Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47.BÖLÜM

@ugurluay

Geceler güzeldir, geceler anlamlıdır. Hüzün kokan aşk dokunuşludur. Hissettirmeyi, hasreti bulaştırmayı severler. Titretmeye, silkelenmeye, anımsatmaya gebedirler. Gecelerin en zifiri, en koyusunun mücadelesi bile sabahın ilk ışıkları ile sona erer. Geceler güneşe mağlup olmaktan asla kurtulamazlar. Her batışta başlayan büyük mücadele günün ilk ışıklarıyla güneşin zafer çığlıkları ile son bulur. Ama bu gece Rüzgâr için bambaşkaydı. Bu gece onun için sonsuzluktu. Sonsuza kadar gecede kalacağı, aydınlık yüzü bir daha hiç göremeyeceği ilk gecenin en büyük eşiğindeydi. Bacaklarını karnına çekmiş, dizlerine ellerini dolamış, ağacın dibinde oturmuş boş bakışlarla arama kurtarma ekibinin uçurumun dibindeki arabada bulunan Çağla ve Türker’i kurtarmaya çalışmalarını hissiz ve sessiz izliyordu.

Rüzgâr hissetmişti, Çağla artık bu dünyada değildi. Sanki yanı başında hazin sonunu sevdiği adamla yan yana oturarak olanları, başına gelenleri izliyordu. Civan arkadaşının yanına gelmiş onun bu sessizliğinden deli gibi korkmaya başlamıştı. Normal tepkiler vermiyor, yakıp yıkmıyor, etrafı dağıtmıyor, hiç kimseye saldırmıyordu. Sadece oturup bir yabancı gibi olan biteni tepkisizce seyrediyordu.

“Rüzgâr, ne olur bir şey söyle saatlerdir burada böylece hiçbir şey yapmadan oturuyorsun. Belki Çağla kurtulacak, belki onu orada sağ salim ulaşacağız. Yapma böyle artık gerçekten korkutuyorsun beni.” Söylediklerine inanmasa da arkadaşını böyle bir halde görmek mahvetmişti.

“Bu söylediklerine inanmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz Civan. Çağla gitti, artık yok, o şerefsiz onu ellerimden acımadan çekip aldı. Bak bana, o uçurumun dibinden çıkarmaya çalıştığınız kişi Çağla değil, benim. Ben onunla bu gece öldüm. Kollarımı açmakta aciz kaldığım, gerçeğin önüme toprak serptiği yollarda tam da kavuştum derken ölüm kucakladı sevdiğimi ya Civan. İçime çekmemek için kendimi zor tuttuğum kokusu şimdi ölüme yar olmaya gitti. Az sonra güneş doğacak, dün sabah Çağla ile açtığım gözlerimi bu gecenin sonunda onunla kapattım ben. Anlamıyorsun. Gün sona eriyor, ama ben gün bittiği için değil ömrüm tükendiği için yorgunum, mecalim yok Civan. Ben onun kaybıyla bittim, artık yokum.”

“Rüzgâr yalvarırım kendine gel. Ilgaz’ı düşün, tam da ailesinden birine kavuşmuşken kayıp yaşama ihtimali olan o yavrucağı düşün ve kendine gel. Her şey yoluna girecek ama sen böyle davranırsan olmaz.” Dese de kendisini kuyunun karanlıklarından çıkarmak istemeyen bir insana merdiven de uzatsan ayağını o merdiven basamağına dahi değdirmez. Rüzgâr’ın yaşadıkları Civan’ın kör diyaloglara ev sahipliği yapmasına sebep oluyordu.

“Anlaşılmıyorum, anlaşılmadığımı anladığım an sizin dilinizden konuşmayı bıraktım ben Civan. Ne sana ne de bir başkasına artık diyecek tek sözüm yok, cümlelerimi israf etmek istemiyorum. Konuşmak, nefes tüketmek istemiyorum, yalnız bırak beni.”

Rüzgâr’ın kurduğu hiçbir cümleyi çözemiyor anlam da veremiyordu. Ama şu an uçurumun dibinde sıkışıp kalan Çağla ve Türker’e bir an önce ulaşmak zorundaydılar. Kaybedecek tek bir saniyeleri bile yoktu. Bir mucize olsun istiyordu. İhtimal çok düşük olsa da o ihtimale sıkı sıkı sarılıp arkadaşına yeni bir hayat müjdelemek istiyordu.

Rüzgâr’ın dışı ne kadar sessiz ve sakin ise içinde o denli büyük fırtınalar kopuyordu. Sessiz haykırışlarını sevdiği kadına duyuramıyor, ona ulaşamıyordu. Şimdi talip oldukları ise sadece dudaklarının arasından dökülen ıstırap dolu sessiz yas mırıltılarından ibaretti.

Rüzgâr defalarca gelmişti buraya, Çağla ile ya da onsuz. İlk gelişi onun kurtuluşu ve aşklarının başlangıcına gebe olmuştu. Şimdi ise son gelişi onu sonsuza kadar kaybedişiydi. İçi almıyor, gücü yetmiyor, dermanı fersiz kalıyordu. Ayağa kalkıp o uçurumun dibinde kana bulanan gelinliğinin içinde karısını görmeye gücü yoktu. Onun için ihtimaller, mucizeler artık sonsuza kadar yitip yok olmuştu. Çağla gitmişti. Rüzgâr kendisini suçluyordu. Onu kurtaramadığı, yetişemediği için yaşamayı kendine artık hak görmüyordu. Suçluluk duygusundan bir türlü sıyrılamıyor güçlü bir dirayet gösteremiyordu. Geçmişe dönmek düğün anında onu bir an yalnız bırakmamak için son nefesine kadar mücadele etmek istiyordu. Düğün gecelerinde onun elinden tuttuğu, ona evet dediği o ana kul köle olup o anda kalarak zamanın esiri olmak istiyordu. Ama olmuyordu. Ne zaman geriye akıyor ne de Çağla o uçurumun dibinden çıkıyordu.

Rüzgâr tepkisizce kurtarma ekibini izlerken gözleri bir hareketliliğin olduğunu fark etti. Eli kalbinin üzerine giderken ruhunun canından çekilmeye başladığını hissetti. Elleriyle yerden destek alarak ayağa kalktığında ağır ağır o uçurumun kenarına doğru ilerledi. Kulakları sağır olmuşçasına etraftaki onlarca insanın sesini duymazken Civan’ın bir anda aşılmaz bir dağ gibi önüne geçtiğini fark etti. Onun gitmesine engel oluyordu. Kurtarma ekibi birini çıkarıyordu. Rüzgâr kimin çıkarıldığını adı gibi biliyordu. Kavuşamadığı sevdası, ömrünü adamaya yemin ettiği, koruyup kollayacağına dair güvenler ve sözler verdiği karısını bir ceset torbası ile uçurumun dibinden çıkarıyorlardı. Onun ceset torbası ile çıkarıldığını hissettiği an “Çağla…” dedi fısıltı halinde, sanki derin bir uykudan, kötü bir kâbustan uyanır gibiydi. Saatlerdir bilinci kaybolmuş ve olanların yeni yeni farkına varır gibiydi. Zihin ne kadar bitti dese de kalpte silik bir umut yok olmamışken siyah bir ceset torbası silik olan umudun üzerine kara bir gölge gibi çökerek onu yok etmişti. Civan, polisler, korumalar onu ne kadar uzak tutmaya çalışsa da bu manzara ile karşı karşıya bırakmak istemeseler de Rüzgâr hiç kimsenin engellemesine müsaade etmiyor, önüne kim geçerse geçsin delicesine bir güç ile onları sağa sola fırlatıyor “Çağla.” Diye haykırıyordu. Ceset torbası uçurumun kenarına çıkarıldığında Rüzgâr’da artık sevdiği kadına sonunda ulaşmıştı.

“Bırakın beni.” Diye haykırdığında artık hiç kimsenin gücü bu anın yaşanmasına engel olamayacaktı. Civan bir baş işareti ile izin verin vedalaşsın demek istemiş ve herkes acıyan gözler ile başlarını öne eğerek darma duman olmuş damadın gelinine vedasını sessiz bir şekilde izlemeye başlamıştı.

Rüzgâr, simsiyah ceset torbasının başında dikilirken gözlerinden hüzün damlaları çoktan akıp gitmeye başlamıştı.

“Çağla’m, canımın canı…” dedi ve dizleri titremelere daha fazla dayanamayarak yere çöktü. Elleri tedirginlik ve titremeler ile ceset torbasının fermuarına gittiğinde göreceklerinden delicesine korkuyordu. Derin bir nefes bıraktı ve gözlerini kapadı. Parmakları fermuarı yavaş yavaş açtığında ve torbayı araladığında gözlerinin göreceklerinden kalbinin duracağını hissetti. Gözlerini açtı ve masum yüzlüsünü gördü. Saçları yanağına doğru savrulmuş, başından kulağına doğru inen kanın ince çizgi bir halinde yolunu görürken boynunda cam kırıklarının kesiklerini fark etti. Kalbinin ağzında attığını, nefes alışverişinin hızlandığını hisseden adam kadının saçlarını canını yakmaktan korkarcasına düzeltti.

“Affet, affet benim ömrüm, koruyamadım, seni kuzenim olacak şerefsizin hastalıklı hislerinden koruyamadım. Affet, nefes almanı sağlayacak güce sahip olamadım. Verdiğim sözleri tutamadım.” Derken gözünden akan bir damla yaş Çağla’nın göz pınarına düşmüştü. Rüzgâr sevdiği kadının alnına dudaklarını bastırırken kulu kölesi olduğu kokusunu son kez derince içine çekti.

“Bunu bana yapma Çağla, bir mucize olsun ve yalvarırım geri dön. Ben sensiz yaşayamam, ben sensizliğin içinde nefes alamam, yok olurum, alışamam, yaşayamam Çağla’m geri dön, yalvarırım bırakma beni.” Diyerek cesedin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlarken ona sımsıkı sarılmış bırakmak istemiyordu. Civan’ın ve orada bulunan herkesin gözlerinden yaşlar akıp giderken onlara bu sonu hazırlayan ve hayatlarını cehenneme çeviren adamın da cesedi uçurumun dibinden çıkarılmaya başlanmıştı.

Civan, Rüzgâr’ın tepkisinden korktuğun için onun omzuna dokunup “Gidelim Rüzgâr, izin ver yapılması gerekenler yapılsın.” Dedi.

Rüzgâr başını usulca Çağla’nın bedeninden ayırdığında gözleri bu defa Çağla’nın yanı başına ceset torbası ile getirilen Türker’in varlığını fark etti. İşte o an Rüzgâr için artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ayağa kalkarak ceset torbasını sürüklemeye başladı.

“Bu şerefsizin cesedinin benim karımın yanında işi ne? Onu ölüme götüren it herif bir mezarı dahi hak etmiyor. Onun yeri uçurumun dibi. Kurtlar, çakallar leşini yesin.” Diyerek tekrar uçurumdan atmaya kalktığında orada bulunan herkes bu defa onu engellemeyi başarmıştı. Civan omuzlarından tutup onu geriye doğru çekiştirdiğinde “Bırak beni Civan, ne o ne de ailesi hiçbir şeyi hak etmiyor. Bırak diyorum sana bırak. Atacağım evveliyatıyla birlikte…” Diyerek elinden kurtulmaya çalıştığında delicesine öfkesine engel olamıyordu. Rüzgâr Civan’ın elinden kurtulmaya çırpınırken kulağına dolup taşan ağlamaklı “Rüzgâr” diyen ses ile bedeni kaskatı kesildi. Arkasından gözyaşlarını hissettiği kadın annesinden başkası değildi.

“Evladım.” Dedi onun yanı başına gelerek “Bakmayacak mısın bana?” dedi. Rüzgâr annesine de kızgındı, teyzesinin oraya geldiğini bildiği halde ona söylememiş olması annesine de öfkeli hislerinin kabarmasına sebep oluyordu.

“Anne git buradan.” Dedi hıçkırıklarını bastırmaya çalışıyordu.

“Seni bu halde bırakıp nereye gideyim evladım.” Dedi önüne geçerek gözlerinin içine baktı. İkisi de acı çekiyor ikisi de ağlıyordu.

“Beni bu hale senin kardeşin ve oğlu getirdi anne ve sen de bunlara sebep olanların arasındasın.”

“Oğlum, yalvarırım yapma böyle, ben teyzenin böyle bir şey yapacağını hissetsem onu eve alır mıydım? Ben Çağla’yı kızım bildim, herkese ve her şey rağmen sizin aşkınızın arkasında durdum. Yapma oğlum sadece senin canın yanmıyor hepimiz çok üzgünüz.” Dedi ve oğlunun sarılmak istememesine rağmen ona sıkıca sarıldı.

“Öldüm anne, öldüm. Canımı alıyorlar, ciğerimi paramparça ediyorlar, nefes alamıyorum anne, ben onsuz yaşamak istemiyorum.” Diyerek annesinin kollarının arasından teselli bekleyen küçük bir çocuk gibi ağlamaya devam etti. Evladının can yangının yürekten hissediyordu annesi ama elinden ona sarılmaktan başka bir şey gelmiyordu.

“Canın yanacak evladım hem de bir ömür ama alışacaksın, zamanla annem, zamanla, Çağla için Ilgaz için zamanla evladım.” Dedi.

Peki ya gerçekten zaman böyle büyük bir acıya alışmayı sağlar mı? Rüzgâr yeni bir hayat kurmayı başarır mı? Peki ya Ilgaz? Tam da ablasına kavuşmuşken yeniden kimsesiz kalmayı atlatabilir mi? Hastalıklı hislerin nelere mal olduğu, masum canları nasıl hayattan kopardığına şahit oldunuz? Peki ya sen? Sen ilişkini nasıl tanımlarsın? Hayatındaki eşin, arkadaşın ya da sevgilin sana Türker gibi mi yoksa Rüzgâr gibi mi davranıyor? Çekinme sen de yaz yoruma içini rahatlat…

Loading...
0%