@ugurluay
|
Yüreği bir kırlangıca ev sahipliği yapar gibiydi. Çağla’nın gözünden dökülecek tek bir damla yaşın akıp gitmesine tahammülü yoktu artık. Gözünden akıp gidecek hüzün damlalarına müsaade etmesi yüreğine ziyandı. Söz konusu Çağla ise makul olmak, sağduyulu davranmak Rüzgâr için mümkün değildi. Sıcacık tebessüm çiçekleri açsın istiyordu yüzünde, çehresinin her bir zerresini aydınlatmasını diliyordu ışık huzmelerinin. Doyumsuz mutluluklara yelken açsın, yaşadığı tüm acıları bir bir silinerek unutturmak istiyordu. Türker’in yaptığı ya da yapma ihtimali olan hiçbir şeyin onu tedirgin etmesine, endişeye düşürmesine izin vermek istemiyordu. Çağla gelin odasında onun için hazırlanırken kendisi odasının içinde bir ileri bir geri hareket ediyordu. Zihnine dolup taşan ihtimaller zincirlerini yok etmek için büyük çaba sarf ediyordu. Cebinden çıkardığı telefondan tekrar Civan’ı aradı. Telefon sürekli meşgule düşürülüyordu bu da adamın gergin sinirlerini daha fazla artmasına sebep oluyordu. Bütün dünyanın ıstırabını omuzlarına yüklemişler gibi acı içindeydi surat ifadesi. Türker’in yaptığı saçma sapan şeylere bir anlam yüklemek istemiyordu. Hayatının en özel ve güzel gününü kuzeninin istediği şekilde ne kendisine ne de sevdiği kıza zehir etmesine izin vermeyecekti. Bugün unutulmaz olacak ve bunun için elinden ne geliyorsa onu yapacaktı. Rüzgâr pencerenin kenarına giderek dışarıyı seyretmeye başladı. Herkes onların düğünü için heyecan içinde oradan oraya koşuşturuyordu. Gözleri bir an Ferhat ve Sıla üzerinde gezindi. Ilgaz ile birlikte oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Ferhat geçmişte yaptığı hatanın bedelini vicdanının boynuna dolanan urganı sayesinde acı çekmiş ve hala Çağla’nın yüzüne baktığı an gözlerinde bu acıyı hissettiriyordu. Pişmanlığın ateşini son nefesini verene kadar içinde alev alev hissedecekti. Ilgaz, canının kardeşi, Çağla’ya hayata tutunmak için sebep veren, onun ayakta sapasağlam güçlü durmasını sağlayan koca yürekli minik adam. Pedagog eşliğinde her yeni günde güzel bir gelişme kaydediyorlardı. Evliliklerinin ardından gerekli işlemler tamamlanacak, Ilgaz ablası ve kendisiyle ait olduğu yerde mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayacaktı. Rüzgâr bir an önce o güzel günlerin gelmesi için can atıyordu. Derin düşüncelere ve gelecek planlarına dalmışken kapı açıldı ve içeriye Civan girdi. Rüzgâr elleri ceplerinde adama kaşları çatık bir halde baktı. “Kaç saattir seni arıyorum Civan, neden sürekli meşgule atıp duruyorsun. Delirdim burada.” Diyerek öfkeli sesiyle uyarıcı bakışlarını attı. Civan karşısında kızgın arkadaşının gerginliğine gözlerini gezdirdi. Şimdi söyleyecekleri Rüzgâr’a nasıl anlatacağını bilmiyordu. Konuşacak söz bulamıyordu. Sıkıntı ile iç çekti ve elleriyle yüzünü ovaladı. Sessizliğini bozmak zoruna gidiyordu. “Kötü bir şey mi var Civan? Ne oldu konuşsana ?” Sert çehresi giderek daha da karardı. Çenesi öfkeden seğirmeye başladı. Sabır diler gibiydi bakışları. Gözlerini kaçırmış, bakışlarını çekmekte güçlük yaşamıştı. Sabrını zorlamak değildi niyeti ama tedirginliği de bedenine sirayet etmişti. “Bak Rüzgâr, öncelikle biraz sakin olmanı istiyorum.” “Bana duymaktan hiç de hoşlanmayacağım bir haber getirdin öyle değil mi?” “Rüzgâr!” “Sırf bu yüzden de telefonumu mu açmadın. Gelip kendin izah etmek istedin durumu.” “Aslında iyi mi kötü mü sen karar ver? Türker…” dedi sesi can sıkıcı derecedeydi. “Ne olmuş o şerefsize.” “İntihar etmiş.” Dedi tek solukta. Rüzgâr bir anda nefesinin kesildiğini hissetti. “Ne saçmalıyorsun sen Civan? Ne intiharı? O böyle bir şey yapmaz. Yine numaradır, yalandır. Daha önce de yaptı aynısını hatırlamıyor musun?” dedi gerçeği inkâr edercesine. “Bu defa numara ya da yalan değil Rüzgâr. Sizin evleneceğinizi öğrenmiş. Sinir krizi geçirmiş, bu esnada da kendisini bıçaklamış. Engel olamamışlar. Her şey mahkûmların gözleri önünde bir anda olmuş. Civan’ın anlattıklarını bir türlü inanmıyordu Rüzgâr. Kalbi tuzak ilmiklerini hissediyordu. Katı yüreği inanma tüm bunlar palavra, her şey Türker’in oyunu diyordu. Kör bir nokta hissediyordu. Kimsenin göremediği bir kara noktanın sinsi varlığı yüreğini acımasızca yokluyordu. Masaya doğru ilerledi ve önündeki sandalyeden sıkıca tuttu. Burun kanatları öfkeyle açılıp kapanırken sadece tek bir şey sordu. “Öldü mü?” Civan “Hayır.”dedi. Adamın cevabı Rüzgâr’ın başını birden kalkmasına, gözlerinin içinde acıma duygusunun vurgun yemesine sebep oldu. Bu hikâyede eksik kalan doğru okunmayan bir şeyler vardı. “Nerede şimdi?” “Hastaneye kaldırıldı. Durumu kritik, yoğun bakıma alındı. Bak biliyorum bundan önce bir sürü şey yaptı ama cezasını çekmek için cezaevindeydi. Sen her ne kadar duymak istemesen de Çağla’yı hastalıklı da olsa seviyordu.” “Civan kes sesini. Çağla’nın adını onun ismiyle birlikte anma, buna tahammülümün olmadığını biliyorsun. Onun hissettiği şey sevgi değil, o ruh hastası, sevgi böyle bir şey değil.” Diyerek elinde tuttuğu sandalyeyi sertçe yere fırlattı. Onun bu hareketi adamı hiç rahatsız etmemiş gibi konuşmasını sürdürdü. “İster kabul et ister etme onların senden önce bir geçmişleri vardı. Her ne kadar yaşananlar olağan dışı olsa da Türker sevdiği kızın kuzeni ile evlenmesini hazmedemedi. Sen belki inanamıyorsun ama yaşanan tüm her şey gerçek. Kuzenin şu an hastane de ölüm kalım savaşı veriyor.” “İnanmıyorum. Tüm bunlar onun kurduğu sadece aptalca bir oyun, sende buna inanıyorsun öyle mi Civan komiserim?” “Nasıl oyun olabilir Rüzgâr, onun oradan çıkması mümkün mü? Herkesin gözü önünde kendisini bıçaklamış herif, bu adam bu kadar manyak mı? İnsan kendini bile isteye hiç bıçaklar mı? Ölebilirdi, bu kadarını hangi zihniyet yapabilir? Kim bu kadar tehlikeli bir şeye cesaret edebilir?” “Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir ruh hastası yapabilir. Bunu sadece Türker yapar Civan.” “Rüzgâr bu kadarı imkânsız artık.” “Bak Civan, ne sana bunu anlatabilirim ne de kanıtlayabilirim. Şu anlattığın hiçbir şeye inanmıyorum. Türker zaten bizim evleneceğimizi biliyordu.” Dedi cebinden Çağla’ya gelen zarfı çıkarıp ona uzattı. “Bu ne?” “Al oku.” Dedi, elinde tuttuğu zarfı verdi ve okuması için gözleri ile sözsüz emir verdi. Civan okudukları ile bir an küçük çaplı bir şok yaşadı. “Şaka mı bu? Nereden çıktı bu not? Ne zaman geldi?” “Bugün gelmiş, hem de ilk değil uzun zamandır geliyormuş. Çağla benden gizlemiş. Şimdi sen bana düğün günümüzde bu notu Çağla’ya gönderen adamın bugün gerçekler ile yüzleşmeyi kaldıramadığı için intihar ettiğini mi söylüyorsun ve benim buna inanmamı bekliyorsun?”
“Ben…” dedi bir an ne demesi ne düşünmesi gerektiğini bilemedi. Kafası allak bullak olmuştu. “Sen…” dedi arkadaşının gözlerine bakarak “Sadece o herifin o hastaneden biz düğünümüzü bitirene kadar ve balayına gidene kadar oradan çıkmasına engel olacaksın. Ve güvenliği üç katına çıkaracaksın. Ben babamla da konuştum, düğün alanında ve çevresinde, Çağla’nın etrafında yeterli gizli koruma var. Her yer kameralar ile izleniyor. Bu düğün olacak Civan, ben sevdiğim kıza kavuşacağım ve o şerefsiz bir daha onun hayatına girmeyi bırak, korku dahi salamayacak anladın mı beni?” Civan bir an ne diyeceğini bilemedi. Buzlar prensi derlerdi Rüzgâr’a, asla hayatına kimseyi almayan, almayacağına inandıkları arkadaşının böylesine bir sevdanın içinde yol alması hem onu sevindiriyor hem de korkutuyordu. Bugün bir an gerçekten Türker’e üzülmüştü. Ama şimdi elinde tuttuğu not Rüzgâr’ın şüphelerinin gerçekliğine delil teşkil ediyordu. Rüzgâr’ın duyduğu anda ateş püskürmesini şimdi daha iyi anlıyordu. Hayat akıp giden bir suydu ve küreklerini elden bırakmamakta sonuna kadar haklıydı. Çünkü karşısında azgın dalgalara sahip acımasız Türker vardı. Sebepsiz bir gidişin adamı olamazdı Türker. Hüsrana uğramışken, bakışlarıyla ve yüreğiyle Rüzgâr’ın hayatına Çağla’yı yolcu etmezdi. Gönlü deli gibi Çağla’yı arzularken şafak vaktini Rüzgâr’a yaşatmamaya ant içmiş bir adamdı o. Vedaya hazırlanacak ya da kabul edecek bir insan asla değildi. Gönlünün dalgaları acımasızca yüreğine çarparken suskun toprakları mesken edip kaderin esiri olmazdı. Çağla’nın hayatında söz sahibi olmak için her yeri ateşe verir, küle çevirir kendi ile birlikte yok ederdi. Bu uğurda herkesi feda eder yasa boğardı. Civan arkadaşının yanına gitti ve dostane bir şekilde onun omzuna dokundu. “Seni anlıyorum Rüzgâr ama merak etme bu düğün olacak ve Türker size asla yaklaşamayacak.” Dedi ve telefonunu cebinden çıkardı. Bir numarayı aradı. “Alo Cevat, durum nedir? Anladım. Bak Cevat Türker’in başından bir an bile ayrılmıyorsun. Yarın akşama kadar güvenlik önlemelerini arttırıyorsun. Kuş uçmayacak o odanın etrafında anlaşıldı mı?” dedi karşıdan gelen cevapla ise telefonu kapattı. Bakışlarını arkadaşına döndürdü. “Cevat ile konuştum. Türker’in başındaki nöbetçi polis, gerekli önlemleri alacak her saat başı bana haber verecek. Sen merak etme ve daha fazla da düşünme. Çağla hazırlanmıştır. Toparlan ve bir an önce gelininin yanına git, bekletme artık daha fazla. Sen böyleysen kızcağız kim bilir ne haldedir?” Dedi ona güven verircesine. Rüzgâr’ın bir an aklına Çağla geldiğinde tebessüm etti. Arkadaşının gözlerinin harelerinin içine baktı ve gerçek samimi bir itirafta bulundu. “Korkuyorum Civan, ben onu gerçekten kaybetmekten ölesiye korkuyorum, o kadar ben oldu ki, ona bir şey olma ihtimali…” dedi ve soluğu kesildi. “Rüzgâr bu kuruntularını bir kenara bırak. Her şeyin güzel olacağına inan. Tüm kötü günler ve anlar çok geride, geçmişte kaldı. Kendinize yeni bir sayfa açacaksınız ve buradan yarın akşam gideceksiniz.” Dedi. Onların planlarını çok iyi biliyordu. Her şeyi geride bırakıp yurt dışına geriye döneceklerdi. Burada kalmak Çağla’yı huzursuz edecekti. Ailesinin de onayı ile bu kararı ortak almışlardı. Annesi ve babası onları desteklese de teyzesi ikisine de öfkeliydi. Hele ki bu düğünün ardından araları daha fazla açılacaktı. Hem kendi ailesi, hem teyzesi hem de Çağla ile evliliği için en uygun karar buradan gitmekti. “Eee hadi Rüzgâr biraz daha beklersen gelinin kaçıp gidecek.” Dedi şaka yollu konuşarak. Rüzgâr bulunduğu yerden doğruldu. Derin bir nefes alıp verdi. Yüzünü sıvazladı ve kapıya yöneldi. Tutkunu olduğu kadına gidiyordu. Bitmişti sonunda. Doğmayacak denen güneş artık onların yüreklerine doğmuştu. Puslu bir hayalin içinden adım adım gerçeğe doğru gidiyordu. Geçmişi gömmüşler, acıları içlerine hapsetmişlerdi. Kader kalemini gönüllerinin bayram şenliği ile nefes aldırmayı sonunda başarmıştı. Dillere destan bir düğünde sevdikleri vuslatlarına seyirci olacaklardı. Hayalden gerçeğe yokluğun telaşı içinde yar olmuşlardı birbirlerine. Tabiat harikası bir aşka sahipti yürekleri. İçine hunharca çektiği son nefesin sahibi gibiydi Çağla. Virane olmuş aşk medeniyetinde gönülden yanan bir ateşti. Şiir gibi bakardı, sevda özlemi yaşatırdı. Dönmese de dili efkâr kokardı saklı kelimeleri. Nice efkârlı gecelere sahip olmuşlardı. Serkeş öfkeleri ele geçirmiş, pervasızca yüreklerine soluk aldırmamıştı. Gözlerinde parlayan ışık pırıltılarının bir bir söndüğüne şahit olmuştu. Üzerine yıldızları yağdırmak, onu hayallerine katmak için yüreğindeki gurbete düşmeyi göze almıştı. Çağla’nın yüreğini öylesine sahiplenmişti ki kendisi oluvermişti birden. Şimdi tamamlanma vaktiydi. Şimdi vuslatın baharı yaşam vaktiydi. Şimdi kavuşma zamanıydı. |
0% |