@ugurluay
|
Çağla’dan “Onlar… Geri döneceğimi hiç düşünmediler. Onlar… Yaptıklarının bedelini elbet bir gün ödeyeceklerini tahmin edemediler. Vakit hesabın kesilme zamanı… Ben Çağla geriye döndüm, yüzümde emanet tebessümler, kalbim de intikam çığlıkları, gözlerim de nefretin ışıkları… Geriye döndüm ve hesabımı sonsuza kadar kapatmaya geldim.” Diyerek çıkmıştım yola. Yanımda Rüzgâr, sevdiğim adam karşımda geçmişimde en büyük acıları bana yaşatan Türker ve ona yardım eden arkadaşları. Böyle başlamıştı bizim hikâyemiz. Onların son dediklerine ben yeni başlangıç demiştim. Onlar bit tırtılı dünyadan yok ettiklerine inanırken ben Rüzgâr sayesinde eşsiz bir kelebeğe dönüşerek geriye dönmüştüm. Beni gördüklerine inanamadılar, geçmişe yok etmek, yok saymak içn her şeyi yaptılar fakat yapılan ya da söylenen hiçbir şeyi geçmişe hiçbir şey olmamış gibi gömmenin imkânsızlığı ile yüzleştiler. Zor oldu, çok yaraladı, büyük acılar çektik bu yolda ama sonunda adaleti sağlamayı başardık. Sonucu ölüm bile olsa adalet muhakkak ki yerine bulmuştu. Ölmekten korkmaz insan, geride bıraktıklarının selametinden korkar. Ölmekten korkmaz insan, geride bıraktıklarının yarım kalmışlığından korkar. Ölmekten korkmaz insan, ardında kalanların yaşayamayacağı anılar içinde acı çekme ihtimalinden korkar. Ben de korkmadım, hiçbir zaman ölümden, ölmekten, bir sonraki hayattan hiç korkmadım. Tek korkum sevdiğim adam ve kardeşim Ilgaz’dı. Şimdi onlara bakıyorum da korkumun ne kadar da yersiz olduğunu daha iyi anlıyorum. Onlar ben olmasam da birbirine sahip çıkan ve dimdik ayakta durabilen iki güzel yürekli adamdılar. Onlar ben olmasam da son nefeslerine kadar benim davamı güdecek, bu uğurda asla sınır tanımayacak insanlardı. Gözyaşları derya olsa bile asla vazgeçmeyecekler, durmayacaklardı. Düşen ve ihtiyaç sahibi herkese el uzatacaklar ve beni hatırlayacaklardı. Rüzgâr ile tüm yaşadıklarımız adresi belli olmayan bir sevdaydı bizimkisi. Zamansız başlamış ve sonsuzluğa yol almıştı. Dilden dile sevdanın hükmü yazılırken, diyardan diyara aşkın resmi çizilirken, nesilden nesile sözlere bir bir dökülürken sevdanın yine de anlamı tam olarak bilinmiyor. Ezbere bir solukta silinip giden aşklar yaşanıyor günümüzde. Kalbinin saati ayrılığı okuyamamıştı. Dua sürdüm gözlerinde gizlediğin bahar esintilerine. Zaman dilimi veryansın ediyor aşk hanemin duvarlarında. Rüzgâr benim kabul gören en özel duam, iç çekişlerimin tek sahibiydi. Gönlü razı olmadı yokluğumun haberini almaya. Bağımlısı olduğu , murat ettiği beklentilerinin umudunun tazelenmesiydi varlığımın sebebi. Kalbimin marifeti tebessümünde yaşar, nefes alırdım. Çünkü biz farklıydık, yaşadığımız, hissettiğimiz her şey bambaşkaydı. Kalbinin saati ayrılığı okuyamamıştı. Dua sürdüm gözlerinde gizlediğin bahar esintilerine. Zaman dilimi veryansın ediyor aşk hanemin duvarlarında. Rüzgâr benim kabul gören en özel duam, iç çekişlerimin tek sahibiydi. Gönlüm razı olmadı yokluğunun haberini almaya. Bağımlısı olduğum , murat ettiğim beklentilerimin umudunun tazelenmesiydi varlığı. Kalbimin marifeti tebessümünde yaşar, nefes alırdım. Dilime vuran nağmenin adıydı Rüzgâr, yüreğime vuran aşkın ateşiydi sevdası. Arzularımı uyandıran bir çift bakışa ev sahipliği yapıyordu gözleri. Dilime bir dua gibi sürülmüştü adı, bilemedim sürgün yerinin kalbim olduğunu. Gözlerine baktığım her vakitte bakışlarında satır satır hüznümü, acımı okudu. O cümlelerin sonunda ise geleceğime güzellikler katacağına dair vaatler gizliydi. O benim yüreğimdeki kalbin kıstası olan aşkı yeni baştan yazmaya gelmişti. Fazla güzeldi sevmeleri bırakmaya, ayrılmaya, vazgeçmeye kıyamadım. Onunlayken sevdanın her haliyle alev alev yandım ben. Gönlümün dalgaları sert bir şekilde yüreğine çarptı. Bakışlarından önce yüreği değdi gözlerime. Yıldızların gökyüzünde düğün ettiği o efsunlu gecede ben sana sevdalandım ve sen bana bir sevdalının eşsiz masalını yaşattın. Gönlümdeki yeri kullandığı sözlerin tonuyla, sesinin tınısıyla yer bulurdu zihnimde. Ve sen en masum ve saf halinle yüreğime ilmek ilmek işlendin benim. Bahar kokulu kelimelerini gönlümü hoş tutmak için dilinden bir bir sakladığın diyarlardan çıkarmayı başardın. Ben Çağla… 17 Ağustos 1999 tarihinde gece yarısı bir uçurumdan aşağıyı itildim. Ve o gece ailemi, arkadaşlarımı, beni sevdiğine inandığım adamı, hayallerimi, geleceğimi, umutlarımı, güvenimi kaybettim. Ben o gece öldüğümü düşünürken aylar sonra Rüzgâr’ın varlığı ile yeniden ayağa kalktım. Ben onun sevgisi ve aşkıyla küllerimden yeniden doğdum. Geriye dönmek ve intikam almak istedim. Beni bambaşka bir insana dönüştüren herkesten hesap sormak ve yargı önünde cezalarını çekmelerini istedim. Belki hata, belki saçma, belki de yanlıştı seçtiğim yol. Ama tek istediğim adaletti. Ve bu yolda beni yalnız bırakmayan tek kişi ise Rüzgar’dı. Adaleti kazandım derken canımdan olma ihtimalini hesaba katamamıştım. Türker’in annesinin gözyaşlarına kanarak hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Beni ona, celladım olacak kişiye götüren Türker’in annesiydi. Belki düşlerim gerçeklerime dönüş(e)medi. Belki bedenimin bu dünyadaki varlığına son verdi Türker seviyorum kisvesi adı altında “Ya benimsin ya kara toprağın,” hastalıklı düşüncesiyle. Hep böyle değil mi zaten bu düşünceye sahip olanlar. Korkudan yoldan sapanlar, tehdit, şantaj ile kendileri güçlü zanneden aciz varlıklar. Güçlü kadınlardan oluşan korkunuz sizin aciz varlığınızın sonu olacak. İnsanlara fırsat verirsen acımasızlıkları ve sert eleştirilerine maruz kalırsın, çünkü çoğu insan yapıcı olmak yerine yıkıcılığı kendine hak görür. Kendinde olmayanı başkasında görmek onları çok büyük rahatsız eder. Yapıcı olmak cesaret ister ve herkes o kadar cesur bir yüreğe sahip değildir. Yapıcılığı değil yıkıcılığı kendine hak görenler, seviyorum diye saplantılı düşüncelere sahip olanlar, sadece sevgilisi, eşi ya da kadının hayatında bir şekilde var olan cinsiyeti erkek olduğu için kendisini yenilmez bir güce sahip görerek kadının bedenin de, hayatında hükmetme gafletine düşen aciz mahlûkat bir kadının canına mal olacaksa sevgin; sevme, bakma, dokunma gül kokulu güzel kadına. Peki ya tüm bunlar yaşanmasaydı. Türker’in annesi oğlunun hayatıyla kendisini tehdit ettiği an eşiyle görüşseydi ve Türker’in beni kaçırmasına engel olsalardı. O zaman nasıl bir hayatımız olurdu? Beni ve Rüzgâr’ı nasıl bir hayat, nasıl bir son bekliyordu? Merak ediyor musunuz? Rüzgâr ve ben nasıl olurduk… |
0% |