerden hırsla ayağa fırladı. Elinde tuttuğu kâğıdı buruştururken alazlanmış öfkesi ile bir ileri bir geri gidiyordu. Sessiz, fısıltı halinde sayıklar gibi etrafa edepsiz küfürler savururken canı yandığını hissediyordu. Türker, kuzeni, yine yapmıştı yapacağını. Ama bunu nasıl yaptığına akıl erdiremiyordu. Onu en son ziyaret ettiğinde yüzündeki alayvari gülüşünden hissetmeliydi durmayacağını. “Çağla’yı sana bırakacağıma gerçekten inanıyor musun?” demiş ve kahkaha atmıştı. O an Rüzgâr’ın gözü dönmüş ve adamın üzerine yürümüştü. Güç bela gardiyanlar ayırmış ve bir daha da onun yanına gitmemişti. Ama aylar sonra tekrar varlığını hissettirmişti Türker, hem de en mutlu olmayı hayal ettiği günde, düğün gününde. “Bu sana nasıl ulaştı Çağla?” dedi bakışları genç kızın tedirgin gözlerinde gezdi. Bir an şüphe etti. “Yoksa bu mektup ilk değil mi?” dedi yanılmak istercesine gözlerinin hareleri yalvarıyordu genç kıza. Çağla’nın sessizliği adamı koyu bir öfkeye sürükledi. “İlk değildi ve sen bunu benden gizledin öyle mi Çağla? Allah kahretsin!” diyerek sinirler haykırdı ve kıza sırtını döndü. Çağla onu anlıyordu ama artık Rüzgâr’ın zarar görmesini itemiyordu. Belki o mektuplar, Türker’in vazgeçemeyeceğini bildiren yazıların geldiği ilk günden itibaren ona söyleseydi önü alınmış olurdu ama yapamadı Çağla her şey yolunda giderken ve Türker hapisteyken hiçbir şey yapamaz güvencesiyle rahattı ve bu yüzden söylememişti Rüzgâr’a ama şimdi ne kadar büyük yanıldığını anlıyordu. Türker durmayacaktı. “Bir şey yapamaz diye düşünmüştüm, odama kadar bu mektupların girebileceğini düşünmemiştim. Bu kadar ileri gidebileceğini fark edemedim. Anlar dedim. Vazgeçer zannettim. Cevap vermedim. O düşünüyor diye onu düşünmek zorunda olmadığımı, o istiyor diye onu istemek, o seviyor diye onu sevmek, o hayal ediyor diye onu hayal etmek zorunda olmadığımı anlar ve seni sevdiğimi, kabullenir zannettim. Ama olmadı. Çorak topraklarda iyiliği, güzelliği, sevgiyi ekmek ve büyütmeye çalışmak kadar zor bir şey yokmuş şu hayatta. Allah kahretsin ki vazgeçmedi.” Sesi yorgun, kırgın ve bezmiş çıkmıştı. Rüzgâr elleriyle yüzünü sıvazladı. Derin bir nefes alıp verdi. Sakinleşmesi gerekiyordu. Yoksa Türker’in istediğini ona vermiş olacak, huzursuzluk ile geçecekti yıllardır hayalini kurduğu düğün. Bugünü böyle hatırlamak istemiyordu. O yüzden sevdiği kadına döndü yanı başına gidip sıkıca sarıldı ona. “Sakın korkma, sakın üzülme de. İstediğini elde edemeyecek. O tıkıldığı delikte çürüyüp gidecek. Ben gerek tüm önlemeleri alacağım. Sen yeter ki gül, ben geri kalan her şeyi halledeceğim.” Dedi biraz genç kızı kendinden uzaklaştırdı. Gözlerinin içine baktı. “Sana söz ömrümün en güzel çiçeği, bahar kokulu sevdam, ömrümüzün her anında muhteşem geçen düğünümüzü hatırlayacağız.” Dedi ona tekrar sarılıp kokusunu içine derince çekti. Çağla inanıyordu sevdiği adama, bugüne kadar onu hiç yarı yolda bırakmamıştı, verdiği her sözü tutmuştu. “Sana inanıyorum hayatım.” Diyerek sarılmasına karşılık verdi. Annesinin ve babasının mezarının başında, sevdiği adamın kolları arasındaydı. Şu dünyada huzurla nefes aldığı en anlamlı yerdeydi. |
0% |